TASAVVUFTA AİDİYET BİLİNCİ
Tasavvuf edep ve erkân yoludur. Selim kalbe, selim akla, selim zevke ve selim tabiata sahip olmanın çabasıdır. İçe bakış sanatı, enfûsî âleme yolculuk, kendi gerçekliğimizi idrak, boşlukta kalmamızı engelleyen yol haritasıdır. Tasavvufî eğitimle kişide aidiyet duygusu üst düzeye çıkarılmak istenir. Tasavvufun muhatabı insandır. İnsanın başıboş yaratılmadığını öngörüp insan olarak hepimizin Allah’a, âleme, Hak dostlarına mensubiyetimiz hatırlatılır.
Allah’a mensubiyet her türlü kayıttan kurtulmanın gereğidir. Allah’a yönelenler kendi gerçekliğini idrak edenlerdir. O nedenle nefsini bilen Rabbini bilir denilmektedir. Allah’a ait olduğunu idrak edenler belirsiz adreslere savrulmaktan kurtulurlar. İstikameti Allah olanlar sabit kadem olurlar. Allah’ta karar kılmanın, Allah’tan gayrıya gönül vermemenin, Allah’la hoşnut olmanın adına fenâ fillah denilir. Allah’a ait olduğumuz hissini derinden hissetmenin adı olarak fenâ, vuslat şerbetini içmek ve rızâ-yı Bârî’yi hedeflemektir. Fenâ duygusuna erenler maddenin soğukluğunu, geçici heveslerin aldatıcılığını, dünyanın sonluluğunu görürler. Allah’a bağlılık özgürlüğün adıdır. Kulluğumuz hürriyetimizdir. Allah’a kulluktan uzaklaşanların esaretleri zindana dönüşmektedir. Allah’ta karar kılamayanlar madde, makam, etiket, enaniyet ve hevesler girdabında boğulmaya mahkumdurlar. Kesintisiz zikir talimi ile zakirler kalblerini tatmine koyulurlar. Şükür ve hamd anahtarı ile kanaat hazinesine sahip olan şâkirler huzur adasına varırlar. Alanın da verenin de Allah olduğunu bilen tevekkül ehli sahil-i selamete ulaşırlar. Allah’ın rızasından gayrı tüm yolların çıkmaz sokak olduğunu bilen âşıklar Allah’ın kahrını da lütfunu da bir görürler. Allah best bâki hevest diyen ârifler Allah’ı hissetmenin zevkine ererler. İşte tasavvuf verdiği zikir, tesbih, sabır, şükür, tevekkül, rıza, aşk ve irfan eğitimi ile Allah’tan gelip yine Allah’a gideceğimizi hatırlatan güçlü sedadır. O nedenle tasavvuf erbabı “Allah yâr” der ağyâra kulak asmazlar. Bu gerçekten hareketle yoluna devam eden tasavvuf eğitimi kişiyi müstağni kılar. Neyden müstağni? Maldan mülkten, tenden, servetten, mevkiden makamdan, etiketlerden müstağni. Sahip olduklarımızla avunmayı değil olmanın zevkini tatmayı öğretir. Kesrette boğulan, ilgi dağılması yaşayan, günlük hayatın anlamsız kuru kavgaları ile gücünü kaybeden, küfür, isyan ve cehalet kasırgaları ile savrulan günümüz insanının muhtaç olduğu can damarıdır bu aidiyet duygusu.
