Hadisİhsan ŞenocakTüm YazılarYazarlarYazi Atlasi

Tek Başına Bir Hadis Mecmuası: Ebu Hureyre (1)

Sahabe İslam’ı saf haliyle yaşayan ve sonraki kuşaklara aktaran ilim elçileridir. İnsanlar, Allah Rasülü’nü (s.a.v.) onlar vesilesiyle tanımış ve doğrular, rivayetlerine muvafık kaldıkça bir değer kazanmıştır. Fıkıh, Kelam, Tefsir… büyük oranda onların naklettiği hadislerden neşet etmiştir. Her biri kabiliyeti nisbetinde medeniyetin inkişafına katkıda bulunmuş; kimi imareti, kimi siyaseti, kimi de rivayetiyle sonraki kuşakları beslemiştir. Peygamber sonrası zamana “Saadet Asrını” taşıyıp, yaşadıkları bölgelerde “İrfan Siteleri” kurmuşlardır. Allah Rasülü’nün (s.a.v.) Sünnetine en küçük bir müdahalede bulunmadan yapmışlardır bunu.

Onlar, hal ve kâlleriyle Efendimiz’in (s.a.v.) mirasını tebliğ etmede birbirleriyle yarıştılar. Önde olanlar “müksirun” (çok riayet edenler) diye şöhret buldu. Müksirunun alt sınırında yer alan Ebu Said-i Hudri (r.a.) bin yüz yetmiş, zirvede olan Ebu Hureyre (r.a.) ise beş bin üç yüz yetmiş dört hadis rivayet etti. İslam’ın, cemiyetin her şubesine etkin olarak taşınmasında müksirunun katkısı büyük oldu. Nitekim İslami ilimlerin teşekkülünde kullanılan hadislerin çoğu onların rivayetidir.

Sahabenin, özellikle de müksirunun bütün zamanlara Kur’an’ın mübeyyini Hz. Rasülüllah’ın (s.a.v.) Sünneti’ni taşıma gayretleri “elleriyle dini değiştirmek” isteyenlerin önünü kapadı. Çünkü gayri İslami oluşumlar, onların rivayet ettiği hadislerle meşruiyet alanlarını yitirdiler. Bu yüzden İslam düşmanları tenkit oklarını Sünnet’in taşıyıcıları olan sahabeye yönelttiler. Hedefe de Ebu Hureyre’yi (r.a.) koydular. Çünkü tek başına O, bir hadis mecmuasıydı. O’nun cerhedilmesi topyekün İslami Disiplinlerin de çökertilmesi demekti. Bu yüzden Ehl-i Sünnet karşıtı fırkaların saldırılarını yoğunlaştırdığı sahabi Ebu Hureyre (r.a.) oldu. Allah’ın dinini hevalarına göre şekillendirmek isteyen Cehmiler O’na saldırdı. Çünkü O’nun rivayet ettiği hadisler Cehmiyye’nin delillerini çürütmüştü. Müslümana kılıç çekmeyi caiz gören Hariciler O’nun rivayetlerini tereddütsüz reddettiler. İnsanın kaderini kendisinin tayin ettiğini söyleyen ve bu söyleyişle Kudret-i İlahi’yi ta’dil eden Kaderiler, Ebu Hureyre’nin (r.a.) hadisleriyle istidlali caiz görmediler. Kabul ettikleri sahabe, bir elin parmaklarını geçmeyen Şia, O’nu yalancıkla itham etti. Zındıklar, muharrifler, müsteşrikler, mustağripler, hasılı bütün İslam düşmanları dini tezyif ve tahkir etmeyi murat ettiklerinde söze Ebu Hureyre (r.a.)ile başladılar.

Asırlar geçti, usuller, esaslar değişti. Fakat Ebu Hureyre (r.a.) karşıtları hep aynı hal üzere kaldılar. Çünkü, talep ettikleri İslami değişimin karşısında rivayet ettiği hadislerle hep en önde Ebu Hureyre (r.a.)vardı. Bu yüzden ilk aşılması gereken engel olarak O’nu gördüler. Önde olması tezyif ve tahkir kampanyasında da öne alınmasına sebep oldu.

Modern düşüncenin baş döndürücü hakimiyeti ciddi manada Ebu Hureyre’yi (r.a.) cerh eden anlayışın da güç kazanmasına zemin hazırladı. İslam dünyasının en etkili üniversiteleri Ebu Hureyre’yi (r.a.) tenkit eden akademisyenlerin konuşmalarına, ders notlarına tanıklık etti. Ezher, red ve müdafaa ekseninde akdedilen birçok münazaraya şahit oldu. Mısır merkezli modern İslam düşüncesinden beslenen bir kısım ülkem akademisyenleri de Ebu Hureyre’yi (r.a.) tenkit akımına iktida ettiler. İşte o akademisyenlerden biri, takvim 1996’yı gösterirken Ondokuzmayıs İlahiyat Fakültesi’nde sahne almıştı. O tarihte İlahiyat ikinci sınıfta öğrenci idim. İlan panosunda ki konferans duyurusunu dikkate alarak söylenen saatte dinleyiciler arasında yerimi aldım. Hoca, önceden ders okuttuğu fakülteye konferansçı olarak gelmenin heyecanıyla kürsüye çıktı ve yüksek tizden konuşmaya başladı. Ebu Hureyre’yi (r.a.) tezyif ve tahkir etrafında temerküz eden konferans lebalep dolu salonda hayretle dinlendi. Konuşma bitince organizatörler itirazlara fırsat vermemek için mukaddes bir emanet gibi akademisyen barikatı arasında Hoca’yı alıp götürdüler.

