Ali Ramazan DinçTasavvufTüm YazılarYazarlarYazi Atlasi

Ricâlü’l Gayb

İnsan

Bir âlem, bir gizem, bir şifre insan. Buyurur Rabbimiz (cc) Hadîs-i Kudsî’de: “Ben bir gizli hazine idim, bilinmek istedim mahlûkatı halk ettim.”

Allah Teâlâ’dan bir nefha nefes oluşla isimlerin, sıfatların, fiillerin, aklın ve zekânın, tefekkür ve idrâkin, emânet ve ehliyetin, hilâfet ve daha nice esrârın kaynağıdır insan. “Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen / Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen.”

İçi definelerle dolu hazînedir insan. “İnsanlar, aynen altın ve gümüş madenlerine benzerler.”

Kâinatta olan her şeyin bir kopyası, yansımasıdır insan. “Âyinedir bu âlem, her şey Hak ile kâim / Mir’at-ı Muhammed’den Allah görünür dâim.”

Câbir (ra) Hazretleri: “Yâ Resûlallâh! Allâh-u Teâlâ en evvelâ neyi yarattı?” diye sorduğunda Cenâb-ı Fahr-i Kâinat (sav) Efendimiz buyurdular ki: “Allâh-u Teâlâ her şeyden evvel senin peygamberinin nûrunu kendi nûrundan yarattı.” “Ben, Allâh’ın nûruyum. Her şey de benim nûrumdandır (benim nûrumdan yaratılmıştır).”

NUR KERVANI

Nur kervanı, kıyâmete kadar devâm edecektir. “Ümmetimden bir tâife, kıyâmet kopuncaya kadar Allâh’ın yardımı ile muzaffer olmakta devâm edecek, muhalefette bulunanlar onlara zarar veremeyecektir.” (Tirmizî)

Kim bu hayırlı zümre? “Öyle erler vardır ki, Onları ne bir ticâret ne de bir alış-veriş Zikrullahtan, Namaz kılmaktan, Zekât vermekten alıkoymaz. Onlar gönüllerin ve gözlerin hâlden hâle döneceği günden korkarlar.” (Nûr, 37.) Taşıdıkları gönül, İlâhî korku ve rahmet-i İlâhîden ümidvâr olmakla doludur.

“Siz beşeriyet için meydana çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız ve Allâh’a inanırsınız.” (Âl-i İmrân, 110.) Peygamberimiz (sav) “Ümmetimin hâli yağmura benzer. Başlangıcının mı, yoksa sonunun mu hayırlı olduğu belli değildir.”

“Yarattıklarımızdan öyle bir topluluk da vardır ki, onlar Hakk’a iletirler ve Hakk ile hüküm verirler.” (Araf, 181.) Efendimiz (sav) “Ümmetimden hak üzere bir tâife, kıyâmete kadar gâlip olarak cihâd eder.” [İbni Asakir]

“Lütuf ancak Allâh’ın elindedir. Onu ancak dilediği kimselere verir. Allah büyük lütuf sahibidir.” (Hadîd, 29.) Muhammed ümmetine iki kat mükâfaat verileceği beyân edilince kitap ehli, müslümanları kıskanmışlar ve kendilerinin bütün yaratıklardan üstün olduklarını zannetmeye başlamışlardır. Bunun üzerine Allah Teâlâ bu âyet-i ke­rîmeyi indirmiş ve lütfuna kimsenin sâhip olmadığını, onu kullarından dilediği­ne vereceğini beyân etmiştir. “Allah dilediğini yardımı ile destekler.” (Âl-i İmrân, 13.)

“Hamd olsun Allâh’a, selâm olsun O’nun beğenip seçtiği kullarına.” (Neml, 59.) Cenâb-ı Hakk’ın mârifet ve tâatle seçtiği kimselerdir seçilen kullar.

“Sâlihlerin işlerini O görür.” (A’râf, 196.) Râzı olmakla sırrını, nur bahşetmekle gönlünü tenvir eder.

“Allah o kimselerle berâberdir ki, onlar takvâ sahibidirler ve onlar öyle kimselerdir ki muhsinler vasfını almışlardır.” (Nahl, 128.)

