Salgında Kader Bahsi
Kovid 19 virüsü bizi en baştan ele aldı, bütün ince noktalara işaret ediyor. Üzerine yeniden düşünecek öyle çok konu var ki… Geçenlerde üniversite yıllarından çok kıymetli bir ağabeyimizi kaybetmiştik. Twitter’da birçok kişi eceliyle mi öldü yoksa koronadan mı diye sormuş. Her gün onlarca insan kaybediyoruz, dünya ölçeğinde binlerce tabii. Eskiden ölüm yoktu da salgın başımıza iş açtı gibi bir hâl var kimi konuşmalarda. İnsan deneyiminde yeni bir aşama belki, kaderin biraz daha billurlaşması. Rakamların seyrine bakarsak, somut veriler ortada; önlemlere katiyetle uyuldukça; fiziki mesafeler korundukça, maskeler takıldıkça ve temizlik hassasiyeti devam ettikçe iyileşme oluyor, gevşeyip boş verdikçe bulaşma, ölüm ve koma hali kol geziyor. Hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine inanmamız imanın şartı ama insanın ötekinin ölümüne bu kadar doğrudan etki etmesini nereye koyacağız? Maskesiz dolaşıp insanların yüzüne konuşup öksürdüğünde, virüsü alan kişi yazgı olarak eceline koşuyor belki, ama bu senin günahını suçunu ortadan kaldırmıyor.
Birinin kaderi olmak, ne yaptım ki ben derken katile dönüşmek, tam da sen Allah’ın dediği olur inancı içinden tedbirlere meydan okurken. Çünkü kendine zulmetme, günahları kesbetme vasfı insana ait. Bizim nasıl bir hayat sürüp, özgür irademize bırakılan alanlarda hangi seçimleri yapacağımızın Yaratıcımız tarafından önceden bilinmesi, bazı tercihlere cebirle sürüklenmemizle değil, Allah’ın bilgisinin olmuş olacak her şeyi içine almasıyla alakalı.Kalp; çevirmek, değiştirmek, altını üstüne getirmek gibi anlamları olan bir kelime. Bu yüzden devamlı değişen, yoğrulan can emirine kalp deniliyor. Peygamberimizin duası var: “Ey kalpleri dilediği gibi çeviren Rabbimiz! Bizim kalbimizi sana iman ve itaat üzere sabit kıl!”
“Başına gelecek olanın kesinlikle geleceğine, başına gelmeyecek olanın da asla gelmeyeceğine inanmadıkça, imanın tadını bulamazsınız. Allah’ın ilk yarattığı şey kalemdir. ‘Kıyamete kadar olacak şeylerin miktarını yaz !’ diye ferman etti. Kalem bunların tamamını yazdı. Kim bu inanç dışında ölürse benden değildir.” Bu hadiste, ayetlerin bildirdiği hakikati Peygamberimiz tekrar ifade eder. “De ki Allah’ın bize yazdığından başkası başımıza gelmez. Bizim dostumuz ve gözeticimiz odur. Öyleyse müminler yalnız Allah’a tevekkül etsinler.” (Tevbe, 51)
Peygamberimiz, kendisinden önce gelip geçmiş toplumların ve resullerin bilgisine sahipti. Bir gün buyurdular: “Hz. Musa ve Hz. Adem alem-i ervahta karşılaştılar. Hz. Musa Hz. Adem’e, ‘Ey babacığım! Cennette işlemiş olduğun günah olmasaydı biz bu sıkıntıyı çekmeyecektik!’ diye şikâyette bulundu. Adem (as) Musa’ya (as), ‘Sen Allah’ın risalet vermek suretiyle insanlar arasından seçtiği ve hususi kelamına mazhar ettiği Musa değil misin’ diye sordu. Musa (as), ‘Evet ben oyum’ diye cevap verdi. Adem (as), ‘Ben yaratılmadan kırk sene önce Allah’ın benim hakkımda yazdığı bir günahtan dolayı beni ayıplaman olacak şey değil!’ diye cevap verdi.” Sonra Rasûlullah (sav) devam etti; “Adem Musa’ya iki kere üstün geldi.” Çünkü bu günah sayesinde insan Allaha yaklaşma, af dileme ve dünya deneyimi yaşama imkânı buldu ve Musa da peygamber olabildi.
