altınolukGüncel YazılarTüm YazılarYazi Atlasi

Şah Veliyyullah ed-Dihlevî’ye Göre: Dini Tahriften Koruma ve Tahrif Sebepleri

Şah Veliyyullah ed-Dihlevî’nin (v. 1762 m.) dini hükümlerin hikmet ve gerekçelerini incelediği eseri Hüccetullahi’l-bâliğa1 adını taşımaktadır. Eser, kendi türünde sahip olduğu mümtaz yerini, “dini ilimler içinde en derin, zor ve o ölçüde de önemli olan hikmet-i teşri’ ilmi” olduğu vurgusu ile başlayıp bu ilim sayesinde dini konuları kavrama ve uygulama imkânı bulunduğunu ispat etmiş olmasından alır.

Dini hükümlerin sır ve hikmetlerinin biri sevap-günah yönü diğeri dini hayatın düzeni olmak üzere iki ayrı açıdan önem arz ettiğini ve hükümlerin bu yönleriyle incelenmesi gerektiğini prensip olarak benimseyen Şah Veliyyullah, toplumların dini ve dünyevi düzenlerinin bozulmaması için peygamberlerin rehberliğinin kaçınılmaz olduğu üzerinde durur. Onun bu eseri, genelde İslam’ın birey ve toplum hayatındaki yeri ve önemi, özelde dini emir, yasak ve tavsiyelerin sebep, hikmet ve gerekçelerini daha ziyade hadislere dayanarak açıklayan değerli bir çalışmadır.

Pek genel hatlarıyla içeriğine işarette bulunmaya çalıştığımız Hüccetullah’il-bâliğa’da müellif, son zamanlarda kimileri tarafından “İslamı rivayet dini haline soktular” diye hadisçilere yönelik olarak dile getirilen ithamlara ve ümmet içindeki aşırı grupçuluğun temel yanlışı olan “ma’sum olmayan kişilerin taklidi”ne “dinin tahrif sebebi olarak” dikkat çekmiştir. Yedi başlık altında2 topladığı tahrif sebeplerinden biz güncelliği dikkate alarak söz konusu bu iki nokta üzerinde duracağız.3

Dini Tahriften Koruma Gereği Allah’tan, önceki dinleri yürürlükten kaldıran (evrensel) bir din getiren rehberin/peygamberin, dinini tahriften koruyacak tedbirleri alması gerekli ve tabiîdir. Çünkü bu peygamber, çeşitli yeteneklere ve farklı amaçlara sahip birçok ümmeti bu yeni dinin şemsiyesi altında toplayacaktır. Çoğunlukla da bu insanların hevâ ve hevesleri ya da önceden müntesip oldukları dine yönelik sevgileri veya bazı şeyleri doğru anlamanın yanında çoğu maslahatı göz ardı eden eksik kavrayışları sebebiyle, bu yeni dinin belirlediği esasları ihmal ederler yahut bu dine ait olmayan konuları ona katıp karıştırmaya kalkışırlar. Böylece daha önceki birçok din gibi bu din de bozulur, özgün halini kaybeder.

Şu bir gerçektir ki, dine nereden zarar/halel geleceğini her zaman bütün ayrıntılarıyla tespit etmek mümkün değildir. Zira dine zarar verecek unsurlar sayısızdır ve belirlenip sınırlandırılmış da değildir. Ne var ki bir şey tümüyle elde edilemiyorsa, tümüyle de terk edilmez. O halde bu dine mensup olanların genel anlamda da olsa, dini tahrife sebep olacak yollara gitmekten ciddi ve şiddetli bir şekilde sakındırılmaları ve uyarılmaları kaçınılmaz hale gelir.

Dini meselelerin ihmalini ve bunların önemsenmemesi neticesinde dinin tahrifine ortam oluşturacak sebepler, tahmini de olsa, tespit edilmelidir. Bu sebepler veya benzerleri yüzünden tahrif olgusunun insanlık tarihi boyunca devam edegelmiş bir hastalık olduğu dikkate alınıp bozulma yolları tümüyle tıkanmalıdır. Buna ilaveten önceki bozulmuş dinlerde alışılagelmiş konulara muhalif olan mesela Namaz gibi hükümler ısrarla emredilmelidir.