“Onlar o kimselerdir ki, Allah îmânı kalplerine yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir.” (Mücâdele, 22.)

“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” (Hûd, 112.) Hakk’a tâbi olmak, adâleti yerine getirmek, doğru yola girmek, itâat olan şeyleri yapıp isyân olan şeylerden sakınmak, verdiği sözü tutmak ve haktan meyletmemek demektir.

“Bana varan doğru yol işte budur. Benim hâlis kullarım üzerinde senin bir nüfûzun olamaz. Ancak sana uyan azgınlar bunun dışındadır.” (Hicr, 41-42.)

“Allah dilediği kulunu Zât’ına seçer.” (Şûrâ, 13.) Zât’ına layık gördüğü kulların özellikleri Furkan Sûresi’nin 63.-76. âyetlerinde bildirilir. Tevazu, hilim, İlâhî korkuyu taşıyan, geceyi ihyâ eden vs. muhsin kullardır.

“Onlar (Allah Teâlâ’nın rızâsına tâbi olanlar) ise Allah Teâlâ indinde derece derecedir.” (Âl-i İmrân, 163.) İbâdet ve tâatteki samimiyet ve ihlâslarına göre farklıdırlar.

“Herkesin (hayır ve şer) yaptıkları şeylere göre dereceleri vardır.” (Enam, 132.)

“Bizden kimse müstesnâ olmamak üzere her biri için mâlûm birer makam vardır.” (Saffat, 164.)

“Baksana, biz onların kimini kiminden nasıl üstün kıldık. Elbette âhiret, dereceler itibâriyle de daha büyüktür. Üstün kılmak bakımından da daha büyüktür.” (İsra, 21.)

Seçilenler: “Allah Teâlâ onları sever, onlar da Allah Teâlâ’yı severler.” (Mâide, 54.)

“Allah Teâlâ onlardan, onlar da Allah Teâlâ’dan râzı olanlardır.” (Mâide, 119.)

“Allah Teâlâ ona dilediklerini seçecek ve kendine yönelenleri doğru yola erdirecektir.” (Şura, 13.)

SEÇİLENLER

Seçilenler: Müslim’in rivâyetiyle Efendimiz (sav): “Onlar kimseyi kınamazlar. Bidat ehli değildirler. Sözü uzatmazlar, ağdalı söz söylemezler. Nâil oldukları nimetlere, çokça namaz, oruç ve sadakayla erişmemişlerdir. Ancak, cömertçe davranmaları, kâlblerinin huzûru ve ümmete nasihatleriyle ulaşmışlardır.”

Ahzâb Sûresi’nin 35. âyet-i celîlesinde seçilen, bahtiyar kullar şu şekilde sıralanır: “Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, tâata devam eden erkekler ve taata devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevâzi erkekler ve mütevâzi kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allâh’ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.”

Kur’ân-ı Kerîm’de Meryem, Asiye, Mûsâ’nın (as) annesi, İbrâhim’in (as) zevcesi hayırlı kimseler olarak anılıyorsa, sâlihâ hanımlar da âbide, zâhide, müttakî, mukarreb ve ricâlü’l gayb olarak devâm eder.

Ahmed b. Hanbel’in Müsned’i ile Hâkim Tirmizî’nin eserlerinde üçler, yediler ve kırklar gibi değişik isimlerle anılan gayb erenleri sayılmıştır: “Bu ümmetin içinde İbrâhim’in (as) tabîatı üzere kırk, Mûsâ’nın (as) tabîatı üzere yedi, Îsâ’nın (as) tabîatı üzere üç, Muhammed Mustafâ’nın (sav) fıtratı üzere bir kişi bulunur. Bunlar derecelerine göre halkın efendisi sayılır.” (Keşfu’l-hafâ, I, 24. İbn Hanbel, I, 112, V, 322, VI, 316) Hadîslerde daha çok, ‘ebdâl’ kelimesi yer almaktadır. Aynı kökten ‘büdelâ’ kelimesi kullanılmaktadır.