Bugün insanımız zevkinin kurbanı, iştahının zebunu, ihtirasının esiri, nefsinin tutsağıdır. Bugün bizler, iyi ve doğru bir tasavvuf terbiyesi görürsek, hem fert hem toplum olarak, hem dünyada hem de âhirette mutlu ve bahtiyar oluruz. Çünkü tasavvuf hem gerçek iman ve irfanı, hem de güzel ahlâkı öğretir. Tasavvuf, insanı taklidî imandan, sathî ve şeklî Müslümanlıktan kurtarır, marifetullaha erdirir, Allah’ın sevgili kulu derecesine çıkarır. Tasavvuf insana, iç terbiyesini, vicdan eğitimini, kalp temizliğini bahşeder, başa bela olan nefs-i emmâreyi ıslah eyler, nefs-i mutmainne, nefs-i râziye, nefs-i merdiyye haline yükseltir. Tasavvuf, yeryüzünde mevcut ahlâkların en ilerisi ve en güzeli olan Hz. Peygamberimizin yüce ahlâkını, asil Kur’ân-ı Kerim ahlâkını, necip İslâm âdabını; karşılıksız, hasbî ve aslî, sıcak ve halis, gerçek ve öz, güzel ahlâkı kazandırır. Tasavvuf insana samimi duyguları tattırır. İçten sevgi ve saygıyı öğretir.
Tasavvufun öngördüğü bir diğer aidiyet duygusu kâinata mensubiyettir. Tasavvufta insan ile âlem birbirinin özet ve şerhi niteliğindedir. Tasavvufî gelenekte insanın evreni tahribi değil imarı, sömürüsü değil ihyası, müdahalesi değil idraki öngörülmektedir. O nedenle Yunus çiçekle konuşur, kuzu ile dertleşir, yıldızlar kümesine hayranlıkla bakıp ibret alır, ötelerin derinliklerine nazar kılarak sonsuzluk muştusunu edinmeye çalışır, gökte meleklerin suda semeklerin tesbihatını işitir. Allah’a ait olan insan dünya hayatında konuk olduğunu bilir. Konuk ev sahibinin ikramını kabul eder ama hanesini talan etmez. Elde edilen teknolojik gelişmeler, gerçekleştirilen sanayi devrimleri, yapılan uzay yolculukları, sağlanan müreffeh hayat tarzları ile günümüz dünya medeniyeti tüketmenin, sömürmenin, bozmanın, her şeyi kendine mal etmenin, kendini merkeze alıp başkalarını ötekileştirmenin peşindedir. Günümüzde insanoğlu emrine müsahhar kılınan kâinatın emanetini taşımak yerine evrenin zenginliklerini hovardaca kullanmak peşindedir. İşte tasavvuf geçmişten günümüze kadar her daim varlıklarını sürdüren tiranlara, suç şebekelerine, zulüm odaklarına ve talan politikalarına başkaldırı harekâtıdır. Bastığımız toprakları yeşertmenin, yaşadığımız ortamı huzura kavuşturmanın, tekelleşen imkanları Allah’ın kulları arasında hakkaniyet ve adaletle tevzi etmenin peşindedir. O nedenle tasavvuf eğitimi azgınlaşan nefisleri dizginlemiş, sevgiden yoksun kalbleri yakınlaştırmış, birbirine sırt çeviren kesimleri buluşturmuş, yaşadığımız dünyayı kavga zemini değil buluşma adresi olarak görmüşlerdir. Kâinata mensubiyet âlemin hakkını vermeyi, dünya hayatını insanlığımıza yaraşır şekilde sürdürmeyi, evrenin inceliklerine ermeyi, sünnetullahı yakından tanımayı, yeryüzündeki Allah’ın âyetlerini okumayı gerekli kılar.