Tahrif sebepleri • Dini Ciddiye Almamak /Gevşeklik/Umursamazlık

Bu şöyle gerçekleşir: Peygamber’in çağdaşlarından/dostlarından sonra bir nesil gelir ve öncekilerin yerini alır. Bu yeni gelenler namazı terk eder ve arzularının peşine düşerler (أَضَاعُوا الصَّلَاةَ وَاتَّبَعُواالشَّهَوَاتِ). Eğitim-öğretimini yapmak-yaptırmak ve yaşamak suretiyle dinin yayılmasına ilgi duymaz, emir bi’l-ma’ruf nehiy ani’l-münker yapmazlar. Çok geçmeden dinin esaslarına aykırı birtakım uygulamalar ortaya çıkar. Şeriat ile insanların istekleri farklılaşır. Bunlardan sonra bir nesil daha gelir, dini bilginin büyük kısmının tamamen unutulmasına varan bir umursamazlığı yaşam biçimi olarak paylaşırlar.

İşte tam da bu noktada toplumun büyüklerinin ve ileri gelenlerinin umursamazlığı, topluma daha zararlı olur ve fesadı/bozgunu artırır. Bu olgu sebebiyledir ki kendilerine selam olsun Nuh ve İbrahim’in dinleri, -bu dinlere mensup olup da onların nasıl olduğunu bilen hiç kimse kalmamacasına- unutulup gitmiştir. Şah Veliyyullah, “dini ciddiye almama”nın üç göstergesini bu başlık altında dikkatlere sunmuş ve onları da kısa kısa açıklamıştır. O, şöyle devam etmektedir: • Umursamazlık/Gevşeklik Bazı Sebeplere Dayanır. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisleri bu noktayı gözler önüne sermektedir: “Dikkat ediniz! Çok sürmez karnı tok bir adam koltuğuna kaykılır ve ‘Siz bu Kur’an’a bakın; onda helal olarak neyi bulursanız siz de onu helal kabul edin; haram olarak ne bulursanız onu da haram sayın’ der. Halbuki Allah’ın Resulünün haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibidir.”4 Allah, ilmi insanlara lütfettikten sonra onu hafızalardan çekip almaz. Fakat ilim adamlarını, bilgileriyle birlikte ortadan kaldırmak suretiyle ilmi de kaldırır. O kadar ki, bir tek âlim bile kalmaz. Neticede insanlar, kendilerine soru yöneltilen ve şahsî görüşleriyle cevap (fetvâ) veren birtakım câhil kimseleri önder edinirler. Onlar da bu yaptıklarıyla hem kendileri sapar hem de halkı saptırırlar.”5 Şah Veliyyullah burada, “dini/İslam’ı rivayet dini haline getirdiler” diye hadisçilere ve sünnet verilerine toptan cephe almaya kalkışan, “Kur’an Müslümanlığı” vurgusuyla bu anlamsız tavırlarını savunduklarını sanan kimi kalem ve ağızlara, yapmaya çalıştıklarının gerçek yüzünü ve anlamını yani “dini tahrif” yoluna girdiklerini -tam bir isabetle- ihtar etmiş bulunmaktadır. • Sapık Tevillere Sürükleyen Kötü Amaçlar/Hedefler Yöneticilere yaranmak maksadıyla onların hoşlarına gidecek birtakım yorumlarda bulunmak bunun örneğini teşkil eder. Allah Teâlâ bu tür davranış sahipleri hakkında şöyle buyurmaktadır:

اِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَاۤ اَنْزَلَ اللَّهُ مِنَ الْكِتَابِ وَيَشْتَرُونَ بِهِ ثَمَنًا قَلِيلاً اُولَۤئِكَ مَا يَأْكُلُونَ فِي بُطُونِهِمْ اِلاَّ النَّارَ

Allah’ın indirdiği kitabın bir kısmını gizleyenler ve onu az bir karşılığa satanlar yok mu, onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmuyorlar.”6 • Kötülüklerin Yaygınlaşması ve Ulemanın Bunlardan Halkı Uzaklaştırmaması Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

فَلَوْلَا كَانَ مِنْ الْقُرُونِ مِنْ قَبْلِكُمْ أُوْلُوا بَقِيَّةٍ يَنْهَوْنَ عَنْ الْفَسَادِ فِي الْأَرْضِ إِلَّا قَلِيلًا مِمَّنْ أَنْجَيْنَا مِنْهُمْ وَاتَّبَعَ الَّذِينَ ظَلَمُوا مَا أُتْرِفُوا فِيهِ وَكَانُوا مُجْرِمِينَ