İbn Mes’ûd’un (ra) rivâyet ettigi ve İbn Asâkir’in tahrîc ettigi bir hadîs-i serîfe göre de: “Allâh Teâlâ’nın halk (yaratılmışlar) arasında Âdem’in (as) kalbi üzere olan üçyüz, İbrâhim’in (as) kalbi üzere kırk, Cebrâil’in (as) kalbi üzere beş, Mîkâil’in (as) kalbi üzere üç ve İsrâfil’in (as) kalbi üzere de bir kişi vardır. Eğer bunlardan biri vefât ederse onun yerine Allah Teâlâ üçlerden birini geçirir; üçlerden biri vefât ederse onun yerine beşlerden birini geçirir; beşlerden biri vefât ederse onun yerine yedilerden birini geçirir; yedilerden biri vefât ederse onun yerine kırklardan birini geçirir; kırklardan biri vefât ederse onun yerine üçyüzlerden birini geçirir; üçyüzlerden biri vefât ederse onun yerine diğerlerinden (ricâlü’l-gayb tâifesinden) herhangi birini geçirir. Allah Teâlâ mahlûku onlarla diri tutar, öldürür, nebâtı bitirir ve belâları def eder.” İbn Mes’ûd’a: “Allah onlarla nasıl diriltir ve öldürür?” diye sorulunca: “Çünkü onlar Allâhu Teâlâ’dan, ümmetlerin çoğaltılmasını isterler, Allah da çoğaltır; büyük bir nezâket içerisinde duâ ederler; yağmur yağmasını isterler, yağmur yağar; onlar isterler, yeryüzünde türlü nebat biter; onlar duâ ederler, onların sâyesinde türlü belâlar def olunur” demiştir.

Enes B. Mâlik’den (ra) rivâyet edilmiştir, Efendimiz (sav) bir sohbetlerinde; “Kardeşlerimle buluşmayı çok özlüyorum” buyurur. Sahâbe sorar; ‘Ya Rasûlallâh, biz sizin kardeşleriniz değil miyiz’?
-Efendimiz; ‘Siz benim ashâbımsınız, benim kardeşlerim, beni görmeden îmân edenlerdir’ buyurur.

“Ümmetim, ümmet-i merhûmedir, mukaddestir, mübârektir, kıyâmette onlara azap yoktur. Azapları ancak dünyâda aralarındaki fitnelerledir.” [Taberânî, İbni Asâkir]

“Her asırda benim ümmetimden ‘Sâbikûn=önde gelenler’ vardır ki bunlara büdelâ ve sıddikûn ıtlak olunur (söylenir). Haklarındaki ilâhî inâyet ve merhamet o kadar boldur ki sizler de o sâyede yer ve içersiniz. Yeryüzü halkı için geleceği tasavvur olunan belâ ve musibetler onlarla kaldırılır.” (Nevâdirül-usûl)

“Allâh’ın kullarından öylesi vardır ki, şöyle olacak diye yemin etse muhakkak Allah onun yeminini yerine getirir.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1186)

Hadîs-i kudsîde: “Velilerimden birisine düşmanlık eden kimseye ben harp ilân ederim.

Kulumu bana en çok yaklaştıran şey, farz kıldığım ibâdetleri yapmasıdır. Nâfile ibâdetlerle de bana o kadar yaklaşır ki, nihâyet ben o kulumu severim. Sevince de artık onun duyan kulağı olurum, o benimle işitir. Gören gözü olurum, o benimle görür. Eli olurum, o benimle dokunur. Ayağı olurum, o benimle yürür. (Kalbi olurum, o benimle anlar. Söyleyen dili olurum, o benimle konuşur.) Ne dilerse onu yerine getiririm. Herhangi bir şeyden bana sığınırsa ben onu muhafaza ederim.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 2042)

Sayılamayacak kadar çok âyet ve hadîslerde özellikleri belirtilen bu nurlu kimselerin vasfı, şu şekilde açıklanır:

  • Halîm, düşük insanlara karşı yumuşak huyludurlar. Cevap vermezler, selâm der geçerler.
  • Verâ, Allah Teâlâ’nın haram kıldıklarından, şüpheli işlerden ve mâsivâdan sakınırlar.
  • Güzel ahlâk sâhibidirler.