Allah’a ve âleme mensubiyet kişinin liyakat kesbetmesini gerekli kılar. İslam sadece bireysel sorumlulukları öngören bir din değildir. İslam bireysel sorumluluklar kadar içtimai sorumlulukları da öngörmektedir. İslam cemaat olarak yaşanabilen bir dindir. Dolayısıyla ümmete mensubiyeti gerekli kılmaktadır. Müslümanın ait olduğu bir çevre vardır. Ümmetin birliği esastır. Ümmet olarak Müslümanların birbirine sımsıkı kenetlenmesi, acılarını paylaşması, kalblerin ortak sahada atması esastır. Tevhid dini olan İslam Müslümanların vahdetini şiar edinmektedir. Tasavvuf bu gerçeği muhabbet halkasına dönüştüren bir iksirdir. Tasavvuf erbabı fenâ fillaha ulaşmanın yolunu fenâ fi’r-resulde görür. Tüm Müslümanların Peygamber Efendimizin örnekliğinde ve örnekliğinde ortak dava uğruna koşuşturmasını salık verir. Peygamber Efendimizin tevhid mücadelesinden kopup aykırı ideolojilere, ayrı dünyalara, farklı düşünce sistemlerine saplanmamızı yasaklar. Dervişlik eğitimi Peygamber aşkına, Hakikat-i Muhammediyye ruhuna, ahlâk-ı Nebeviyye şiarına davet eder. Anlam haritamızın Hz Resul iklimi, gönül selametinin Peygamber sevdası olduğunu salık verir. Peygamber sevgisi ve sünneti etrafında kenetlenmeyi, Makam-ı Mahmud sancağı altında toplanmayı ise nebevî duruşa sahip olmakta görür. Fenâ fi’r-resûle ulaşmanın yolunu fenâ fi’ş-şeyh ile sağlamaya çalışır. Peygamber ile aynîleşmenin yolu Peygambere benzemekten geçer. Tasavvufî eğitim modellemeyi esas alır. Peygamberin manevî şahsiyetini kişiliklerinde gerçekleştirmiş hakikat erbabını, peygamberin ahlakını kendine şiar edinmiş salihler kervanını, Peygamber havasını her daim teneffüs eden âşıklar topluluğunu örnek almayı öngörür. Tasavvufta mürşidin etrafında halkalanmak ayrışmanın değil bütünleşmenin, grup taassubunun değil cemaat şuurunun, akıllarımızı ve gönüllerimizi kiraya vermenin değil özgün ve sağlıklı düşünebilme hasletini kazanabilmenin yoludur. Mürşid-i kamillere intisap erdemliler cemiyeti oluşturma gayretidir. Dervişler topluluğu mensup oldukları dergâhta aldıkları aşk eğitimi ve ahlak terbiyesi ile dertlenmeyi öğrenir. Tasavvufî irfan kişide aşkı doğurur, hakikati idrak etme tecrübesi kazandırır.
Özetle tasavvuf hayattan kopmanın, sorumluluklarımızdan kaçmanın ve şuursuz bir yapılanmanın adı değildir. Müntesip olduğu mürşidinin manevî bakışları, samimi ihtarları, hamiyetli çabaları sonucu derviş âlemdeki yerini görmeye, yaşamanın hazzını duymaya, inandığı Allah’a kul olmanın zevkini tatmaya başlar. Sahip olunan bu mensubiyet duygusunu Eşrefoğlu Rûmî’nin dizeleri ile özetlemek istiyorum.
Bu dervişlik yoluna sıdk ile gelen gelsin.
Hakk’tan özge ne ki var gönlünden silen gelsin.
Dervişlik dedikleri bî-nihayet denizdir,
Bu pâyansız denizi mevcini duyan gelsin.
Dervişlik dedikleri bir tükenmez kân olur.
Hâs u âmm kul u sultan bu kândan alan gelsin.
Derviş dolu nur doğar her lâhza göğe ağar
Ben diyem doğru haber canına kıyan gelsin.
Dervişin gözü açık, dünü-günü uyanık.
Bu söze Tanrım tanık, bakmadan gören gelsin.
Dervişin kulağı sak, Hakk’tan alır ol sebak
Depremden dil dudak, sözü işiten gelsin.
Dervişin kolu uzun çıkarır münkir gözün
Şarkdan garba düpdüzün sunmamak iren gelsin.
Dervişler Hakk’ın dostu, canlar ezel mesti
Aşk şem’ini yaktılar pervâne olan gelsin.
Bu Eşrefoğlu Rûmî dervişliğe geleli,
Nefsindedir çektiği, nefsin öldüren gelsin.
“Yazar Hakkında: Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSE / Gaziosmanpaşa Üniversitesi İlahiyat Fakültesi.