“Keşke sizden önceki nesillerin içinde, yeryüzünde fitne fesat çıkarılmasına engel olacak akıllı ve erdemli insanlar bulunsaydı. Ama içlerinden, kendilerini kurtardığımız çok az kimse bunu başarabildi. Zalimler ise kendilerine verilen refaha aldanıp yoldan çıkarak günahkâr oldular.”7 Yine İsrail oğullarının günahlara dalması hakkında Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şu beyanı da bu konuya yöneliktir:

نَهَتْهُمْ عُلَمَاؤُهُمْ فَلَمْ يَنْتَهُوا فَجَالَسُوهُمْ فِي مَجَالِسِهِمْ وَاكَلُوهُمْ وَشَارَبُوهُمْ فَضَرَبَ اللَّهُ قُلُوبَ بَعْضِهِمْ بِبَعْضٍ وَلَعَنَهُمْ عَلَى لِسَانِ دَاوُدَ وَعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ

“Başlangıçta bilginleri, İsrail oğullarını kötülüklerden sakındırmışlardı. Fakat onlar işlediklerine son vermemişlerdi. Buna karşın bilginler onlarla düşüp kalkmışlar, yiyip içmişlerdi. Bu isyanları ve hakkı tecavüz etmeleri karşılığı olarak Allah, onların kalplerini birbirine benzetmiş, Davud ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle onları lânetlemiştir.”8

Şah Veliyyullah bundan sonra sırasıyla aşırılık (teammuk), zorlaştırma (teşeddüt), istihsan ve delilsiz icma’ı dinin tahrif sebepleri olarak sayar ve bunları açıklar. Sonra da Ğayr-i ma’sum kişilerin Taklidini ve dinlerin birbirine karıştırılmasını iki ayrı sebep olarak değerlendirir. • Ğayr-i Ma’sum Kişilerin Taklidi

﴿ تقليدُ غير المعصوم ﴾

Bundan maksadımız, hatadan korunduğu (ismet) sabit olan Peygamber Efendimiz dışında kalan insanlardır. Ğayr-i ma’sum kişilerin taklidi şöyle gerçekleşir: Ümmetin bilginlerinden herhangi biri bir konuda içtihad eder. Bu âlimin bağlıları, onun içtihadında kesin olarak ya da ona yakın bir ihtimalle isabet ettiğini savunurlar ve o içtihada ters düştüğü gerekçesiyle sahih bir hadisi reddederler. İşte bu hareket tarzı, ümmet-i merhumenin, caiz olduğuna dair görüş birliğine vardığı taklidden başka bir takliddir. Zira ümmet, müçtehidin görüşünde hata da isabet de edebilir olmasına rağmen müçtehidlerin taklidinin caiz olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Ne var ki, o mesele hakkında Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’den gelen nassın araştırılmış olması ve taklid edilen görüş hilafına sahih bir hadisin ortaya çıkması halinde o görüşün terkedileceğine ve hadise tabi olunacağına dair kesin bir kanaatin bulunması esastır. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem “اتَّخَذُوا أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللَّهِ Ehl-i kitab, Allah’ı bırakıp hahamlarını ve ruhbanlarını rab edindiler”9 âyeti ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

إِنَّهُمْ لَمْ يَكُونُوا يَعْبُدُونَهُمْ وَلَكِنَّهُمْ كَانُوا إِذَا أَحَلُّوا لَهُمْ شَيْئًا اسْتَحَلُّوهُ وَإِذَا حَرَّمُوا عَلَيْهِمْ شَيْئًا حَرَّمُوهُ

Onlar, din adamlarına tapmıyorlardı; fakat din adamları kendilerine bir şeyi helal kıldığı zaman hemen onu helal sayıyorlar; yine o din adamları bir şeyi de haram kıldığı zaman kendilerine haram kabul ediyorlardı.”10

Şah Veliyyullah, şu veya bu gerekçe ile hatasızlık konumuna layık görülüp her söylediği ya da her yaptığının isabetli olduğu kanısıyla taklid edilen ve fakat hata işlemekten korunmuş olmayan kişilerin, sıfat, ünvan, cinsiyet, şekil-şemâil ve saygınlık bakımından nasıl ve ne durumda olurlarsa olsunlar, dinin tahrifine sebep olacaklarını vurgulamaktadır. Halkımız arasında sıkça söylenen “Hocanın dediğini tut, gittiği yoldan gitme” sözü de -sanıldığının aksine- bu noktada dikkate alınması gerekli bir kuralı ifade etmektedir. Yani, din adamları halka din adına doğruları ve hatta bunların kolayca yerine getirilecek şekillerini(ruhsatları) söylerler. Ancak, kendileri ğayr-i ma’sum kimseler oldukları için onların yaşayışları “din olarak” taklid edilemez.

