Soma’da kadere ne oldu?
Dua…
Sözlerime duayla başlamak istiyorum. Önce Soma’da vefat eden kardeşlerimize Allah rahmet eylesin, ailelerine, yakınlarına Allah sabır ve kolaylık versin. Allah olayın sorumlularının ortaya çıkartılıp adilce yargılanması ve bu nevi olayların tekrarlanmaması için gerekli şuur ve ciddiyete erişebilme konusunda bize yardım etsin…
Soma faciası sadece politik gündemi değil, dinî-kelamî gündemi de kızıştırmış durumda. Olay üzerine yapılan değerlendirmelerde geçen “Allah’ın takdiri” vurgusuna odaklanan tartışmalar sosyal medyayı aştı. Geçenlerde Ankara İlahiyat’tan bir kısım öğrenci ve öğretim üyesi gösteri düzenleyip olayın kadere bağlanmasına karşı olduklarını deklare ettiler.
İlgili öğretim üyelerinin kader konusundaki fikirlerini de bildiğim için tepkilerini şöyle meallendirebilirim: Toplu ölümler, hele hele toplu iş kazaları kader değildir; kapitalist patronların “maksimum kar” politikalarının faturasıdır. Soma’da ölen işçi kardeşlerimizin ölümlerinin arkasında kader değil; “daha az maliyet, daha riskli iş” politikası güden patron ve şirket yöneticileri vardır.
(İlgili haber için bkz., http://www.haberartibir.com.tr/gundem/ilahiyat-ogrencileri-kader-degil-h14429.html)
Kendilerine kelami olarak itirazım olsa da, sosyo-kültürel ve ekonomi-politik açıdan tepkilerine katılıyorum. Evvelemir, ortada doğal afet yok; yanardağ patlamasından bahsetmiyoruz. İnsan eliyle kurulmuş bir tesisten ve bu tesiste yine insan eliyle kurulması gereken güvenlik sisteminden bahsediyoruz.
Sen yerin yüzlerce metre dibine girip toprağın ciğerinden söke söke maden çıkartacağım dersen, tabiatın tepkisini hesaba katmalısın. İlk adım tabiatı tanıman ve onunla sağlıklı iletişim kurmandır. Maden mühendisliği ve ilişkili sahalar bu iletişim için gerekli bilgiyi sunuyor. İkinci adım bu bilgiyi maliyeti ne olursa olsun tesisinde hayata geçirmendir. Bunlara riayet etmezsen ölümle oynarsın. Bu senin seçimindir, canından olursan adı “ölüm” değil, “cinayet” veya “intihar” olur.
Gelelim şirkete… Şirket muhtemel felaketlere karşı yeterli önlemleri almamışsa çalışanını bile bile ölüme sürmüş, adeta çalışanlarını katletmiş olur. Bir cinayet hadisesinde kimse Allah’ın takdiri diyerek yaşananları sineye çekmez; katilin peşine düşer, hakkın-hukukun ihkakı için mücadele eder. Bu bakımdan Soma’dan arda kalan “Allah’ın takdiri, ne diyelim? Allah işçilerimize rahmet etsin, yakınlarına sabır versin” dilekleri ise bizim hem vakıayı hem kaderi okumada ciddi arızalarımız olduğu aşikar.
Vakıayı konuştuk.
Meselenin kader boyutuna da temas edelim. Elbetteki Soma’da yaşananlar kaderdir. Ama kader sorumluları aklayan bir kelam formülasyonu değildir. Kader ontolojik bir realitedir, kulun sorumluluğu ise hukuki ve ahlaki.
Kader nedir?
Kader Allah’ın bilgisi, yazgısı, iradesi ve yaratmasının toplamıdır. “Soma olayını Allah bilmiyordu, önceden yazdırmamıştı, Soma Allah’ın iradesi dışında oldu, hatta olayı yaratılış-oluş sahasına koyan/yaratan da Allah değil” diyebilen varsa “Soma kader değil” desin. Herkes hesabını Allah’a kendi verir.
