Mürşid-i Kȃmile Duyulan İhtiyaç – Prof. Dr. Kadir Özköse
Tasavvufȋ eğitim bir mürşid-i kȃmilin gözetiminde gerçekleştirilen terbiyedir. Ebû Ali Dekkâk (ö. 405/1014)’ın ifâdesiyle söyleyecek olursak, yetiştireni ve dikeni olmadan kendi kendine yetişen ağaç yaprak açar, fakat meyve vermez. Tedricî bir surette tarikatın âdâbını öğretecek bir üstada sâhip olmayan mürîdin durumu da böyledir. O hevȃ ve hevesine tapar, kurtuluş yolu da bulamaz.1 Dolayısıyla seyr ü sülûka yönelen mürîdin, bir rehber gözetiminde yol alması tasavvufta esastır. Yusuf Hemedani (ö.534/1139) ise mürîdin tek başına on senede alamayacağı yolu bir pîr ile bir senede alabileceğini söylemektedir.2 Mürşid-i kȃmiller mürîdlerine uzun ve ince tasavvuf yolunu kısa zamanda ve sâlimen kat etmelerine vesîle olurlar. Erenlerin nazarına dikkat çeken Ya’kûb Çerhi (ö.851/1447), mürîdine kısa zamanda uzun mesâfeler aldırtan mürşid-i kâmili kibrȋt-i ahmer olarak nitelemekte ve şöyle seslenmektedir:
Tebrizî’yi görüp de tek bir nazarıyla müşerref olan
Çilede harcadığı zamana ta’n eder.
Her ne zaman ki pîr bulur, kibrît-i ahmer bulmuştur.3
Yerimizde saymakla, kuru beklentilere koyulmakla ve boş kuruntularla menzîle varılmaz. Yollar yamandır. Bu yollarda rehbersiz yola revan olunmaz. Dînin fetvâ boyutundan çok takvâ boyutunu önemseyen, ruhsatlarla amelden çok azîmetle ameli hedefleyen, kurb-ı ferȃizin yanında kurb-ı nevȃfile ehemmiyet vermek isteyen dervişe seslenen Yûnus Emre (ö.720/1320) kendi tecrübesini şu şekilde aktarmaktadır:
Bir çeşmenin başına
Bir testiyi koysalar,
Kırk yıl anda durursa
Kendi dolası değil.4
Âşık oldum erene ermek ile
Hakkı buldum ben eri bulmak ile
Haktan imiş cânlara cümle nasip
Olmaz imiş Kâ’be’ye varmak ile
Bir göl idim kıldı erenler nazar
Deniz oldum dört yana ırmak ile.5
Bakırı altına dönüştüren erenlerin nazarına nâil olmak kişiyi ölüyken diri kılar, ehil bir mürebbî bulmadan kimse Hakk’a vâsıl olmaz. Nakşȋ Ali Akkirmȃnȋ bu duruma şiirinde şu şekilde dikkat çeker:
Mürde geldin mürde gitdin ahiri
İdemedin safi altun bakırı
Sikke-i şâhiye layık olmadun
Arayup bir kâmil insan bulmadun
Olmaya ger bir mürebbi ey ‘aziz
Kimse irmez hakka vü bulımaz iz6
Tarîkatta şeyhe duyulan ihtiyâcın ehemmiyetine bu denli hassâsiyetle dikkat çeken sȗfȋlerden Câhidî Ahmed Efendi (ö.1070/1660) bu durumun gerekçelerini şu şekilde sıralamaktadır:
- Mürîd, kendisini mânevî olgunluğa götürecek olan bu yolun zorluklarını bilemez. Bu sebeple istediği menzîle varması mümkün değildir.
- Mürîd, seyr ü sülûk sırasında karşısına çıkan engelleri tek başına aşamaz. Nefsin ve şeytânın hileleri karşısında kendini koruyamayan mürîd, hedefine varmadan yarı yolda amacını kaybeder.
- Tasavvufî eğitim boyunca mürîdin karşısına birçok farklı ȃfet ve şüpheler çıkacaktır. Dîne ve tasavvufa karşı olan farklı görüşler, dünyâ ve hevȃ ehli bu ȃfetlerden sayılırlar. Bu tür sıkıntılar mürîdin zihnini bulandırarak sonuç almasına engel olurlar.
- Mürîd bu yolda ibâdet, riyȃzet ve mücȃhedeler çekerek belli bir mesâfeye ulaşır. Kendisine mânevî ȃlemden bazı güzellikler görünür. İşte bu noktada yanlışlığa ve hatâlara düşmemek için mutlaka kȃmil bir mürşidin desteğine ihtiyaç duyar. Eğer böyle olmazsa mürîd gurur, kibir gibi nefsȃnȋ tuzaklara veya şatahȃta (mânevî sarhoşluk) düşebilir.
