YARADANIN İZNİ İLE DİLE GEL EY GARİP GÖNÜL
Hani bazen bir hüzün çöker ya insanın içine. Kocaman bir boşluk ve yalnızlık oluşur yüreğinde. Sanki neden olduğunu bilmeden dalar gider sessizliklere. O an sessiz ve anlaşılmaz bir hüzün suskunluğu tercih ettirir duygulara. Ben der! Hani ben var ya. Çok şey var aslında anlatacak. Kelimeler dile gelmez anlatmak istese de hece hece, duygular çözülmez. İnsanoğlu bazen kâh çok yalnızdır, bazen de çok kalabalıktır. O yalnız sessizliğin içinde aradığı mutluluk tamda kendindedir, kendi içinde saklıdır. O zanneder ki çok kalabalık olursa çevresi, kayboluverecek içindeki sessiz hüzünlü kişi. Öyle ki İnsanoğlu içinde huzurlu ve mutluysa eğer nereye giderse gitsin, hangi ortamda yaşarsa yaşasın, mutlulukta umutta onunladır. Hayata umutla sevgiyle bakar. Düşse de sendelese de bilir ki içinde taşıdığı o sevgi Yüce yaratıcının sevgisi ve âlemlere rahmet olarak gönderdiği sevgilinin (s.a.v) sevgisinde gizlidir. Onun (s.a.v) yolunda yürümekle bulunur gerçek ve sonsuz olan aşk.Her derdin ilacı, her yaranın merhemi elinde tuttuğun gülün dikenlerini avucunda sıkıca tutabilmek ve dikenlerin avucunu kanatmasını bir nimet olarak görebilmektir aşk. İşte o gerçek aşkın gül bahçesini arayan güllerin dikenlerini sevgiliye giden kapının anahtarı diye avucunda sıkıca tutan, durmadan hüzünlenen bir garip gönül dile gelmiş. Bazen kelam durmuş kalp konuşmuş, bazen gözyaşları söz olmuş yazıya dökülmüş derin bir ah çekerek! Sonrasında Rabbinden kendince dilemiş ki “Ne olur riyasızca edeplice olsun.”
Ya Rabbim! “ Riyasızca edeplice olsun ki sevgilinin sevgisi dolsun içimize.” Diyerek sessiz bir haykırışla dökmeye çalışmış içindekileri gül kokulu sevgiliye (s.av).
Esselemun aleyküm Ya Resûlullah!
Esselemun aleyküm ya Habiballah!
Ya Resûlullah! Size olan duygularımı nasıl anlatabilir, nasıl başlayabilirim bilmiyorum ki. Hani insanın içinde taşıdığı, anlatamadığı duygular vardır ya! İnsanın yüreğini acıtan ama acıyla birlikte yanında güzellikleri de getiren, sanki yok olurken asıl var olanı bulmayı sağlayan, tarif edilemeyen, anlatsan anlatılmaz, resmini çizsen çizilmez, hep inceden inceye kanayan bir türlü kabuk bağlayamamış bir yara gibi. Ama bu yara öyle bir yara ki acıttıkça iyileştiren, tatlı bir acı gibi. Öyle bir yara ki merhemi size duyduğum duyabileceğim sevgi, sizi sevdikçe iyileşecek, sizin gibi olmaya çalıştıkça şifa bulacak, sizin aşkınız muhabbetinizle tedavi olacak bir yara. Ya Resûlullah biz ümmetin, evet bu aciz ümmetin, yeterince sevebiliyor muyuz seni? Yoksa sadece dilimizdeki sevgi sözcükleri ile mi ümmetin olmaya çalışıyoruz? Yoksa seni sevmenin, sana methiyeler düzmekten mi ibaret olduğunu zannediyoruz? Ey âlemler yüzü suyu hürmetine yaratılan, ey gönüllerin ilacı, ey ince ince kanayan yaraların merhemi, ey sevgili var mı suretlerimizde senin ümmetin olduğumuzu belli edecek bir iz. Var mı senin huzuruna çıkabilecek, bize de “Şefaat et ya Habibullah” diyebilecek yüzümüz. Biz kimiz, ne haldeyiz, nasıl yaşıyoruz, görseydin şu