Kalp; çevirmek, değiştirmek, altını üstüne getirmek gibi anlamları olan bir kelime. Bu yüzden devamlı değişen, yoğrulan can emirine kalp deniliyor. Peygamberimizin duası var: “Ey kalpleri dilediği gibi çeviren Rabbimiz! Bizim kalbimizi sana iman ve itaat üzere sabit kıl!”
Kader de kalp gibidir, aynı şekilde geniş anlamlarla, imalarla dolu bir kelime. Fatma Bayraktar Karahan “Dua ve Kader”(Ötüken, 2013) başlıklı doktora tezinde kader kelimesinin anlamını açıklarken; hazırlamak, düzeltmek, malik olmak, süre tayin etmek, yaklaşmak, dolaşmak, hazırlanmak, dönmek anlamlarının yanı sıra, oranlamak, miktarı tayin etmek, güzel şekil vermek, tedbir almak, değerlendirmek manalarına da vurgu yapar. Hazırlanmak, hakkında hüküm verilmek, istemek, dilemek, uymak gibi karşılıkları da var. Kelimenin türediği “kadere” fiilinin Kuran’daki bütün açılımlarına ve kullanımlarına bakmak lazım ki nasıl hareketli bir kelimeyle karşı karşıya olduğumuzu anlayabilelim.Ayetlerden, hadislerden ve kendi öznel tecrübemizden anlayabildiğimiz odur ki göklerde ya da yerde olan hiçbir zerre kayıttan, kalemden, bilinmekten, yazılmış olmaktan ayrı duramaz, muaf tutulamaz, ben önceden bilinmeyen başı sonu takdir edilmemiş bir fiil işleyeceğim diyemez.
Sahabeden Ubade B. Samit, oğlu Velid’e kadere, hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine iman etmenin önemi hakkında vasiyet ederken der ki: “Ben Rasûlullah’tan şunu işittim: Allah’ın ilk yarattığı şey kalemdir. Allah kaleme ‘yaz’ dedi. Kalem ‘ne yazayım’ dedi. ‘Kaderi ve ebediyete kadar olacak şeyleri yaz’ diye emretti.”
“Yaş ve kuru ne varsa apaçık bir kitapta yazılmıştır.” (Enam, 59)
“Biz her şeyi Levh-i Mahfuzda tek tek yazdık.” (Yasin, 12)
Ayetlerden, hadislerden ve kendi öznel tecrübemizden anlayabildiğimiz odur ki göklerde ya da yerde olan hiçbir zerre kayıttan, kalemden, bilinmekten, yazılmış olmaktan ayrı duramaz, muaf tutulamaz, ben önceden bilinmeyen başı sonu takdir edilmemiş bir fiil işleyeceğim diyemez.
Peygamberimiz, bir seferinde ashabına yaratılışı anlatmıştı. “Bidayette Allah vardı, ondan önce bir başka şey yoktu. O’nun arşı su üstünde bulunuyordu. Sonra gökleri ve yeri yarattı. Sonra kader defterinde ebede kadar devam edecek her şeyi yazdı. “ “İnsan kendisi hakkında yazılana çalışır. Her amel edene de ameli kolaylaştırılır.” Bir başka hadiste de, kendisine yaratılış sorulduğunda, dağların, toprağın, ağaçların, hayvanların, mekruhların ve nurun, en son olarak ta Hz. Adem’in yaratıldığını haber vermiştir. Bize bildirilen o ki insandan önce iyilik ve kötülük çoktan yaratılmıştı.
Bu yazdıklarımızın hiç biri sebep sonuç arasındaki kuvvetli bağları ortadan kaldırmaz. Sebeplere tevessülü, tedbiri, çareyi zikreden hadisler de çoktur. “Allah Teala hazretleri hastalığı da ilacı da yaratmıştır. Her hastalığın bir ilacı vardır. Öyle ise tedavi olun. Ancak Allah haram kıldığı şeylerde şifa var etmemiştir. Haram kılınanlarla tedavi olmayınız.”; “Bir yerde veba çıktığını duyarsanız oraya girmeyin, bulunduğunuz yerde veba çıkmışsa oradan ayrılmayın” buyurmuştu. Bulaşmayı yayılmayı engellemek için önlem almayıp sonra toplum helak oldu demek elbette caiz olmaz. Virüsü üretenlerin ve yayanların komplosundan söz edilmesi, bu doğru bile olsa sorumluklarımızı ortadan kaldırmaz.