Ebu Hureyre’yi (r.a.) müdafaa edememenin, O’na yöneltilen itirazlara huzurda cevap verememenin ezikliğiyle yurda döndüm. O büyük sahabinin asil duruşunu, ilimdeki istikametini, katıksız imanını anlatan ve bir anlamda Hoca’nın hamallığını yaptığı müstağrip düşünceyi ait olduğu merkeze iade eden bir risale telif etmeye karar verdim. Uzun bir mesai neticesinde eseri müsvedde haline getirmiştim ki; bir grup arkadaşla birlikte Yed-i Beyza Dergisi’ni neşretmeye karar verdik. Derginin ilk sayısında da, “Kum Denizinde Bir Yıldız: Ebu Hureyre” başlığıyla kitabın çıkacağını ilan ettim. Ne ki çeşitli nedenlerden dolayı bir son okuma yapıp kitabın neşrine muvaffak olamadım. Bu gün geldiğimiz nokta itibariyle, Ebu Hureyre’yi (r.a.) müdafa etmenin topyekün İslam Medeniyeti’ni müdafaa etmek olduğunu düşündüğümden bu risaleyi makale formatında da olsa yeniden yazmaya kendimi mecbur hissettim.

Bu makalede Ebu Hureyre’nin (r.a.) hayatını, hadis ilmindeki behresini, O’na yöneltilen tenkitlerin hangi fideliğe ait olduğunu, muarızlarının neler söylediğini ve kitaplardaki Ebu Hureyre (r.a.)portresinin ne anlattığını bulacaksınız. Bir anlamda gerçek Ebu Hureyre (r.a.)ile ideolojik okumalara göre tanımlanan Ebu Hureyre (r.a.) arasındaki derin uçurumu göreceksiniz.

Adı

Adı Abdurrahman b. Sahr, Cahiliyye’de ki adı ise; güneşin kulu anlamına gelen “Abdi Şems”. Allah Rasülü (s.a.v.) Cahiliyye’den iz taşıyan ismini Abdullah ya da Abdurrahman[1] olarak değiştirir. Künyesi; Ebu Hureyre (r.a.) olarak maruftur.[2] Ganem b. Devs el-Yemani’nin oğludur. Allah Rasülü’nden (s.a.v.) en fazla hadis rivayet eden sahabi olarak şöhret bulmuştur.

Adından daha fazla şöhret bulan künyesi ile alakalı -kendi dilinden- kitaplarda şu kayıtlar vardır: “Ailemin koyunlarını otlatırdım. Küçücük bir kedim vardı. Geceleyin onu bir ağaca yerleştirirdim. Gündüz olunca kedimi alır, yanımda götürür, onunla oynardım. Bu yüzden beni kedimle künyelendirdiler.”[3] Rivayette çocukluk yıllarındaki oyun meşgalesinden bahsetmesi “Ebu Hureyre” olarak künyelendirilmesinin Allah Rasülü’ne (s.a.v.) ait olmadığı, söz konusu künyenin Hazreti Rasülüllah (s.a.v.) tarafından benimsendiğini gösterir. Efendimiz (s.a.v.) O’nu çağırırken künyesini “Ebu Hirr” formatında kullanırdı. Bu yüzden “beni Ebu Hureyre diye tekniye etmeyin, çünkü, erkek kadından daha hayırlıdır.” derdi.[4]

İslam’dan Önceki Hayatı

Yemen’de dünyaya geldi. Akranları gibi kabile ortamında ve çöl ikliminde, halis bir arap genci olarak yetişti. Ailesinin koyunlarını güttü. Onlara hizmet etti.

Küçük yaşta babasını kaybettiğinden yetim olarak neşvü nema buldu. Topyekün hayrı bünyesinde barındıran İslam’ı, Allah O’na ihsan edinceye kadar hayatın türlü zorluklarına katlandı.[5]

Kendi anlattıkları dışında fazla bir şey bilmediğimizden, Ebu Hureyre’nin (r.a.) İslam öncesi hayatıyla alakalı etraflı bir çalışma yapma imkanımız maalesef ki yoktur.

Müslüman Oluşu

Ebu Hureyre (r.a.), İslam’la Hicret’ten önce tanıştı. Müslüman olmasına sebep olan sahabi ise Tufeyl b. Amr ed-Devsi’dir. Kabilesi içerisinde vakarlı ve çokca ziyafet veren biri olarak şöhret bulan Tufeyl, Mekke’ye gelir, bütün engellemelere rağmen Allah Rasülü (s.a.v.) ile karşılaşır ve Müslüman olur. Efendimiz (s.a.v.) O’na İslam’ı anlatır, Kur’an okur. Tufeyl Allah Rasülü’nün (s.a.v.) huzurunda iliklerine kadar imanın halavetini yaşar. Efendimiz’den, (s.a.v.) İslam’ı kavmine tebliğ etme noktasında Cenab-ı Hakk’ın yardımına nail olabilmesi için dua etmesini talep eder. Hz. Rasülülah da (s.a.v.) : “Allahım! O’na bir alamet ver” diye dua eder.[6]

Tufeyl, memleketine döner. Anne ve babasını İslam’a davet eder. Babası Müslüman olur. Fakat annesi İslam’ı reddeder. Ardından kavmini çağırır. Çağrıya yalnızca Ebu Hureyre (r.a.)icabet eder. Devs kabilesi daveti ağırdan alır. Tufeyl tekrar Mekke’ye döner ve kavmini Allah Rasülü’ne (s.a.v.) şekva eder: “Devs asi oldu, onlara beddua et ya Rasülellah” (s.a.v.) der.[7] Efendimiz (s.a.v.): “Allahım! Devs’e hidayet ver” diye dua eder. Sonra Tufeyl’e; “Kavmine geri dön, onları İslam’a davet etmeye devam et ve yumuşak ol” buyurur. Tufeyl, Devs’e geri döner, Allah Rasülü (s.a.v.) hicret edinceye kadar davete devam eder. Bedir, Uhud ve Hendek savaşları geride kalır. Yani aradan yıllar geçer. Kavminden Müslüman olanlarla birlikte Allah Rasülü (s.a.v.) Hayber’de iken O’na (s.a.v.) gelir. Tufeyl ile birlikte yetmiş ya da seksen hane Medine’ye hicret eder.[8]