İlgili ayet-hadislere dayanarak Ehl-i sünnetin dediği şudur; Allah kulun seçimini önceden bilmiş, yazdırmış ve kendi seçimini de onun seçimiyle kesiştirerek yaratılış sahnesine çıkarmıştır.
Bakın işin merkezinde kulun seçimi var… Soma’da yaşananların merkezinde holdingin patron ve yöneticilerinin seçimi var. Holdingciler bu seçimden dolayı sorumludurlar. “Soma kaderdir” diyenler de sorumludurlar diyor… Meselenin kaderle ilgisi yok. Bu noktada ilgili ilahiyatçılara katılmak mümkün değil.
Ancak halkın ekserisinin zihnindeki kader inancıyla ilgili aynı şeyleri söyleyemeyeceğim.
Maalesef kader dendiğinde halkımızın zihninde çağrışan şey “Allah öyle dilemiş, ne yapalım, elden bir şey gelmez” gibi insanın seçimini-gücünü silikleştiren, dolayısıyla sorumluları geri plana iterek yaşanan trajediyi sineye çekmeye yarayan cümleler oluyor. Geleneksel islamî kesim bu yanlış algıyı değiştirme konusunda yeterince aktif olmadı. Karşıt görüşü savunan ilahiyatçılarla bu noktada empati geliştirmeliyiz.
Ama kendilerine şunu da sormalıyız; “Soma’da yaşananlar kader değildir” demekle iş bitmiyor. Hele mevcut kader inancı Emevî projesidir, demek problemi daha da derinleştirmektedir. Çünkü meselenin bizzat Kuran ayetleriyle temellendiğini unutmayalım. Emevilerin Kuran ayetlerine müdahale ettiğini kimsenin düşünebileceğini sanmıyorum. Şu halde Kuran zemininde cevaplamanız gereken çok soru var. (Birçok derste, yazıda detaylıca incelediğimiz bu ayetlere sözü uzatmamak için girmiyorum.) Bunlara tatmin edici cevap getiremediğiniz sürece görüşleriniz müslümanların gönlünde güçlü bir makes bulmayacaktır.
Dolayısıyla ilahiyatçı göstericilerin tepkilerine katılmakla beraber şunu sormadan edemiyorum; “Soma’daki ölümler kader değildir” demek yerine “Soma’daki ölümleri kader diyerek geçiştiremezsiniz.”, “kadere sığınma, ihmalin hesabını ver” diyerek de tepki verilemez miydi? Yukarıda da belirttiğim gibi, doğru kader inancına göre her türlü kasıt, ihmal ve kusurdan sahibi sorumlu olduğuna göre, emek sömürgecisi kapitalist sistemle mücadele uğruna kader inancından vazgeçmenin, kader karşıtı tavır geliştirmenin manası ne?
Not: Yukarıda “yeterli önlemler” demiştim. Sakın akla Alp Gürkan’ın da sığındığı Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcut madencilik yasalarındaki hukuki mevzuat gelmesin. Türkiye madencilik yasaları ve madencilik sektöründeki hali hazır güvenlik düzeyimiz “yeterli önlemler” konseptinin çok altında. Bunu Başbakan’ın genellikle 100-150 yıl öncesi dünya madencilik kazalarından verdiği talihsiz örneklerden de anlıyoruz. Batı’nın maden kazalarında 100 yıl öncesinde bıraktığı “ölüm rakamlarını” biz bugün bile görebiliyorsak iş güvenliği açısından “modern dünyanın” 100 yıl gerisindeyiz demektir. Belli ki iş kazası denen bu ve emsal cinayetlerde 100 yıllık politik geçmişimizin de önemli bir payı var.
[toggle title=”Yazar Hakkında” state=”open” ]Talha Hakan Alp [/toggle]