Bu huyda velîler olmasa, âlem birbirine karışır. “Eğer Allah insanların bir kısmını diğer bir kısmı ile önleyip savmasaydı yer(yüzü) muhakkak fesada uğrardı. Fakat Allah, âlemlere karşı büyük fazl ve inâyet sâhibidir.” (Bakara, 251.)

Hâkim Tirmizî’nin rivâyeti üzere Efendimiz (sav): “Ümmetimden büdelâ (kırklar, ricâl tâifesi) namazlarının ve oruçlarının çokluğuyla cennete girmezler. Ancak cömertlikleri, gönüllerinin genişliği ve rahmet-i İlâhî ile cennete dâhil olurlar.”

“Hidâyete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdir onlar.” (Meryem, 58.) Bu âyet-i celîlede seçilenler, “Hayır O (Îsâ (as)) ancak kendisine nimet verdiğimiz hâlis bir kuldur” (Zuhruf, 59.) buyurulan zümredir.

RİCÂLÜLLAH’DAN HÂTIRALAR

“Yanında kitaptan ilmi olan kimse; ben sana onu, gözünü açıp kapamadan getiririm, dedi.” (Neml, 40.) İbnü Abbas’ın meşhur görüşüne göre, Süleyman’ın (as) veziri Asaf b. Berhıya’nın kısa zamanda tahtı getirmesi, tayy-i mekân yapması bir kerâmettir. Medine-i Münevvere’de bulunan Cihad amca, mânâ âleminde ismi “Ahmed” olan, ricâlüllâhdan bu zât bize şu hâdiseyi anlattı: “Müferridun, dünyâda eşine az rastlanan Harrani Hazretleri tayy-i mekân yaparak, kısa zamanda İstanbul’a geldi. Çemberlitaş’ta orak çekiç resmi olan bayrağı indirip Medine’ye döndü. ‘Kudsî emânetin tevdi edildiği Türkiye’de böyle bir uygunsuz hâl var iken ben burda duramam.”

Ricâlü’l-gayb, gayb erenleri, bilinmeyen Hakk dostları demektir. Ricâlü’l-gayb, Allah dostluğunun gizliliğinden kinâyedir. ‘Rabbının ordularını O’ndan başka kimse bilmez’ (el-Müddessir, 74/31) âyetinin ifâde ettiği anlam da budur.

Her devirde bulunan, fakat herkesçe tanınıp bilinmeyen ve görülmeyen, Allah Teâlâ’nın emirlerine tam olarak uyan ricâl-i gayb adıyla isimlendirilen zâtlardan Hatay’ın Dörtyol ilçesinden fırıncı Mehmet Efendi, 1973 yılında bize şunu anlattı: Hasan Efendi’yle görüştüm. Bize müjde verdi. Peygamberimiz (sav) koltuklarının altında Kur’ân-ı Kerîm’le yürür. “Nereye Yâ Resûlallâh!” “Türkiye’ye gidiyorum. Bu kudsî emâneti Türkiye’ye tevdi edeceğim.”

Erdemli’li Ahmed Şâhin Efendi nakletti: Kıbrıs çıkartmasında Ekrem Babacan Paşa bizde kaldı. Anahtar deliğinden gizlice iki sefer baktığımı söyledi ve devâm etti: “Ahmed! Bu gün çok gayr-i müslim katlettim.”

Ladikli Ahmed Baba’nın evinde yapılan feyizli bir sohbette dinledim. “Hacı Baba’ya askerî rütbeyle iki kişi gelir. Biri, yaş üzüm yesek, bir diğeri de yaş hurma yesek der. Huzura vardıklarında, dolaptan iki nimet de sunulur. Gelenlerden biri, üzümler mikroplu olabilir, yıkanmış olsaydı der gönlünden. Hacı Baba, ‘bu ikram hakîkat bahçesinden, mikrop olmaz’ der.”

Bir gün Ladik çevresine helikopter düşer ve tamamen harâb olur. Hacı Baba, “Geçin direksiyona, ben omuzumu koyuyorum” der. Ne kadar olamaz deseler de kabul ettirir arzusunu. Helikopter çalışır. Hâdise birliğe anlatıldığında, Hacı Baba’yı tanıyıp huzuruna gelerek, ellerinden öpüp duâ talebinde bulunurlar.