Tufeyl b. Amr’ın terceme-i hali, Ebu Hureyre’nin (r.a.) Hayber’in fethinden yıllar önce Müslüman olduğuna tanıklık etmektedir. Zaten İbn Hacer gibi bir çok muhakkik biyografi yazarı da buna vurgu yapmaktadır. [9]

Hicreti

Ebu Hureyre (r.a.) Devslilerle birlikte Medine’ye hicret edişini anlatırken şunları söyler: “Allah Rasülü (s.a.v.) Hayber’e gitmişti ki, ben muhacir olarak Medine’ye geldim. Sabah namazını Efendimiz’in (s.a.v.) kendi yerine vekil bıraktığı Siba’ b. Urfuta’nın arkasında kıldım. Urfuta ilk rekatta “Meryem” ikinci de ise “Mutaffifin” suresini okudu.[10]

Devsliler, sabah namazını kıldıktan sonra bir rehberin refaketinde Hayber’e, Allah Rasülü’nün (s.a.v.) huzuruna varırlar. O sırada ganimet malları taksim edilmektedir. Ebu Hureyre (r.a.) de taksimden pay ister. Eban b. Saîd b. As Allah Rasülü’nden (s.a.v.) Ebu Hureyre’ye (r.a.) ganimet vermemesini talep eder. Bunun üzerine Ebu Hureyre (r.a.), Eban b. Saîd’in Uhud’ta “İbn Kavkal”i şehit ettiğini, bu yüzden asıl pay almaması gereken kişinin O olduğunu söyler.[11]

Ganimetle alakalı bu rivayet de göstermektedir ki; Ebu Hureyre (r.a.)Hayber’den çok önce Müslüman olmuştur. Hem de Eban’ı tanıyıp Uhud’ta kimi şehit ettiğini bilecek kadar derin bir Müslüman.

Ebu Hureyre’nin (r.a.) Medine’de Siba’ b. Urfuta’nın arkasında kıldığı ilk sabah namazında hangi surelerin okunduğunu sonradan hatırlayacak kadar Kur’an’ı tanıması da Hayber’den önce Müslüman olduğuna tanıklık etmektedir.

Yemen’den Medine’ye doğru yürüyen Devsliler aşırı sıcaktan dolayı ancak gece yol alabilmişlerdi. Yine bir geceydi ki Ebu Hureyre (r.a.)kölesini kaybetmişti. Ya da köle kaçmıştı. Ebu Hureyre (r.a.)Allah Rasülü’ne (s.a.v.) varıp biat ettikten sonra köle ortaya çıktı. Efendimiz (s.a.v.) : “Ya Eba Hureyre! Bu kölendir. Sana geldi.” buyurunca, Ebu Hureyre: “Köle mahza Allah rızası için hürdür.” diye karşılık verdi.[12]

Ebu Hureyre (r.a.), Allah Rasülü’ne (s.a.v.) kavuşmanın, O’na biat etmenin sevinciyle kaybolan ya da kaçan kölesini azat etti. Ne var ki ondan başka kölesi de yoktu. Fakat inanıyordu ki nimetlerin en büyüğüne, Allah Rasülü’ne (s.a.v.) kavuşmuştu. Bunun şükrü için bir köle azat etmek ne idi ki.

Ebu Hureyre’nin (r.a.) Müslüman oluşunu Hayber’e bağlayan, hicret edişinde de aç karnını doyurmak gibi süfli bir gaye arayanlar, O’nun Allah Resülü’ne ulaşmanın verdiği sevinçle kölesini azat etmesini nasıl izah edecekler?! Hayber’de aldığı ganimet, azat ettiği kölenin kaç onda biri eder?! Sonra madem gayesi aç karnını doyurmaktı, niçin açlığı tercih edip bütün mesaisini Allah Rasülünden (s.a.v.) hadis öğrenmeye adadı?!

Allah Rasülü ile Birlikteliği

Ebu Hureyre (r.a.) hazarda ve seferde Allah Rasülü’nden (s.a.v.) ayrılmadı. Evine gider, bütün meclislerinde hazır bulunurdu. Suffe’yi kendisine karargah edinmişti.

A’la el-Hadrami Bahreyn’e vali atandığında (h.8) Allah Rasülü (s.a.v.) Ebu Hureyre’yi (r.a.) müezzin olarak O’nunla birlikte göndermişti.[13] Hayber sonrası başlayan Peygamberle birlikteliğe konan bir ara noktası oldu Bahreyn görevi. Hicri 9 yılında Tebük seferi için açılan yardım kampanyasına katılması[14] ayrılığın en fazla bir yıl sürdüğünü göstermektedir.

Ebu Hureyre’nin (r.a.) Allah Rasülü (s.a.v.) ile olan birlikteliği Humeyd b. Abdirrahman Himyerî’ye göre dört yıl sürmüştü. Çünkü Hayber’in fethi ile Efendimiz’in (s.a.v.) irtihali arasında dört yıllık bir zaman vardı.[15] (Dört yıl, birlikteliğe Bahreyn kesintisinin dahil edilmemiş halidir).

İlme Adanan Ömür

Ebu Hureyre (r.a.), ömrünü Allah Rasülü’nün (s.a.v.) sünnetini tedvin ve tebliğe adamıştı. İnsanlar dünyalık isterken o ilme talip olmuştu. Zeyd b. Sabit anlatıyor: “Bir gün ben, Ebu Hureyre (r.a.)ve bir arkadaş mescitte Cenab-ı Hakk’a dua ediyorduk. Allah Rasülü (s.a.v.) çıkagelip yanımıza oturdu. Efendimiz (s.a.v.) oturunca biz sustuk. Önceki halinize dönün/devam edin buyurdu. Ben ve arkadaşım Ebu Hureyre’den (r.a.) önce dua ettik. Allah Rasülü (s.a.v.) duamıza “amin” diyerek iştirak etti. Sonra Ebu Hureyre (r.a.)dua etti; “Allahım! Senden bu iki arkadaşımın istediğini bir de, unutulmayacak ilmi istiyorum.” dedi. Efendimiz (s.a.v.) O’nun duasına da “amin” dedi. Bunun üzerine; “Ey Allah’ın Rasülü (s.a.v.) unutulmayacak ilmi biz de istiyoruz.” dedik. Ne ki Allah Rasülü (s.a.v.) “Devsli” (Ebu Hureyre) sizi geçti buyurdu.[16]

