Güncel YazılarTüm YazılarYazarlarYazi Atlasi

Safer ayı bela ayı degildir

Safer ayında belaların indiği yönündeki bilgi-inanç doğru değildir. Bu konuda muteber bir kaynak istiyorsanız, size bir kitap ismi vereyim: Letaifü’l-Meârif. 

Bu kitap büyük muhaddis ve fakih İbn-i Receb el-Hanbelî’ye ait. Belli zaman ve mevsimlere dair fazilet bildiren ya da özel ibadet programları tavsiye eden rivayetleri kudretli bir muhaddis ve fakih gözüyle inceliyor, son derece mutedil ve mukni tahliller, değerlendirmeler ortaya koyuyor…

İlgili kitabın Safer ayıyla ilgili bölümünde müslümanın Safer ayına bakışını sünnet-fıkıh perspektifinden ele alan değerli mütalaalar var.

Özetle Safer ayının bela ayı olduğu ya da belaların indiği bir ay olduğu yönündeki anlayışın rivayetler temelinde mesnetsizliğini ortaya koyuyor. Buhari ve Müslim rivayeti olarak Hz. Peygamber Efendimiz’in uğursuzluk vb. batıl inançları reddettiği bir hadis-i şerifte geçen “velâ safera” ifadesine yer veriyor. Bu ifadenin seleften gelen en doğru tefsire göre safer inancını red anlamı taşıdığına dikkat çekiyor.

Safer inancı, Safer ayında belaların indiği yönündeki inançtır ve bundan dolayı ilgili ayı cahiliyye arapları uğursuz sayarlardı.

Ayrıca Hindistanlı hanefi muhaddis-fakih Abdulhayy el-Leknevi, el-Âsâru’l-merfua fil ehadisi’l-mevdua isimli kitabında hadis temeli olmayan namazlar arasında Safer ayının son Çarşambasında kılınan namazı da zikrediyor.

Keza Safer ayında 320 bin belanın indiği yönündeki rivayetin hadis kaynaklarında aslı yoktur.

Yukarıda isimlerine yer verdiğim iki alimin özellikle muhaddis ve fakih olmalarının altını çizmek istiyorum. Belli bir zamana ait bir fazilet ya da ibadet söz konusu olduğunda bunun Hz. Peygamber Efendimiz’den gelen rivayetlerle temellendirilmesi gerekir.

Konu rivayet olunca da devreye sahanın alimleri girer. Li külli fennin rical/Her sahanın adamı vardır.

Hal böyle olunca gerek sübut/sıhhat gerekse delalet/yorum açısından hadis rivayetlerini inceleyecek, rivayetlerin sıhhatine dair kanaat belirtecek, keza rivayetlerin delalet ve yorumunu ortaya koyacak olan otorite isimler muhaddis ve fakih kimlikli alimlerdir. Ben bu alimler arasından farklı zamanlarda yaşamış iki mutedil ve kudretli ismin konuya dair mülahazalarına yer verdim.

Bu konuda aksi anlayışı destekleyen rivayetlere ve yer aldığı kitaplara gelince bu kitaplar muhaddis-fakih kimlikli müelliflerin, ilgili ilim dallarının dili, usulü ve rezervleri doğrultusunda yazmış oldukları kitaplar değil. Müellifleri çok muhterem insanlardır. Allah kendilerine rahmet etsin, makamlarını ali eylesin. Ancak üzerinde konuşulan konu rivayet konusudur ve her konunun ait olduğu bir disiplin, ilgili disiplinin de bir usulü ve literatürü vardır. Rivayet konusunun da hadis ve usul-i fıkıh ilimleriyle alakası göz önüne getirilirse bu konuda nihai kanaat muhaddis-fakih kimlikli alimlerin tespitleri esasında şekillenmelidir.

İlgili rivayetlerin bir kitapta geçmesi konunun açıklığa kavuştuğu anlamına gelmiyor; bilakis anılan rivayetlerin hadis kaynaklarında geçmesi ve oralarda yetkin alimler tarafından işlenip hükme bağlanmış olması gerekiyor.
Kaynakla kitap arasındaki farka değinmeme gerek olmadığını düşünüyorum.

[toggle title=”Yazar Hakkında” state=”open” ]Talha Hakan Alp ebulbeka@gmail.com [/toggle]

admin

Soru ve görüşleiriniz için İrtibat: fikiratlasi1@gmail.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.