Yahyalı’da, deli diye bilinen “Ekrem”, üstâzımızın kutbiyyet makâmını tebrik ediyordu. Sokaklarda elini yüzünü yırtan Ekrem, huzurda kırk yıllık bir derviş gibi oturuyordu.

İtibâr edilmeyen, hakkıyla kıymeti takdir edilmeyen Halil Bey, Yahyalı’nın meczûbînindendi. Namazda tekbiri defalarca alırdı. Onun Kâbe-i Muazzama’yı görmeden elini kaldırmadığını bilmeyenler, bayram namazı kılıyor derlerdi. Bizlere, “babanıza sâhip olun” derdi.

Sadece Üstâzımıza yetecek kadar hazırlanan taama, attığı büyük lokmalara rağmen yemeğin bereketlendiğini gözlerimizle gördük.

Develi ilçesinde bulunan Meczûbînden Celâl Baba’ya Üstâzımız, “Celâl geçtiğimiz karmaşık yollarda neden elimden tutmuyorsun?” dedi. Celâl Baba, askerlerin mektubunu âilelerine ulaştıran bir postâne idi. Üstâzımızın, Celâl Baba’nın bir secdesine, ömrünün tâatini vermenin pazarlığını yaptığı bir kimse idi.

Kayserili Cemil Baba, belki de meczûbînin başı idi. Yemen ülkesinin çok sıcak olduğunu, tayy-i mekânla dünyâyı dolaştığını, Peygamberimiz’in (sav) şemâilini bambaşka bir zevkle anlatırdı.

Kayseri’de, ipinden tutarak çektiği teneke ile aa, aaa diye ağzından sel akıtan birine Üstâzımız iltifatla bakarak şu sözleri söyledi: “Gördüğü yüce kudretten duyduğu şaşkınlıkla bu sesi çıkarıyor.”

Düğünümüzde, Konya’dan gelen Sarı Emmi ricâlin değişik bir kısmını temsil ediyordu. Hacı Baba’mızdan anlatır mısınız bize diyen birine, “Eğer ondan anlatırsam, azıcık bir aklın var, o da çıkar” der.

Sami Efendi’nin (ks) huzurunda bulunan Harrani Hazretleri ve Pakistanlı Muhammed Can ve daha nicelerini anlatmakla bitiremeyiz.

Üstâzımızla berâber ricâl ehlinden bir zât Sami Efendi’nin (ks) hânesinde misâfir olur. Ricâlüllâh’dan olan bu er, gece hizmete gitmekte gösterdiği itina ile, ayakkabısının birini ancak giyebilir.

Sahih eserlerde, muteber kaynaklarda özellikleri belirtilen bu mübârek zümrenin, husûsiyetlerinden bir kısmını beyân etmek isterim, bütün kusur ve hatalarımla. Son derece Şer’i Şerîf’e saygılıdırlar. Afşın’ın Armutalan köyünden Çoban Ali’ye bir kadın “ayağıma bir dokun da duâ et” deyince, şiddetle kaçındı ve çehresi değişti.

Şarkışla’nın Sofular Mengen köyünden, ricâl tâifesinden Çoban Bekir amca, televizyon konusunda çok hassastı. Gençliğinde, kendisine nefsini teslim eden kadından kaçar. Kadın, “Sen erkek değil misin?” diye yüzüne tükürür. Uzun yıllar babası İsmâil amcayı sırtında mescide götürüp getirir.

Kayseri’den Halil İbrâhim amca, hanımının ezâsına sabır ve annesine saygısıyla ricâlüllâhdan olur. Ekmeğin kırıntılarını yere düşürmez, gelenlere Kur’ân okutur, bakışlarındaki esrâr ile insanları cezbederdi.

Talaslı Hâfız, Kur’ân okurken cezbeye kapılır, Hû Hû diye dönerdi. Üstâzımızın huzurunda cezbeyle ayağa kalkması bir kısım insanı hayrete düşürünce, “Bu zâtın hâli beni ayağa kaldırıyor. Haydi siz de konuşun da, beni ayağa kaldırın?” dedi. Etin kemiklisini almışın diye, kafasına poşeti çarpan hanımına, hiç kızmaz. Sâdece “başımı kanattın” der.