Peygamber dualarının bir kısmı “meşiet-i İlahide”dir. Neticelerini bilemeyiz. Fakat önemli bir bölümüne icabet edilmiştir. Efendimiz (s.a.v.), Abdullah b. Abbas’a (r.a.) hitaben: “Allahım! O’na Kur’an ilmini öğret.”[17] diye dua etmişti. O duanın bereketiyle İbn Abbas (r.a.), Kur’ani ilimlerde o kadar derinleşti ki çağının insanları O’nu; “Hibru’l-Ümme”, “İlim denizi”, “Müfessirlerin Reisi”, “Tercümanu’l-Kur’an” gibi lakaplarla anar olmuşlardı.[18] Aynı bereket Ebu Hureyre’yi (r.a.) de kuşattı. Öyle ki, Efendimiz’le (s.a.v.) dört yıl kalmasına rağmen yirmi üç yıl Peygamberin yanında yer alan Ebu Bekir’den (r.a.) ya da hadisleri yazarak muhafaza eden Abdullah b. Amr b. As’tan (r.a.) daha fazla hadis rivayet etti.

Hz. Aişe (r.ah.), bir gün Ebu Hureyre’yi (r.a.) davet eder ve O’na şunları söyler; “İşittiğini işitmemize, gördüğünü görmemize rağmen sadece Allah Rasülü’nden (s.a.v.) senin rivayet ettiğin ve bize ulaşan bu hadisler neyin nesidir?

– Ey anneciğim! Ayna, sürmedan ve Hazreti Rasülülah’a (s.a.v.) güzel görünebilmek için allanıp pullanma, seni hadis dinlemekten alıkoyardı. Allah’a yemin olsun ki hiçbir şey benim O’nu dinlememe engel olamadı.[19]

Allah Rasülü (s.a.v.) buyurdu ki; “Ebu Hureyre (r.a.) ilmin kabıdır.”[20] Yani O’na Allah öyle bir hafıza lutfetmiştir ki, tek başına sünneti muhafaza eden bir arşiv gibidir.

Hakem b. Mervan, Ebu Hureyre’nin (r.a.) hafızasını belki de sadakatini sınamak için bir gün O’nu sarayına çağırır. Hadisle alakalı bir takım sorular sorar. Tahtının arkasına oturttuğu sekreterine de O’nun rivayetlerini yazmasını söyler. Yılbaşı olunca O’nu tekrar çağırır. Ebu Hureyre (r.a.) perdenin arkasına oturur. Mervan önceki rivayetlerini sorar. O da söyler. Sekreter diyor ki; “Rivayetleri yazılanlardan takip ettim. Ne fazla, ne eksik vardı. Ne de takdim tehir yaptı.”[21] Aynen rivayet etti.

Talha b. Ubeydillah adına kayda geçen şu ifadeler de O’nun hadiste ne derece haklı bir mevkiye sahip olduğunu göstermektedir: “Allah’a yemin olsun ki; Ebu Hureyre (r.a.)Allah Rasülü’nden (s.a.v.) bizim duymadıklarımızı dinledi, bilmediklerimizi öğrendi. Biz zengin bir kavimdik. Evlerimiz, ailelerimiz, çocuklarımız vardı. Sabah ve akşam Hazreti Rasülülah’a (s.a.v.) gelir sonra geri dönerdik. Ebu Hureyre (r.a.) ise malı, eşi ve de çocuğu olmayan fakir biriydi. Efendimiz’in (s.a.v.) yanında durur, gittiği her yerde O’na refakat ederdi. Haliyle bizim bilmediklerimizi öğrendi. Bu yüzden hiçbir sahabi Allah Rasülü’nün (s.a.v.) söylemediğini O’na isnat ediyorsun diye Ebu Hureyre’yi (r.a.) itham etmedi.[22]

Çok hadis rivayet etmesini yadırgayanlara ya da Rasülülah’la (s.a.v.) beraber olduğu zamana kıyasla hadislerinin fazla oluşuna anlam veremeyenlere O şöyle derdi: “ Ensar kardeşlerim tarlalarında ziraatle, muhacir de çarşıda ticaretle meşgul olurdu. Bense karın tokluğuna sürekli Allah Rasülü’nün (s.a.v.) yanında kalır, onların görmediğine muttali olur, unuttuklarını da muhafaza ederdim.”[23]

“Muhacir ve Ensar’a ne oluyor da Ebu Hureyre (r.a.) kadar hadis rivayet etmiyorlar, halbuki onların içinde Allah Rasülü’yle (s.a.v.) uzun yıllar birlikte olan sahabiler var.” türünden yapılan serzenişlere bir defasında şöyle karşılık vermişti: “Eğer Allah’ın Kur’an’ında indirdiği şu iki ayet olmasaydı asla hiçbir şey rivayet etmezdim:”[24] “Biz kitapta belirttikten sonra açık delilleri ve hidayeti gizleyenler varya, işte onlara hem Allah lanet eder, hem de bütün lanet ediciler lanet eder. Ancak tevbe edip, durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar lanetlenmekten kurtulmuşlardır.”[25]

Normal hafızaya sahip acem bir talebe, gayretli bir çalışmanın neticesinde sekiz-on ayda hafız olabilir. Peki ya, Arap olan yani Sünnet’in dilini konuşan, Hz. Rasülülah’ın (s.a.v.) duasına nail olan ve de dört yılını sürekli Rasülülah’a (s.a.v.) tahsis eden bir sahabinin beş bin küsür hadis ezberleyip rivayet etmesi niçin birilerin idrakini zorluyor?!