- Seyr u sülȗkun sonuna doğru belli bir olgunluğa eren mürîdin, yaşadığı hȃl ve ulaştığı makamların ne anlama geldiği hakkındaki bilgileri yine bir mürşidden alması gerekmektedir.7
Sıralanan bu gerekçelerle mürşid-i kȃmillerin en temel vasfı diriltici ve öldürücü kimliğidir. Mürşid sȃlikin kâlbini mâneviyatla diriltirken, nefsânî arzu ve isteklerini Hakk’ın sevgisinde öldürmektedir. Hizmet, sohbet, zikir, râbıta, seyahat, halvet ve riyâzât usûlleriyle mürîdle mürşit arasında gerçekleşen berâberlik güçlü etkileşime yol açar. Mürşidiyle sürekli berâber olan mürîd zamanla onun rengini boyanmaya başlar. Zamanla duygu ve düşüncesi, karar ve eylemleriyle şeyhinin dünyâsından hissedâr olmaya başlar. Sȋreti, ahlȃkı ve yaşantısıyla Nebevȋ geleneğin güçlü temsilcisi bulunan, sâlih, ȃbid, ȃrif, ȃşık ve önder vasıflarına sâhip olan mürşid-i kȃmillere saygıda kusur etmemek gerekmektedir. Vâhib-i Ümmî (ö. 1004/1595) de şu dizeleriyle sȃlikleri mürşid-i kȃmillere hürmet etmeye dâvet etmektedir:
Bizi gelip irşâd eden ehl içinde er kişidir
Hak’dan alıp bu tevhîdi bize veren nûr kişidir
Bin yıl anın vasfın desem gelmez dile nic’edeyin
Dört kitâbın hakkı içün peygambere yâr kişidir
Hakka’l-yakînden söylerim ma‘rifetin ma‘nâsını
Erenlerin zübdesidir yok değildir var kişidir
Söylediğim kardaş sana kelâmu’llâh içindedir
Ârif bilir neydiğini velâyeti gür kişidir
Evliyânın himmetidir Vâhib Ümmî’nin sözleri
Aklın ermez senin buna aşkdan gelir sır kişidir.8
Mürşid-i kȃmillere hürmette kusur gösterilmemesi gerektiğine bu dizeleriyle dikkat çeken Vâhib-i Ümmî, mürşid-i kȃmillere dil uzatanlara uyarıda bulunur, Allah dostlarına kötü gözle bakılmamasını öngörür. Şöyle ki:
Erenlere taş atan İslâm’ını yitirdi
Ol ahdini unutdu fânî dumân içinde9
Var ise ger aklın senin dahl etme sen meşâyıha
Var ise ger fikrin senin dahl etme sen meşâyıha
Anladım bildim diye da‘vâ-yı merd etme sakın
Bilmeden bildim deme dahl etme sen meşâyıha
Ma‘nâ âleminin nûrun söyler sana ehl-i sücûd
Gâfil olma aç gözünü dahl etme sen meşâyıha
Hakk’ın esmâ sıfatları çün âdemin yed’indedir
Cehâletle yanılırsın dahl etme sen meşâyıha
İhtisâr eyledik sözü lâzım değil gayrı kelâm
Erer isen bu menzîle dahl etme sen meşâyıha
Gizli eğer âşikâre verdik haber anlar mısın
Öz özünü fehm eyleyip dahl etme sen meşâyıha
Söyleyip söyletdiren bu tevhîdi Hak’dır bize
Dört kitâbın hakkı-çün dahl etme sen meşâyıha
Çahâr-yâr-ı bâ-safâ Peygamber’in sırdaşıdır
Biz anların hem-râzıyız dahl etme sen meşâyıha
Bu on sekiz bin âlemin seyyâhıdır bunlar hemân
Aklın irmez senin buna dahl etme sen meşâyıha
Nüsha-i âlem-i kübrâsıdır ol işitmez misin?
Câhil olma yürü zâhid dahl etme sen meşâyıha
Mustafâ’nın şânındadır “ındehû ümmü’l-kitâb”
Ârif olan bilir nedir dahl etme sen meşâyıha
Yediler kırklar geldiler bu tevhîde hak dediler
Kardaş Hakk’a hak der isen dahl etme sen meşâyıha
Erenlerin sözü hakdır gayrı kelâm bunda yokdur
Bunlar Hakk’ın mazhârıdır dahl etme sen meşâyıha
Peygamber’in ervâhının ma‘nâsıdır sözüm sana
Deli değil uslu isen dahl etme sen meşâyıha
Derdmend miskîn Vehâb’ın nutku durur âb-ı hayât
Gayrı sana lâzım değil dahl etme sen meşâyıha10
Tarîkat terbiyesinde varlığı vazgeçilmez olan, saygı ve hürmette kusur edilmemesi gereken, kendilerinden mânevȋ feyiz alınan, diriltici nefesleriyle sȃliklerin ber-hayât olmalarını sağlayan bu mürşid-i kȃmillerin belli başlı hasletleri nelerdir? Bu sorunun cevâbını Abdülkâdir Geylânî (ö.561/1166)’nin şu tesbitleriyle takdîm edip makâleme son vermek istiyorum. Bu yolun sahte, yavan ve yetkisiz şeyh taslaklarının da bulunabileceğinden yakınan Abdülkadir Geylȃnȋ gerçek mürşid-i kȃmillerin taşıması gereken özellikleri şu şekilde sıralamaktadır:
- O, Hz. Peygamber’in yolu üzerindedir. Yemede, içmede, evlenmede ve diğer her türlü halde ona tâbidir. En genel ifâdeyle o, Hz. Peygamber’in nâibidir.
