Sınırsız ve Allah’sız bir özgüven felâkettir
Her insan, zihnindeki bilgi ve elindeki malzemesi kadar hareket serbestisine sahiptir. Elimizdeki, terazi doğru tartmıyorsa, o zaman pratikte tartıyor olmamızın da pek bir anlamı kalmaz. Sadece tartmış olduğuna dair kendini ve çevresindekileri yanıltmış olur, o kadar. Fakat sonuçlarla yüzleşmeye ve gerçeğin güneşi ortalığı aydınlatmaya başladığında, işte o zaman tartılanın noksanlığı ya da fazlalığı görülür ve ölçü aletinin bozukluğu alenileşir. Fakat, “Hiç kimse duymak istemeyen kadar sağır, görmek istemeyen kadar kör olamaz” özlü sözünde olduğu gibi, bu sonucu bile karşısındakine fatura edecek kadar, zihnini kendini haklı çıkarmaya adayanlar var yazık ki.
Özgüven, insanın kendisine inanması ve güvenmesidir. Başkaları gibi kendisininde pek çok şeyi yapabileceğine, başarabileceğine inanmasıdır. Kazara her insanın başına gelebilen yanılma, tökezleme, düşme gibi durumlar yaşandığında, kendine güveni olmayanlar artık insan içine çıkamayacakmış gibi hissederler. Asla bir daha deneyemeyeceğini ve denese de başarılı olamayacağını düşünürler. İnsanların itibarının kalmayacağından çok korkarlar. İşte oluşmuş bu yanlış inanç kişiyi kilitler. Bu durumda ise, en iyi olabilmesine müsait harika bir kapasite, şahsın bizzat kendisi tarafından bastırılmış ve ortaya çıkması engellenmiş olur.
Başta anne baba ve diğer yakınlarının, iyilik yaptıkları zannıyla çocuğu, genci ya da yetişkini sürekli eleştirmesi, yaptıklarını beğenmemesi, başkalarının kendisinden daha iyi olduğu ve kendisinin beğenilmediğini söylemesi, sözlü ve fiili şiddet uygulanması, kişiyi rencide eder, kendisini önemsiz, işe yaramaz ve değersiz hisseder. Başkalarını hep kendisinden üstün ve iyi görür. “Onlar her şeyi yapabilir fakat ben yapamam” diye düşünür. Bu durum, kendisine bakış açısını ve kendisinin dışındakilerle iletişimini etkiler. Şahıs uçabilecekken, yürüyemez duruma getirilmiştir. İşte bu gibi durumlarda, normalde var olduğu halde yanlış eğitim metotlarıyla kişinin hissedemeyeceği kadar küçültülen kişisel güvenini yeniden kazanmak için, psikolojik destek alınır. Eğer amaç sadece ve sadece kazanmak olursa, sınırı ve ölçüsü ise; kişinin istediği şeye ulaşması ise, bu sınırsızlık ve ölçüsüzlük demektir. Yani ölçüsüzlük ve sınırsızlık ölçü olmuştur. Bu durumda kişiyi kazandıkça daha çok kazanma hırsı bürüyecek, kazanmak ve elde etmek için her şeyi mübah görecektir.
Bizim inancımızda, önce verilene razı olmak, sonra helâlinden ve meşru yollarla kazanarak usulüne göre harcamak çok önemlidir. Yani; helâl dairesi içinde meşru ve münasip bir şekilde kazanmaktır söz konusu olan. Allah, elinden ve dilinden hiç kimsenin rahatsız olmadığı bir mü’min olmamızı istiyor. Beşeri hukuka görede, başkalarının hakkı ve hukukunun başladığı yerde bizimki biter. Kişisel haklara duyarlı olmak, rızkın Allah’tan geldiğine, kişinin payının değişmeyeceğine, sadece helâl rızık için elimizden gelen çabanın sarfedilmesine ihtiyaç olduğuna inanmamız gerekiyor.
Eğer harama gitmekten kişiyi alıkoyan bir inancı mevcut değilse, onu durduracak hiç bir kuvvet yoktur. O zamanda faiz, kumar, hırsızlık, şans talih oyunları ve aklınıza gelecek bütün para ve itibar kazandıran yolları meşru sayacaktır. Nitekim, para kazandıkça halk içinde itibarı artanlar, işlerini kolaylıkla yaptıranlar, artık paraya tapmaya ve parayı insanın önüne geçirmeye başlar. Arkadaşlıkları, ilişki biçimi, yaşama biçimi ve iş yaptırma biçimi, paranın albenili rengine bürünmüştür. Artık, sadece paranın sesi duyulur ve her şey parayla alınır ve satılır olur.