Rivayet Tarzı

Ebu Hureyre’nin (r.a.) Efendimiz’e (s.a.v.) olan fart-ı muhabbeti, dünyevi işlerden yüz çevirmesine, bütün mesaisini hadis öğrenmeye ve öğrendiklerini tebliğ etmeye adamasına neden oldu. Zenginlerin arasına karışmaz, meclislerine oturmazdı.[26] Fakat, hadis tebliğ etme noktasında zengin-fakir, hakim-mahkum ayırt etmez bütün ümmeti muhatap kabul ederdi. Bunu yaparken hadislerin olduğu gibi rivayet edilmesine özen gösterirdi. Hadis rivayet ederken hariçten söz söylenmesine müsaade etmezdi. Bir defasında rivayetlerini darb-ı meselle açıklayan bir adama şöyle demişti: “Ey kardeşimin oğlu! Allah Rasülünden (s.a.v.) sana bir hadis rivayet ettiğimde O’nu örneklerle açıklamaya kalkışma.”[27]

Bir gün abdest alan bir topluluğa rastladı. Onlara; “Abdesti noksansız alın. Abdestin hakkını vermeyenler için Allah Rasülü (s.a.v.) buyurdu ki; Kuru kaldığından dolayı ateşte yanacak topuklara yazıklar olsun.”[28] dedi. Bu örnekte de görüldüğü gibi O, hadisi şerifleri tebliğ ederken insanların konumlarına bakmaz, mukteza-i hal, neyi amirse ona göre konuşurdu. İnşa edilirken Mervan’ın evine girmişti. Baktı ki binada resimler var. Hadiseye müdahale etti ve şunları söyledi; “Allah Teala şöyle buyurdu (Hadis-i Kutsi): “Benim gibi yaratmaya cüret edenden daha zalim kim vardır?”[29]

Ebu Rafi’ diyor ki: “Ebu Hureyre (r.a.) ile birlikte yatsı namazını kıldım, “İnşikak” süresini okudu ve yirmi birinci ayete gelince tilavet secdesi yaptı. Hayretle “ne yaptın” dedim. Allah Rasülü (s.a.v.) bu sureyi okudu ben de arkasındaydım, secde ayetine gelince birlikte secde ettik. Ahirette tekrar O’nunla buluşuncaya kadar da bu sureyi her okuyuşumda secde etmeye devam edeceğim.”[30] dedi. ***

Ebu Hureyre, Allah Rasülü’nü (s.a.v.) gördü, dinledi sonrada O’ndan görüp dinlediklerini çağının tanıklarına tebliğ etti. Bu yolda sahabe de O’na yardım etti. Bir anlamda Peygamber adına konuşan Ebu Hureyre’nin (r.a.) hakikati rivayet eden dili oldu sahabe. Eşas’ın babası adına naklettiği hatıra, söylediklerimize tanıklık etmektedir: “Babam Medine’ye geldi. Birde ne görsün. Ebu Eyyüp, Ebu Hureyre’den (r.a.) hadis rivayet ediyor. Kendini alamayıp O’na şöyle dedi: “Rasülülah (s.a.v.) katında belli bir makama sahip olduğun halde Ebu Hureyre’den (r.a.) hadis mi rivayet ediyorsun?”

– Ebu Hureyre (r.a.)vesilesi ile rivayet etmek, direkt Rasülülah’tan (s.a.v.) rivayetten bana daha sevimli geliyor.[31]

Hususi Görevleri

Ebu Hureyre’nin (r.a.) vazife-i asliyesi hadis rivayet etmekti. Gittiği her yerde meclisler kurulur mukteza-i hale göre Rasülülah’ı (s.a.v.) anlatırdı. Hadis muallimliğinin yanı sıra, daha hususi görevler de ifa etmişti. Bizzat Efendimiz’in (s.a.v.) işrafıyla A’la el-Hadrami ile birlikte İslam’ı yaymak ve Müslümanlara dini meselelerini öğretmek üzere Bahreyn’e gitmişti. Orada müezzinlik yaptı, hadis rivayet etti, fetva verdi. Hz. Ömer (r.a.), devr-i hilafetinde O’nu tekrar Bahreyn’e gönderdi. Fakat müezzin-muhaddis olarak değil, vali-muhaddis olarak.[32]

Hz. Muaviye (r.a.) Medine Valisi Mervan’ı görevden alınca yerine Ebu Hureyre’yi (r.a.) vali olarak atadı. Sonra O’nu azletti. Ardından göreve Mervan’ı getirdi. Tekrar Mervan’ı görevden aldı. Ebu Hureyre’yi (r.a.) ikinci kez atadı.[33]

O, Medine valisi olduğu zamanlarda sırtında odun taşır, sair insanlar gibi sıradan bir hayat yaşardı.

Fitne Zamanındaki Duruşu

Ebu Hureyre, Hz. Osman (r.a.) zamanında zuhur eden fitnelere karşı Halifenin yanında yer aldı. Fitnenin dehşetli anlarında bile Hz. Osman’ı (r.a.) müdafaa etti. Öyle ki son nefesinde O’nunla birlikte idi.[34]

Hz. Osman’ın (r.a.) şehadetini müteakip yıllarda hadiselere karışmadı. Bir çok sahabenin yaptığı gibi i’tizali tercih etti. Ne Hz. Ali’nin (r.a.) ne de Hz. Muaviye’nin (r.a.) ordusunda yer aldı. Çünkü “Yakında fitneler zuhur edecek. O zaman oturan ayaktakinden, ayaktaki yürüyenden, yürüyen koşandan daha hayırlıdır. Kim ona rastlarsa geri dursun. Bir melce ve sığınak bulan oraya sığınsın.”[35] hadisini O rivayet etmişti.

