HadisTüm YazılarYazi Atlasi

SAKIN HADİS VE SÜNNETİ REDDEDENLERDEN OLMAYIN!!!

Hadisin – sünnetin delil ve bağlayıcı olması üzerinde biraz daha yoğun durmamızın nedeni, bazı kimselerin güya Kur’an’ı delil kabul edip sünneti cahilane bir üslupla delil kabul etmemelerinden kaynaklanmaktadır. Hz. Muhammed’in, Kur’an-ı Kerim’i açıklayıcı konumunu kabul etmeyip “Bize ayetler yeter” diyerek sünnetin fonksiyonunu reddetmek, hayatın ayrıntılarını rasyonaliteye bırakmak, içinde gizli bir yalancı peygamberlik iddiası bulunan bir tür sapkınlık değil midir? Bu sapkınlığın gerçekleştirmek istediği esas amaç şudur:

1-Hadis ve sünneti reddedenler, Resulullah’ın temel görevlerinden tebyin yetkisini O’nun elinden almaya çalışarak kendilerini işlevsel anlamda sahte peygamber yerine koymaktadırlar. Allah Teâlâ, Resulüne vahyi tebyin/açıklama yetkisi vermiştir. Şu ayet bu konuya açıkça işaret etmektedir: “بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ” “(Biz, peygamberleri) hakikatin açık belgeleri ve hikmet yüklü sayfalarla (göndermiştik). İşte sana da bu uyarıcı vahyi/zikri indirdik ki kendilerine indirileni insanlara açıklayasın ve belki onlar da bu sayede düşünürler.”[1] Ayet çok açık biçimde Peygambrimize beyan yetkisinin verildiğini bildirmesine rağmen, Kur’an’ın beyanı olan hadis-sünneti kabul etmemek nasıl bir Kur’an anlayışının ürünüdür? Resulullah’a tanınmayan beyan hakkı herhangi bir kimseye tanındığı zaman kişiler hangi makama yüceltilmektedirler?

2-Hadis ve sünneti reddedenler, hayatın ayrıntılarıyla ilgili dini hükümlerin kısm-ı azamının kaynaklarının sünnette olması münasebetiyle, sünneti devre dışı bırakarak hayatta boşluk oluşturmak istemektedirler. Bu istemin arka plânında moderniteye; hayatın Allahsız yorumu olan batı medeniyetine iktidar yolu açmak düşüncesi vardır. Bu sebeple de sünneti itibarsız kılma ve hadis inkârcılığı daha çok sömürge ülkelerinde yaşayan Müslüman toplumlarda ortaya çıkmıştır. Büyük Âlim Mevdudi, Hint ve Pakistan topraklarında bunlara karşı, özellikle hadis düşmanlıklarıyla müsellen Kadıyani’lere karşı büyük mücadeleler vermiştir. Halkı Müslüman toplumlardaki hadis inkârcılarının çoğu, batı medeniyetinin üstünlüğünü kabul etmiş, kendileri de hayatın sorunlarına dinden çözüm üretecek donanımda olmayan “kabız” kimselerdir.

3-Hadis ve sünneti reddedenler, Müslümanların derece farklarını belirlemenin en önemli ölçüsü olan sünneti kabul etmeyerek, batılılaşmayı din hâline getiren insanlarında Müslümanlığına hükmederek dünya sisteminin meşruluğuna yol aramaktadırlar. Sünnet en önemli ölçüdür. Kimin iyi, kimin kötü Müslüman olduğunun biricik kriteri Kur’an ve sünnettir. Sünneti reddedenler bu kriteri yok ederek batı merkezli değerleri insan olmanın ölçüsü yapmak isteyenlere taşeronluk yapmaktadırlar. Ya da değer merkezli parelel bir dinin zuhuruna yardımcı olmaktadırlar.

4-Hadis ve sünneti reddedenler, Hz. Peygamber’i ve tevhit mücadalesini tarihselleştirerek Müslümanların batılılaşmaya karşı alternatif bir medeniyet kurmalarını engellemek istemektedirler. Alternatif bir medeniyet oluşturmanın ayrıntıları hadis ve sünnetin içerisindedir. Hayatın genişlik alanı ve insanca kurgulanması bağlamında hadislerde birçok özel ve genel hüküm mevcuttur. Sünnet dışlandığı zaman, boşluk kabul etmeyen hayat bunu farklı dünya görüşleri ve medeniyet anlayışlarıyla dolduracaktır.