Bir gün Peygamberimize bir adam geldi ve “Şifa için okuduğumuz dualar, tedavi için kullandığımız ilaçlar, düşmanlardan korunmak için aldığımız tedbirler hakkında ne buyurursunuz, bunlar Allah’ın kaderinden herhangi bir şeyi geri çevirebilir mi, kaderi değiştirebilir mi?” diye sordu. Peygamberimiz, “Bu saydıklarının tamamı Allah’ın kaderindendir” buyurdu. Elimizden gelen ve gelmeyen her şey, imkânsızlıklar ve fırsatların hepsi de kadere dâhil.Her insanın sınırlarıyla karşılaşma anı farklı. İki dünya arasında bir denge kurmadıkça kaderi anlayamayız, adalet için emek vermek vecibe ve farz olsa da bu dünya hiçbir zaman cennet olamaz, nihai sonuç eksik ve dar bir dünyada gerçekleşemez.
Kaderi zorlayıcı kabul ederek insanın cüzi iradesinin yokluğuna hükmeden Cebriye düşüncesi, insanı kaderinin mahkûmu olarak görüp rüzgâr önündeki yaprak gibi savrulduğumuzu ima ediyor. Peki, her şeyin insanın elinde olduğunu iddia ederek insanın gücünü tanrısallaştıran, fazla akılcı ekoller daha dünyaya gelişimizde karşılaştığımız eşitsizliğe ne diyecekler? Cüzi iradenin kapsamı, gücü, ulaştığı etki alanı gaybın konusu bir yönüyle. Her insanın sınırlarıyla karşılaşma anı farklı. İki dünya arasında bir denge kurmadıkça kaderi anlayamayız, adalet için emek vermek vecibe ve farz olsa da bu dünya hiçbir zaman cennet olamaz, nihai sonuç eksik ve dar bir dünyada gerçekleşemez.
Bu noktada umutsuzluğa kapılmak yerine dünya ahiret dengesine odaklanmak gerekir. “Ölümcül Hastalık Umutsuzluk” kitabında (Doğu Batı, 2007) Danimarkalı filozof Soren Kierkegaard aşkın bir alana dikkat çekiyor. Özetle, umutsuzluktaki hastalık sonu ölüm olan bildiğimiz bir hastalıktan çok öte. İnsan sonlu varlığının içine kapanır ve mutluluğu bu sonluluğun içinde ararsa umutsuzluğa düşer. Kendisini yaratan güçle bağlantısını kesmiştir. İnsan sonsuzluk ile sonlunun, geçici ile kalıcının, özgürlük ile zorunluluğun bir sentezidir. Umutsuzluk ölümcüldür ama hastalıktan çok ölememe halidir, çünkü ölüm umudun devamıdır. Umutsuzluk sürekli can çekişme durumudur bu yüzden. Umutsuzluğun özü yaşamın hiçbir şey olmaması. Kendi başına sonsuzluğa ulaşma gücü olmayan insanın sonsuzluğa ulaşma çabası, insanı ölümcül hasta yapmakta.
Hayır olarak bildiğimiz bir şey gerçekleşene kadar sebeplere tevessül insanın şiarı ama sonuçlara katlanma ve aczini idrak da imanın gereği. Kaçınmak için gerekli sınırlar zorlanmış, yine de musibet bizi bulmuşsa, sürecin tamamı ve sonu kaderdir. Olanlar olduktan sonra isyana götüren pişmanlıklardan da kaçınmamız lazım. Peygamberimiz yine rehberlik ediyor bize: “Başına bir musibet gelirse keşke şöyle yapsaydım, bu başıma gelmezdi deme. Allah’ın takdiri böyleymiş, O takdir etmiştir, O’nun dilediği olur dilemediği olmaz de. Keşke kelimesi şeytanın vesvesesine kapı açar.”
Hayat da bizim için ecel de. Ecel de bizim için diriliş de mizan da hesap da.
“De ki: Benim namazım, (her türlü) ibadetim, hayatım ve ölümüm, hepsi âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (Enam, 162)
Dünya maceramızı bir ayetle tamamlamak nasıl güzel bir rüya:
“Sen O’ndan razı O da senden hoşnut olarak Rabbine dön.” (Fecr, 28)
Yazar: Yıldız Ramazanoğlu Alıntı: sonpeygamber.info