***

Ehl-i Beyte karşı fart-ı muhabbeti vardı. Sa’d b. Bekr’in mevlası diyor ki; Hz. Hasan’ın öldüğü gün, Ebu Hureyre’yi (r.a.) mescitte ayakta gördüm. Ağlıyor ve yüksek sesle şöyle diyordu: “Ey İnsanlar!… Bu gün Allah Rasülü’nün (s.a.v.) sevgili torunu vefat etti.” O’nu bu halde gören hazirunda ağladı.”[36]

Zühtü

Ebu Hureyre (r.a.) çok ibadet ederdi. Kendine has bir virdi vardı. Her ayın başından üç gün oruç tutar,[37] pazartesi ve perşembe orucunu da aksatmazdı.[38]

Ebu Osman en-Nehdi anlatıyor; “Ebu Hureyre’ye (r.a.) yedi gece misafir oldum. O, hanımı ve hizmetçisi geceyi üçe böler nöbetleşe ibadet ederlerdi. Gecenin üçte birinde, biri namaz kılar, sonra diğerini kaldırır, kalkan kılar, ardından da O, diğerini uyandırırdı.[39]

Ebu Hureyre Allah Rasülü (s.a.v.) ile olan üç yıllık birlikteliğine yılların bereketini sığdırdı. O’nun (s.a.v.) ahirete irtihalinden sonra, aynı aşk ve samimiyetle sünneti yaşamaya ve yaşadıklarını yaymaya devam etti. Çarşı-pazar derken iyiden iyiye dünyaya dalan insanlara ısrarla “Saadet Asrı”nı hatırlattı. Onları Rasülülah’ın (s.a.v.) mirası Kur’an ve Sünnet’e sahip çıkmaya çağırdı.

Hastalığı ve Vefatı

Ebu Hureyre’yi (r.a.) hayatının sonlarına doğru dayanılmaz bir irtihal tutkusu kuşattı. Hasta yatağında kendisini ziyarete gelen Ebu Seleme b. Abdirrahman; “Allahım! Ebu Hureyre’ye (r.a.) şifa ver.” diye dua edince, O şöyle mukabelede bulundu: “Allahım! beni tekrar (dünyaya/sihhate) döndürme.” Bu duayı iki defa tekrar etti ve sonra şöyle dedi: “Ey Ebu Seleme! Eğer ölmek gücün dahilinde ise hemen öl. Nefsimi kudretinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki, alimler üzerine ölümün kırmızı altından daha sevimli olduğu bir zamanın gelmesi yaklaşmıştır. Ya da yakında insanlar öyle bir ortamda bulunacaklar ki, adam Müslümanın kabrine gelecek ve ‘şu kabrin sahibi olmayı ne kadarda isterdim.’ diyecektir.”[40]

Vefat ettiği gün, Mervan b. Hakem kendisini ziyaret etti ve “Allah Teala şifalar versin” diye dua etti. Ebu Hureyre (r.a.)“amin” yerine şöyle dedi: “Allahım! sana kavuşmayı arzuluyorum. Sen de benim vuslatımı arzula.”[41]

Dar-ı Bekaya irtihal ettiğinde takvim hicri 58’i gösteriyordu. Yaşı 78 idi. Cenazenin techiz ve tekfin işlerini İbn Ömer (r.a.) ile Ebu Said-i Hudri (r.a.) ifa etti. Namazı Velid b. Utbe kıldırdı.[42] Cennetu’l-Bagi’ye defnedildi.

***

Allah Rasülü’nün (s.a.v.) irtihalinden sonra evlenen Ebu Hureyre’nin (r.a.) dört çocuğu oldu. Üçü erkek biri kızdı. Kızı, tabiin devrinin büyük imamı Said b. Müseyyeb ile evlendi.[43]

TENKİT

Ebu Hureyre… Adı belli. Nesebi malum. İslam’dan sonraki hayatı aşikar; sadık bir sahabi. Hazarda seferde hep Allah Rasülü (s.a.v.) ile beraber. İlme o kadar haris ki, dünya hiç gözüne gelmiyor. Ya da ikisinin bir arada barınamayacağını bildiğinden talebelik yıllarında dünyayı boşuyor. İlim uğruna çektiği açlık, bazen karnına taş bağlatıyor, bazen ciğerini toprağa dayamasına sebep oluyor. Kuvvetli hafızası, Hz. Rasülülah’ın (s.a.v.) duasıyla olağanüstü bir bereket kazanıyor. Sahabe, neden herkesten daha fazla hadis rivayet ettiğini O’na sorduğunda, Efendimiz’e (s.a.v.) mülazemetini gerekçe gösteriyor.

Tarihi hakikatlerin anlattığı Ebu Hureyre (r.a.) bu koordinatlar çerçevesinde yer almakta. Ne ki, bir de ideolojik okumaların, şahsi ihtirasların, cehaletin yönlendirdiği zıt okumalar var. Bu noktada söylenenleri, yazılıp çizilenleri, tarihi hakikatlerin en ileri derecede nasıl tahrif edilebileceğinin numuneleri olarak görebilirsiniz.

Münekkitlerin Not Defteri

Din ve meşrep itibariyle farklı yerlerde duran, fakat Ebu Hureyre (r.a.) karşıtı olma noktasında bir araya gelen Hakikat’in münekkitlerine göre; O’nun her ameliyesinde hususi niyetler vardır. Ebu Hureyre’nin (r.a.) Allah Rasülü (s.a.v.) ile birlikteliği hadis tahsilinden öte, aç karnını doyurmaya matuftur! Emanetinde gizli bir hıyanet, cömertliğinde saklı bir riya aranmalıdır. Hadis ezberlemesinin arka planında hileler mevcuttur. Rivayetleri, uydurmadır! Fakirlik zarfında kusur, tevazu libasında zillet mündemiçtir! Emr-i bi’l-ma’ruf’u insanları aldatmaya yöneliktir! Fitne yıllarında uzlete çekilmesi ise hizipçilik olarak yorumlanmalıdır!

Yaşadıkları devir, ait oldukları din ne olursa olsun Ebu Hureyre karşıtlarının not defterlerindeki hezeyan büyük oranda ayniyet arz etmektedir.