5-Hadis ve sünneti reddedenler, yeni meseleler karşısında çözüm üretmenin en önemli iki kaynağından biri olan sünneti dışta bırakarak İslâm’ı ütopik bir din olarak algılatmayı amaçlamaktadırlar. Malum olduğu üzere, hayatın sorunları sayılamayacak kadar çoktur. Bu çok sorunu çözerken ayette çözüm bulunamadığında hadislere başvurulur. Hadis külliyatımız Peygamber Efendimizin hayatın sorunlarına nebevi bakışı ve çözümü muhtevi rivayetlerle doludur. Onları hesaba katmayanlar, olayların çözüme bağlanmasında ortaya çıkan boşluğu ya dolduramayacaklar ki bunun sonunda din ütopikleşir. Veya çözümü rasyoneliteye havale edecekler ki sonuçta risalet konumunun yerini insan hevası alacaktır.

6-Hadis ve sünneti reddedenler, Müslümanların dünya çapındaki ortak davranışlarını ve ahlaki eylemlerini yok etmek istemektedirler. İslâm ümmeti Hz. Peygamber’in sünneti sayesinde ortak hareketler yaparlar. Yapılan ortak davranışlarla Müslümanlar arasında vahdet oluşur. Sünnet sayesinde; abdest, namaz, oruç, zekât, selamlaşma, tesettür, haramlara karşı duyarlılık, müskiratın türlerinden kaçış, hayâ duygusu, ebeveyne saygı, helal kazanç yolları, yemeğe besmele ile başlamak vb. Müslümanlar arasında ortak davranışlar oluşturur. Bunu en bariz şekilde hacda görebiliriz. Dünyanın her tarafından gelen Müslümanlar sünnet sayesinde ortak hareketler yaparlar ve birbirlerini garipsemezler. Çünkü sünnet aynı zamanda bir davranışlar manzumesidir. Sünnete karşı çıkanlar Müslümanların vahdetini bozmak isteyen işbirlikçilerdir.

7-Hadis ve sünneti reddedenler, tutundukları bazı marjinal rivayetlerden yola çıkarak İslâm’ın kaynaklarının güvenirliğine ve zenginliğine gölge düşürmek istemektedirler. Bu zevatın iki ciddi sorunu vardır ki bunları telafi etmedikleri müddetçe de söylediklerinin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Bu sorunlar, ilgili şahısların İslâmî ilimlerin usulünü neredeyse hiç bilmemeleri ve Arapça’ya belagat ilmi başta olmak üzere yeterince vakıf olmamalarıdır. Bu kimselerin sadece sünnet-hadis değil Kur’an anlayışlarıda malüldür. Kendilerini, alet ilimleri başta olmak üzere yeterince donatmak yerine ümmetin yararına olmayan şeyleri ekranlara taşıyarak insanları dinlerinden şüpheye düşürmeleri veya tanımak isteyenleri İslâm’dan soğutmaları onlara vebal olarak yeter. Hadis ilmi adeta bir çağlayandır. Ondan bir katre alıp yükselen değerlerin gölgesinde değerlendirmeler yapmak ya da zayıflığı malum bir rivayet üzerinden genellemelerde bulunmak ilmi bir yaklaşım değildir.

Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de, Hz. Peygamberin bir kadı ve hâkim olduğunu açıklamıştır. Allah Teâlâ, insanlara “Anlaşmazlıklarda onun vereceği hükme başvurmalarını”[2] İslâm’a düşmanlığıyla ön plana çıkan “tağutların” hükümlerine müracaat etmemelerini,[3] Hz. Peygamber hüküm verince “gönülden itaat göstermelerini”,[4] Allah’ın ve Resulünün vermiş olduğu hükümlerde “Mü’minlerin seçme hakkının olmayıp”[5] Allah’a ve Peygamberine teslimiyet gerektiğini sık sık vurgulamıştır. Hz. Peygamber kendisine getirilen birçok davaya bakmış ve hâkimlik yapmıştır. İslam Hukukundaki yargılama usulüyle ilgili hükümlerin çoğu, O’nun sözlü uyarılarından ve uygulamalarından çıkartılmıştır. Sözün özü; hadisler ve sünnet ayetlerin beyanı, dinin hikmetinin tefsiri, ibadetlerin uygulaması, hadlerin tatbiki, davranışların modelleri; Resulullah’ın Kur’an-ı Kerim’den anladıklarını hayata yansıtmasıdır. Dolayısıyla hadis ve sünneti rededenler insanlığın hayatından Resulullah’ı kovmak isteyen cahiller ve zalimlerdir.

[1] Nahl 16/44

[2] Nisa 4/59.

[3] Nisa 4/60.

[4] Nisa 4/65.

[5] Ahzab 33/36.

MEHMET SÜRMELİ

admin

Soru ve görüşleiriniz için İrtibat: fikiratlasi1@gmail.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.