Bunlar öyle tatlı kimseler ki, târif edilmez. Dereköylü Serbest Mehmet amca, koyunlarını otlatırken uyuyakalır. Koyun sürüsü başkasının ekin tarlasına girer. Tarla sahibi, demedik söz bırakmaz. Attığı taşla başını yaralar. Amcanın cevâbı şu olur: “Başımı kanattın.”

Bandırmalı tatlıcı Ali amcanın, elinde ispirto şişesiyle kendisine saymadık fenâ söz bırakmayan sarhoşa verdiği cevap çok mânidârdır: “Senin daha sayamadığın bende daha ne kötülükler var.” İspirto içen sarhoş ağlayıp yere düşer.

Söz, fiil ve hâlleri tıpkı Kur’ân-ı Kerîm bu kimselerin. Abdest alırken gönlüme bir hayırlı insanla kavuşma düştü. Develi’nin Sarıkaya köyünden bir amca geldi. İlk anda çözemedim. Fakat konuştukça pür dikkat kesildim. Şu şekilde konuştu: “İki şeyi düşünüyorum. Biri, Mevlâ’nın sevmesi, diğeri benim de onu sevmem. Bence takvâ, şüpheli işlerden kaçmaktır. Kur’ân-ı Kerîm’de de takvâ kelimesi çok geçer.” Ne söylese âyet ve hadîs meâliydi. Arabada, arkasına hiç dayanmadı. Gözleri hep yaşlıydı. Kendisine sunulan ikrâmı, öpüp başına koydu. “Sizde varsa alabilirim” dedi. Söylenen sözlerin büyüklüğüne baktım, şu beyt hatırıma geldi:Ârifim ben! diye hiçbir kimseye ta’n etme sen, Defter-ü-divâna sığmaz söz gelir, dîvâneden!”

Bizde misâfir kalan bir kimsenin, seher vakti yanına vardım. Üç şeyi unutma, dedi.

  • Muhasebe, nefsi hesâba çekme.
  • Murâkabe, Hak Teâlâ’nın gözetlemesini gönlün, devamlı hatırlaması.
  • Müşâhede, esmâ ile müsemmâ Her şeyin sırrına erme.

Hangisiyle karşılaşsanız,

Ârife eşyâda esmâ görünür, Cümle esmâda müsemmâ görünür, Bu Niyâzi’den de Mevlâ görünür, Âdem isen “semme vechu’llâh”ı bul, Kande baksan ol güzel Allâh’ı gör

demekten kendinizi alamazsınız.

Ricâlüllâh’da Yapı

Aynen askerî ve idârî bir yapılanma gibi yerlerini alır bu âlî zümre.

Kutub (ve gavs) bir tânedir.

Hâtem ve Havâriyyûn bir kişidir.

Ricâlü’l-ayn bir tânedir.

İmâmân ve Ricâlü’l-ganî billâh iki kişidir.

İlâhiyyûn ve Ricâlü imdâdi’l-ilâhî üç tânedir.

Evtâd ve Ricâlü’l-ilâhiyye dört kişidir.

Sulehâ, Ricâlü’l-istiyâk, Ricâlü salavâti’l-hams beş tânedir.

Ricâlü eyyâmi’s-sitte altı kişidir.

Ebdâl , Ricâlü maârici’l-ulâ yedi tânedir.

Nücebâ ve Ricâlü kuvveti’l-ilâhiyye sekiz kişidir.

Büdelâ , Ricâlü ayni’t-tahkîm ve’z-zevâid on tânedir.

Ricâlü tahte’l-esfel on bir kişidir.

Nükabâ on tânedir.

Ricâlü’l cenân on beş kişidir.

Recebiyyûn ve ahyâr kırk veya sayıları belli değildir.

Müctebûn üçyüz tanedir.

Melâmiyye, efrâd sayıları belirsizdir.

Cenâb-ı Hakk şefaatlerine mazhar kılsın. (Âmin.)

[toggle title=”Yazar Hakkında” state=”open” ]İlahiyatçı – Yazar Ali Ramazan Dinç[/toggle]

admin

Soru ve görüşleiriniz için İrtibat: fikiratlasi1@gmail.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.