- Hak kapısının bekçisidir. Halkı Hakk’a dâvet eder. Hak için Hakk’ı konuşur, Hak tarîkini anlatır. Hakk’ın dâvetçisidir. İnsanları kendi nefsine değil Hakk’a itaate çağırır.
- Sâdece nasihatçidir. Nefisten ve halktan uzaktır. Nefis ve halk üzerinde Allahu Teâlâ’nın fiillerini gözetler. Onu ithâm etmemek gerekir. O kendisi için istediğini halk için de isteyendir.
- İnananlar için içinde namaz kılınan bir mescit gibidir. Kir ve pislikleri temizleyen sudur. Yolu gösteren ve yolda yürümeye yardım edendir. Yaptığı iyiliği karşılıksız yapar. Onun câmekiyyesi halktan değildir. O tâliplere Hak için hizmet eder. Fakat münâfıklar için Hakk’ın gazabıdır. Onlar üzerine Hakk’ın ateşidir. Münâfıklar eğer tövbe ederlerse ve onun kendilerine söylediklerini kabûl edip sözlerine hoşnutluk gösterirlerse, onlar üzerine serin ve selȃmetli olur. Aksi halde onları yakar.
- Kendisine tâbi olanlara şefkatlidir. Onların ağırlıklarını taşır, sökük amellerini diker, iyiliklerinin kabûlünde ve kötülüklerinin affında onlar için Hak’tan şefaatçi olur. Kendisini tanıyan kişinin ölünceye kadar yiyeceği, içeceği, giyeceği, kısaca herşeyi olur. O kendisini tanıyana yeter. Asıl kazanç, asıl maîşet onun katındadır. Âhiret metâı onun yanındadır.
- Kendisine gelenlere dünyâ ayıplarını öğretir. Onları Allâh’ın rızâsını (vechullâh) isteyenlerle arkadaş eder. Onun sözünü dinleyip, o hal üzere ölen kişi ılliyyîne yükseltilir. Onun sözlerinin hakîkat olduğu ölümden sonra anlaşılacaktır.
- Akıllı kişi onun sohbetine gider. Günlük bir lokma kadar da olsa ondan elde ettiği istifâdeye kanaat gösterir. Onun sözleri akıllı kişinin hoşuna gider, îmanlı kişi onun sohbetine devâm eder ve ondan faydalanır, îmansız kişi ise ondan kaçar. Zamânındaki münâfıkların nifak alâmeti, onun sohbetine gitmemek ve karşılaştığında ona selâm vermemektir. Onun sözüne sebat îman alâmetidir. Ondan kaçmak ise nifak işâretidir.
- O, halktan ölüdür, Hak ile diridir. Onun sohbetine gidip onu tasdîk eden ondan menfaatlenir ve felâha kavuşur. Ancak ona gidip de ona hüsn-i zan beslemeyenlerin böyle bir nasipleri yoktur. Başka bir ifâdeyle onun sofrasına giden aç kişi onun yemeğinden yemelidir. Aksi halde doyması nasıl mümkün olacaktır?11
Dipnotlar:
[1] Necdet Tosun, Bahâeddîn Nakşbend –Hayatı, Görüşleri, Tarikatı-, İnsan Yayınları, İstanbul 2002, s. 297.
2 Yusuf-ı Hemedânî, Rutbetü’l-hayât, çev. Necdet Tosun, İnsan Yay., İstanbul 1998, s. 65.
3 Ahmet Cahid Haksever, XI. Yüzyıl Bir Türk Türk Sufisi Yakub-ı Çerhî, Doktora Tezi, A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2005, 136-138.
4 Engin D. Akarlı, “Tasavvuf”, Yesevîlik Bilgisi, Ahmey Yesevî Vakfı yay., Ankara 1998, s. 18.
5 Akarlı, Yesevîlik Bilgisi, s.18.
6 A. Halim Ulaş, Nakşî Ali Akkirmânî Hayatı, Sanatı, Edebî Şahsiyeti ve Gavriye Mesnevisi Tenkitli Metin- İnceleme, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum 1998.
7 Câhidî Ahmed Efendi, Kitâbü’n-Nasîha, Süleymaniye Kütüphanesi, İbrahim Efendi Bölümü, no: 350, vr.85a-87a
8 Elmalılı Vâhib-i Ümmî Halvetî, Dîvân-ı İlâhiyât, haz. Mustafa Tatcı & Ahmet Ögke, H Yayınları, Ankara, 2012, 93/1-5. s. 149.
9 Vâhib-i Ümmî, Dîvân-ı İlâhiyât, 70/11, s. 133.
10 Vâhib-i Ümmî, Dîvân-ı İlâhiyât, 24/1-15, s. 95-96.
11 Dilâver Gürer, Abdülkâdir Geylânî –Hayatı, Eserleri, Görüşleri-, İnsan yay., İstanbul 1999, 191-192