TENKİT EDENLER

Ebu Hureyre’yi (r.a.), İslam’ı ideolojik kalıplara sokmak isteyenler tenkit etti. Çünkü O’nun rivayet ettiği hadisler İslam’ın tahrif edilmesine mani olmaktaydı. Bu noktada bir çıkış yolu bulunmalıydı. İdeolojilerin meşruiyeti için Ebu Hureyre’nin (r.a.) rivayetleri aşılmalıydı. Bu yüzden O’nu yalancılıkla itham ettiler. Böylece dini tahrif hareketine meşruiyet kazandıracaklardı. Mu’tezile’den Şia’ya, Oryantalizmden Moderniteye kadar Ehl-i Sünnet karşıtı her anlayış O’nu tenkit etti. Tenkitte öncülük ise Mu’tezile’ye, O’nun içinde de “Nazzam”a aittir.

Nazzam

Adına “Nazzamiye” diye bir fırka da nisbet edilen meşhur mutezili Nazzam, Ehl-i Sünnet karşıtı fikirlerin odağıdır. Büyük sahabileri tenkit ve tekzip eden Nazzam, imametin Hz. Ali’nin (r.a.) hakkı olduğunu, bu noktada Allah Rasülü’nden (s.a.v.) mervi bir çok nass bulunduğunu fakat Hz. Ömer’in (r.a.) onları gizlediğini iddia eder. Hudeybiye’de Efendimiz’e; (s.a.v.) “Sen Allah’ın Rasülü (s.a.v.) değil misin? Biz hak yolda değil miyiz? Müşrikler ise batıl üzere değil mi?” diye sorarak Hz. Ömer’in (r.a.) imanda şüpheye düştüğünü[44] savunan Nazzam, Ebu Hureyre’den (r.a.) hadis rivayet eden alimleri de ayıplar ve O’nun için “Ebu Hureyre (r.a.) insanların en yalancısıdır.”[45] iddiasında bulunur.

Sahabenin adaletini tartışmaya açan, daha da ileri giderek onları Allah Rasülü (s.a.v.) adına hadis uydurmakla itham eden Nazzam’ın hedefinde Sünnet’in otaritesini sarsmak vardır. Bunun kendince en makul yolu, ashabı töhmet altında bırakmaktır. Yalanla iç içe olanların rivayetleri merdut olduğuna göre, Nazzam’ın; “Kur’an’ın nazmında ki i’cazı inkar, mucizeleri reddetme, v.b. ” hususlarda temerküz eden görüşlerine, Hz. Rasülülah’tan (s.a.v.) naklettikleri hadislerle geçit vermeyen sahabenin rivayeti de pekala redde müstahaktır! Doğrudan Hz. Rasülülah’la (s.a.v.) hesaplaşmaya cesaret edemeyen Nazzam, Ebu Hureyre (r.a.)ve benzeri büyük sahabilerin sadakat ve imanını sorgulayarak kendine meşruiyet kazandırmaya çalışır. Gizli gündemini ifşa eden Sünnet ve Cemaat Alimleri Nazzam’ı red ve tekfir etmişlerdir. Sadece Ebu’l-Hasan el-Eşari O’nun tekfir edilmesiyle alakalı üç eser telif etmiştir.[46] Nazzam’ın da bağlısı bulunduğu Mu’tezile’nin nasıl bir anlayışa sahip olduğunu anlayabilmek için hicri 213’te vefat eden Sumame b. Eşres’in Cuma namazına yetişme telaşıyla camiye koşuşturan halkı kasdererek; “Bakın şu öküzlere, eşeklere” “Bu arab (Efendimiz’e işaret etmekte) insanların başına ne iş açtı.” [47] nev’inden serdettiği hezeyan kafidir.

Şia

Hz. Rasülülah’ın (s.a.v.) ahirete irtihaliyle ashabın çoğunluğunun irtidat ettiğini iddia eden Şia, kendi anlayışını temellendirebilmek için bütün yolları meşru kabul etmiştir. Hz. Ali’nin (r.a.) imametini isbat noktasında bir çok hadis uydurmuştur. Nitekim “Nehcu’l-Belağa” şarihi Şii müellif İbn Ebi’l-Hadid hadis uydurduklarını açıkça itiraf etmektedir.[48]

Hz. Ali’nin (r.a.) karşısında yer alanları tenkit ve tekfir eden Şia, fitne yıllarında uzleti tercih edip ilimle iştigal eden Ebu Hureyre’yi (r.a.) de sıkı bir şekilde eleştirmiştir. O’nu, Emevi ve Muaviye yanlısı olmakla itham etmiştir. Şia’nın Ebu Hureyre’yi (r.a.) reddetmesinin arka planında, en çok hadis rivayet eden sahabi olmasına rağmen, Hz. Ali’nin (r.a.) imametine dair tek bir rivayetinin olmaması vardır. O’nu, adil kabul etmeleri durumunda kendileriyle çelişki içinde olacaklarını düşünmüşlerdir; “Madem Ebu Hureyre (r.a.) tek başına bir hadis mecmuasıdır, o takdirde niçin imanın esaslarından biri kabul ettiğiniz imametin Ali’ye (r.a.) tahsisi noktasında hiç rivayeti yoktur” nev’inden yöneltilecek muhtemel itirazın önünü kapatmaya çalışmışlardır.

Oryantalizm

Mu’tezile ve Şia tecrübesi, Sünnet’e rağmen yeni yaklaşımlar benimseyenlerin meşru addedilmelerinin imkansız derecede zor olduğunu göstermiştir. Yegane hedefi İslam’ın saf duruşunu bozup, yerine muharref bir İslam ikame etmek olan oryantalizmin İslami İlimlerle ilgilenmesi Ebu Hureyre (r.a.) bahsine farklı bir boyut getirmiştir. Şarkiyatçılar O’nu doğrudan reddetmenin yanı sıra müşahhas çalışmalarla hususi şüphe alanları da var etmişlerdir. En az Mu’tezile ve Şia kadar da etkili olmuşlardır. Çünkü söz konusu şüphelerin Mu’tezile ve Şia vesilesiyle ortaya atıldığı yıllarda Müslüman toplumda müktesabatı sağlam alimler vardı. Bugünse, bir onların yokluğu bir de Müslüman talebelerin master ve doktora eğitimi için batı ülkelerindeki üniversiteleri tercih etmeleri, oryantalizmin elini güçlendirmesine imkan sağlamaktadır.