“Elindeki tek aletin çekiç ise, her şeyi çivi gibi görmeye başlarsın.” özlü sözünde belirtildiği gibi, tek bildiği para olunca, herşeyi parayla ölçer ve giderek, herkesin tepesinde uçmaya başlar. İnancının sesi, kendisinin haklılığına inanan sesinin yanında cılız kalmıştır. Allah için yanmayan gönlün, Allah rızası diye derdi de yoktur. İşte bu insanın sınırlarını belirleyecek inancı olmayınca, her şey ondan beklenir olur. Aynı dili konuştuklarıyla konar göçer. Ona dur diyecek imanının ve vijdanının sesi sonuna kadar kısıldığı için, amaçlarına ulaşmak için her yol mübah görülür.
Evet insan kendisine inanmalı, evet insan kendisine güvenmeli, evet insan düşünce kalkacağına ve yeniden başalayabileceğine ve insanın potansiyelinin sınırsız olduğuna inanmalı. Fakat, Allah’ın her şeyden büyük olduğu ve her şeye gücünün yeteceği de en başta bilinmeli. Allah’ın ölçüsüne göre elindekileri ölçüp tartmayanların, kazandıkları ve onların değerleri ne olursa olsun, içine haram karışmışsa, samanın çöpü kadar kıymetinin olmayacağı bilinmeli. Bir boğazdan haram lokma geçince günlerce bedeni ifsad edeceği bilinmeli. Başkalarının kazancına engel olmanın, başkalarının haklı mevkiye gelmesinin önüne geçip kendisi için haksız kazanç ve mevki elde etmenin kişinin hem dünyasının hem de ahiretinin perişan olacağının garantisi olduğunun bilinmesi gerekir.
Sınırsız ve Allah’sız bir özgüven felâkettir. Belki bir uçurumun kenarında, belki bir hız yarışında ya da haram lokmalar bogazına dizilmiş olarak Hak’kın huzuruna varma riski yüksek olanlar, kimbilir kaç kişinin canını yakmış olmanın faturasını ödeyeceklerini belkide hiç akıllarına getirmemişlerdir.
Çocuklarımıza bırakabileceğimiz en anlamlı miraslardan biri de; sınırlarını bilen, paraya ve her türlü itibara sadece bir araç olarak değer veren, insanı her şeyin önünde ve üzerinde tutarak, helâl dairesi içinde bir hayatı yaşamaya çalışmaktır. Sadece bizim için anlamlı fakat başkalarının canını yakıp haklarını gaspetmek anlamına gelen hedefler, geçici dünyanın geçici ve yakıcı kazançlarıdır. Güvenimiz bizi helâl ve dengede tutan ileri bir seviyeye getirmeli iken, sınırları bizim memnuniyetimiz olunca, yakın vadede kazançlı gibi görünse de, uzun vadede hem maddi hemde manevi kayıp anlamına gelir. Çocuklarımıza insani ve islâmi ölçüleri miras bırakalım. Duyarlıklıklarımızı miras bırakalım. Vijdanlarının hem bizden gördükleri hem de dinden öğrendikleriyle uyanık ve aktif olmasını sağlamaya çalışalım. Ayrıca, hayatlarının her alanında ölçüsüzlüğün başıbozuk çizgisinden, inancın dosdoğru çizgisiyle anlamlı bir bütün oluşturmalarına yardımcı olalım.
Sınırsız ve Allah’sız bir özgüven felâkettir. Çünkü; insan potansiyelinin de gücünün de bir sonu vardır. Kazanmak, meşru bir hedefi, helâl ve meşru yollarla elde etmeye çalışmakla anlamlı olur. Değilse, önüne geleni ezen freni patlamış dozer gibi, insanların mutluluklarını, haysiyetini, onurunu, namusunu, vijdanlarını, maddi ve manevi imkânlarını ve merhametlerini sömüren bir canavara dönüşebilir.
Önce inancımızın değerlerini kazanalım, sonra özgüvenimizi.
Önce sınırlarımızı bilelim, sonra özgüvenimizi nasıl geliştireceğimizi.
Önce insana değer verelim, sonra kazanacağımız diğer şeylere.
Önce elde edilecek her şeyin insanın Allah’a daha iyi kulluğu için araç olduğunu öğrenelim, ondan sonra özgüvenin nasıl işe yaradığını öğrenelim.
Kimse bilip hesap sormasa bile, Allah’ın her şeyi bilip hesap soracağını öncelikle öğrenelim, daha sonra kişisel güvenimizi geliştirdikten sonra neler yapabileceğimizi öğrenelim.
Allah’sız bir hayatın kendisi, bizatihi hayatı yanlış yaşamanın ta kendisidir. Kazandığımız özgüveni sağlam bir inanç zemininden yoksun yaşamak ise, kayıpların ve zararların katmerlenmesi demektir.
Ya Rabb’im, seninle dolu olan dünyayı, sensiz bir gönülle yaşamaktan sana sığınırız. Senin verdiğin gücü ve potansiyeli, senin sınırlarının dışında yaşayarak, kendimize ve çevremizdekilere zulmetmekten sana sığınırız. Bizi sensizliğin yangınıdan, rahmetinin serinliğine taşı, ey alemlerim Rabb’i olan Allah’ım
[toggle title=”Yazar Hakkında” state=”open” ]Saliha Erdim / salihaerdim@gmail.com[/toggle]