Hayatı din olarak taklid edilecek tek kul, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemdir.

Müellif son tahrif sebebi olarak, dinlerin ayırt edilemeyecek ölçüde birbirlerine karış(tırıl)masını zikretmektedir ومنها خلط ملة بملة حتى لا تتميز واحدة من الأخرى . Bunu da mühtediler, yani sonradan İslam’ı seçen kimi insanların, önceki inanç ve yaşayışlarını bir şekilde yeni dinleri içinde geçerli kılabilme imkânı aramaları ile açıklamaktadır. Hatta bu kimselerin, bu sebeple hadis uydurmayı ve hadis diye uydurulmuş sözleri rivayet etmeyi bile caiz göreceklerine vurgu yapar. Şu hadis-i şerifi de buna delil olarak sunar:

“İsrail oğullarının işleri düzgün ve yolunda gidiyordu. Sonra içlerinde melezler ve diğer milletlerden alınan esirlerin çocukları türedi. Bunlar kişisel görüşleriyle (re’y) hüküm verdiler, dolayısıyla hem kendileri saptılar hem de insanları saptırdılar.”11

Ayrıca müellif, bazı İsrâilî haberlerin, Cahiliye dönemi öğütlerinin, Yunan felsefesi, Fars tarihi, ilm-i nücum, remil ve kelam gibi konuların bizim dinimize girmiş olduğuna dikkat çektikten sonra, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in, huzurunda Tevrat nüshası okunmasına kızmasının hikmetini de “dinlerin birbirine karıştırılmaması gereği” ve dini tahriften koruma hikmetiyle açıklamaktadır.

Sonuç

Şah Veliyyullah’tan yaptığımız bu özet de göstermiştir ki, Hüccetullahı’l-Bâliğa, dünün ve günün Müslümanları için gerçekten faydalı tespitleri ile bizim kültürümüzün ve dini hayatımızın kitap çapında sağlık reçetelerinden biridir. Reçetenin özenle uygulanması halinde olumlu netice vereceği ise bilinen bir gerçektir.

Dipnotlar: 1) Eserin geniş bir tanıtımı için bk. Topaloğlu Bekir, “Hüccetullah’ı-Bâliğa”, DİA, XVIII, 453-455. 2) Bu başlıklar şöyle sıralanır: 1. Dini ciddiye almamak/umursamazlık / a. Dinin Kurucusundan Gelen Rivayete Önem Vermeyip onunla amel etmeyi terketmek / b. Batıl tevillere sürükleyen kötü amaçlar / c. Ulemanın Halka Uyması 2. Aşırılık (Teammuk) / 3. Zorlaştırma /Teşeddüt / 4. İstihsan / 5. Delilsiz İcma’ / 6. Ğayr-i ma’sum kişilerin Taklidi / 7. Dinlerin birbirine Karışması/Karıştırılması 3) Şah Veliyyullah tarafından,“Dinin tahriften korunma gereği” başlığı altında işlenmiş olan konu, kitabın Arapça nüshası yanında Prof. Dr. Mehmet Erdoğan’ın Türkçe tercümesinden de (İstanbul,1994,İz Yayıncılık) istifade edilmek suretiyle özetlenmiştir. 4) Ebu Davud, Sünnet 5; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 131. Hadisin yorumu için bk. Çakan, Hadislerle Gerçekler, s. 305-310, İstanbul, 2013 İfav yayınları). 5) Buhâri, İ’tisâm 7; İlim, 34; Müslim, İlim 13. Bu hadisin geniş bir yorumu için bk. Çakan, Seçme Hadisler, s. 160-164, İstanbul, 2012 (İfav yayınları). 6) El-Bakara (2), 174 7) Hud (11), 116. 8) Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 391. 9) Et-Tevbe (9), 31. 10) Tirmizi, Tefsir( 9), 30. 11) İbn Mâce, Mukaddime 8; Dârimî, Mukaddime 17.

Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan – (Altınoluk dergisi 2014 – Ekim, Sayı: 344, Sayfa: 039)

admin

Soru ve görüşleiriniz için İrtibat: fikiratlasi1@gmail.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.