Hadis üzerine yaptığı çalışmalarla öne çıkan Şarkiyatçı Sprenger (v. 1893) Allah Rasülü’nü (s.a.v.) anlattığı eserinde, Ebu Hureyre’den; (r.a.) aşırı dindarlığı sebebiyle hadis uydurmaktan çekinmeyen bir yalancı olarak bahseder. Dayanılmaz bir İslam düşmanı olan Ignaz Goldziher (v. 1921) ise, Ebu Hureyre’nin (r.a.) Emeviler’in çıkarları doğrultusunda hadis uydurduğunu iddia eder.[49]

Orayantalizmin Ebu Hureyre (r.a.)hakkında ürettiği mesnetsiz iddialarının temelinde O büyük sahabinin şahsında bütün hadis mecmualarının sıhhatini lekelemek vardır. Kemiyyet itibariyle Ebu Hureyre (r.a.) rivayetlerinin ciddi bir yekün tuttuğu hadis kitapları, O’nun yalanla itham edilmesiyle itibar kaybına uğrayacak, neticede mesailinin çoğunluğunu hadisle temellendiren fıkıh ve kelam gibi İslami Disiplinler büyük bir sarsıntı yaşayacaktır. Şia’nın hadis hususunda irtikap ettiği tahrifata verdiği mukni cevaplarla büyük bir boşluğu dolduran İmam-ı Rabbani Hazretleri bu noktada şunları söylemektedir; “Ebu Hureyre’yi (r.a.) karalamak şer’i hükümlerin yarısını da inkar etmek anlamına gelmektedir. Çünkü şer’i hükümlerle alakalı üç bin hadis vardır. Bunların bin beş yüzü Ebu Hureyre’nin (r.a.) rivayetine dayanmaktadır.[50]

Mustağripler

Oryantalizm’in Ebu Hureyre (r.a.)çevresinde oluşturduğu şüpheler kısa zamanda İslam coğrafyasında makes bulmuştur. Bazı Müslüman müellifler Ebu Hureyre’yi (r.a.) tenkit modasına katılmakla kalmamış O’nunla alay etmişlerdir. “Şeyhu’l-Madire”[51] gibi şen’i bir yakıştırma maalesef ki Müslümanlık iddiasında bulunan bir yazara aittir.

Orayantalizmle yeni bir hal alan Ebu Hureyre’yi (r.a.) tenkit cereyanı, İslam dünyasında Şii müellif Abdulhuseyn Şerefuddin el-Amili, talebesi Muhammed Ebu Reyye ve Mısırlı yazar Ahmed Emin gibi müelliflerle temsil imkanı bulmuştur. İlk aşamada tenkitlerin şarkiyatçılara ait olduğunu itiraf eden “reddi mirasçılar” ciddi tepkilerle karşılaşınca hezeyanların tamamiyle kendilerine ait olduğunu iddia etmişlerdir. Böylece, işbirlikçi olmadıklarına Müslümanları inandıracaklardı. Bu noktada Mustafa es-Sibaî şunları nakletmektedir: “Hicri 1360 yılında Ezher’de İmam Zühri hakkında münakaşa patlak verdiği zaman Sünnet düşmanı Ahmed Emin, Ali Hasan Abdulkadir’e İslam’ı tahrif ederken nasıl bir strateji izlemesi gerektiğini tenbihlerken şu hususa dikkat çekmişti: Oryantalistlerden aldığın görüşleri açıkça onlara nisbet etme, Ezher Ulemasına isnat et, kendi hususi araştırmalarının neticesi olarak göster. Yeni yaklaşımlara, onlarla kontakt kuranları rahatsız etmeyecek derecede şeffaf maskeler geçir. Tıpkı benim “Fecru’l-İslam” ve “Duha’l-İslam” kitaplarında yaptığım gibi…”[52]

Mu’tezile ve Şia ile başlayan Ebu Hureyre (r.a.) karşıtlığı Sünnet ve Cemaat Alimlerinin mukni cevapları haiz eserleriyle tesirsiz hale getirilmişdi. Batının siyasi nüfüzunu arkasına alarak İslam’a saldıran Oryantalizmin tetiklenmesi ile hastalık yeniden nüksetti. Bugünse şifa bulmaz bir illet olarak mikrop salmaya devam etmektedir.

Makalenin bundan sonraki bölümünde Ebu Hureyre (r.a.) karşıtlarının O’na yönelttikleri tenkitleri İslami usul ve esaslar çerçevesinde tahlil edecek ve neden Ebu Hureyre (r.a.) üzerinde himmetlerini(!) teksif ettiklerini cevaplamaya çalışacağız. Bunu yaparken Şii müellif Abdulhuseyin Şerefuddin’in “Ebu Hureyre”, şakirdi Muhammed Ebu Reyye’nin “Edva ala Sünneti’l-Muhammediyye” ve Ahmed Emin’in “Fecru’l-İslam” isimli kitaplarında tenkit konusu yaptıkları hususları esas alacağız. Çünkü bu üç müellif, İslami kimliğe sahip olmalarından dolayı Müslüman araştırmacılar nezdinde muteber ilim adamları olarak kabul edilmekte ve söyledikleri bazı hocalar tarafından aynen iktibas edilmektedir.

[toggle title=”Yazar Hakkında” state=”open” ]İhsan Şenocak & ihsansenocak2001@yahoo.com [/toggle]

admin

Soru ve görüşleiriniz için İrtibat: fikiratlasi1@gmail.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.