halimizi bize yine ümmetim der miydin? Ey sevgili, sen ki bir lokma ekmeğini kendin aç kalma pahasına kapına gelen garibe verensin. Sen ki ekmeğini başkasına verdiğini kimse bilmesin diye midenin üzerine taş bağlayansın. Sen ki bize “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” diyensin. Peki ya bizler. Sofralarda dökülüp saçılan nimetler; sokakta aç kalmış garipler yetimler; zekâtı, öşürü, sadakası verilmemiş, mazlumunda bunda hakkı var denilmemiş onca zenginlikler. Biz bu halde senin huzuruna çıkıp “Bize de şefâat eyle ya Resûlullah, bizde senin ümmetiniz.” diyebilecek miyiz? Ya Resûlullah biz, Bilal-i Habeşi (r.a) gibi sana olan sevdamızda sadık olabilir miyiz? Eziyetlere katlanabilir miyiz? Biz Hazreti Ebu Bekir (r.a) misali hiç şüphesiz senden geleni kabul edebilir miyiz? Biz onlar gibi senin “Yıldızlarım” diye bahsettiğin sahabelerin gibi olmayı başarabilir miyiz? Onların ayaklarının altındaki toz zerresi kadar dahi olamayız ya Resûlullah. Evet, bizde bu devirde farklı sınavlardan geçiyoruz. Öyle sınavlar ki baktığımız her şey sınav, yürüdüğümüz her yol sınav, konuştuğumuz her kelime sınav. “Ahir zaman ümmetim” diye tarif ettiğin biz, bu nefis sınavıyla baş edebilecek miyiz? Şefaat et ey sevgili, biz cahil aciz ümmetine. Seni sevmeyi sadece güzel kelimelerden, sana methiyeler düzmekten ibaret sanan şu gaflet içindeki ümmetine şefaat et ey sevgili. Tut şu yüreklerimizi; sevginle, şefkatinle, aşkınla, muhabbetinle aydınlansın karanlık yollarımız. Sev bizi ey sevgili. Sev ki kaybolmayalım şu dibi görünmeyen kör kuyu misali karanlık dünyada. Sev ki nefsimizin kalplerimizi paslanmış demir misali karartmasına izin vermeyelim. Seni sevmeye, senin sevgine, senin aşkına, senin gül kokuna çok muhtacız. Seni sevmek, senin gibi olmak, senin sünnetlerini yaşayabilmek için nefis ve şeytanın engelleri ile dolu olan çıktığımız yolda, karşımıza çıkan her engeli, ayağımıza batan her dikeni, sana yakın olmanın sana kavuşmanın bir habercisi gibi görebilelim.
Ya Resûlullah! Şu garip gönlüm hicranla yansa da sana ulaşamaz ki. Seni masum bir çocuğun sevdiği kadar samimi ve içten sevse de bu günahkâr, senin karşına çıkamaz ki. Ey sevgili şu günahkâr, sana ulaşabilmek; seni çok sevebilmek için bir annenin yavrusuna yaptığı dua gibi samimi dualarla dua etse de gelemez ki yanına. Biliyoruz ki ey sevgili, sana giden yollar hem güllerle hem dikenlerle bezeli. O dikenler batsa da gönüllerimize, kanatsa da yüreklerimizi, yaksa da canımızı, biz seni sabır ve tevekkülle çok sevelim! Gönlümüzdeki karanlıklardan aydınlığa senin sevginle, aşkınla ulaşabilelim. Rabbim! Şu aciz günahkâr kuluna, senin ve Resûlünün karşısına çıkabilecek kadar; “ Ben senin ümmetinim Ya Resûlullah!” diyebilecek kadar kuvvetli bir iman, temiz bir gönül, sahabenin cemaline verdiğin nuru ve vakarı nasip eyle. Habibinin ve sevdiklerinin yanına sadece ben aciz değil, cümlemizi komşu ve onun güzel cemalini görebilenlerden eyle. Âmin…
[toggle title=”Yazar Hakkında” state=”open” ]Nuriye EYCAN[/toggle]