Mevlidi Bir Tasavvuf Metni Olarak Okumak
Osmanlı coğrafyasının önemli bir bölümünde altı asırdır derin bir saygı hissiyle okunan Süleyman Çelebi’nin Vesîletün- Necât isimli Mevlid-i Şerifi’ni elbetteki bir çok yönden ele almak ve değerlendirmek mümkündür. Kelam, tefsir, hadis, ahlâk ve hatta fıkıh açısından bu metni okumak mümkündür. Aynı şekilde bu metni edebiyat, şiir ve dil bakımından değerlendirmek de tabiidir. 14-15 Ekim 2005 ve 18-20 Ekim 2007 tarihlerinde Bursa’da yapılan iki sempozyumda Vesîletün-Necât çeşitli yönlerden tahlil edilmiş ve incelenmiştir. Bu sempozyumda bu metni tasavvuf açısından tahlil ve tetkik eden tebliğler de mevcuttur. Biz burada bu metni daha doğru anlamak için bunun tasavvufî bir metin olarak okunması gereğine dikkat çekerek ve bununla ilgili bazı temel kavramlar üzerinde duracağız.
MEVLİD TASAVVUFTUR
Hiç şüphe yok ki Vesîltün-Necat tefsir, hadis, kelam ve fıkıh ilimleriyle ilgili bir metin değildir. Aynı şekilde edebî değeri çok yüksek olsa da bu bakımdan ona sehl-i mümteni (bî-nazir, eşsiz) dense de o, dinî, edebî bir metin olmaktan çok dinî-tasavvufî bir metindir. Bu metne ruh ve canlılık veren, onu etkili ve çekici kılan tasavvufî temalardır. Bunlardan bazıları üzerinde kısaca duralım: Mevlid, Allahü Teâlâya hamd, Resulü’ne salat ve selamla başlar. Birinci bölümde konu tevhiddir. Burada Allahü Teâlânın birliğinden, O’nun kadim ve ezelî varlık olduğundan O’ndan başka her şeyin yaratılmış ve sonradan olma nesneler olduğundan bunların Hakk’ın iradesiyle var olduklarından, varlıklarını Hakk’a borçlu olduklarından, Hakk’ın dilemesi halinde bu nesnelerin varlıklarının anında sona ereceğinden ve yok olup gideceğinden bahsedilir. Burada verilen bilgilere uygun olduğu kadar tasavvufa uygundur. Evrenin yaratılışı konusunda bu metinde dile getirilen hususlar da böyledir. Kur’ân ve hadislerin zahirine uygun bulunan bu hususlar sade ve kolay anlaşılır olmaları bakımından bütün nesnelerin kabul ettikleri ve inandıkları ortak noktalarıdır. Bunlara ilmihal türü bilgiler ve açıklamalar da denebilir.
ÂLEM YOKKEN O(cc) VARDI
Süleyman Çelebi Allahü Teâlânın kadim ve ezelî bir varlık olduğunu, onun varlığının bütün eşyanın ve nesnelerin varlığından evvel olduğunu gayet açık seçik bir şekilde ifade eder.
Cümle âlem yok iken ol var idi
Yaratılmıştan gani Cebbar idi
Var iken yok idi ins ü melek
Arş-u ferş u ay u güneş hem nug felek
Sonra Hak Teâlâ nesneleri ilmine ve hikmetine
uygun olarak hür iradesi ve kudretiyle
yarattı; yoktan var kıldı. (Varlık-Yokluk
kavramlarını tahlil ve izah etmenin yeri burası
değil.)
Varı yok, yoğu var eden oldurur
Dünyada her olanı OL oldurur
Bir kez ol demek ile oldu cihan
Olma derse, giru yok olur heman
Gerçi yoktan bunları yok eyledi
Kudretin bunlarda izhar eyledi
EFENDİMİZİN YARATILIŞI
Süleyman Çelebi her mü’minin tereddütsüz kabul edip iman ettiği yukarıdaki genel bilgileri verdikten sonra evrenin (kâinatınâlemin) özel nitelikte yaratılışını Fıtrat-ı Ruh-ı Muhammed (sav) başlığı altında anlatır:
Mustafa ruhunu evvel kıldı var
Sevdi onu OL Kerim u kirdgar.
Mustafa’yı kendüye kıldı habib
Cümle derdlülere ol oldu tabib
Ondan oldu her nihan ü aşikâr
Arşta ferşte yerde, gökte ne ki var
Ger Muhammed olmaya idi ayan
Olmayısardı zemin ü asman
Pes Muhammeddir bu varlığa sebep
Cehd edip onun rızasını kıl talep
Tasavvufta âlemin var oluş sebebi de gayesi Muhammed
(sav)’dir.
Oldur maksud-ı cümle cüz’ü küll
MUHABBETTEN YARATILDIK
Tasavvuftaki yaratma (halk) kelamdaki gibi hudüs şeklinde bir yaratma olmayıp feyezan ve tecelli (taayyun) şeklinde bir yaratmadır. “Ben gizli bir hazine idim, tanınmak (marifet) istedim (mahabet) ve evreni yarattım.” Bu ifade ile bu husus anlatılır. Buradaki marifet (marifetullah), istemenin karşılığı muhabbet (mahabbedullah)dır. Gizli hazineden maksat da Hak Teâlânın mutlak gayb olan hüviyetidir. Şu halde tasavvufî anlamda yaratmanın temelinde marifet ve muhabbet vardır. Hak Teâlânın yarattığı ilk varlık Hz. Muhammed’in (sav)ruhu veya nuru veyahut da hakikatidir.
Süleyman Çelebi:
Zat-ı pâki gizli genç idi nihan
Diledi kim kıla ol genci ayan
beytiyle Hak Teâlânın mutlak gayb olan hüviyetine,
Sureta gerçi Muhammed sen idi
İlle manada kamudan ön idi
beytiyle Hz. Peygamberin manevî hüviyetine işaret ediyor.
İlk insan “Ebul-beşer” olan Hz. Adem’dir ama ilk
varlık” Ebul-ervah” olan Hz. Peygamberdir.
ÂŞİKÂR GÖRÜNEN
İbn Arabi’ye göre insan âlemin cilası yani süsüdür. SüleymanÇelebi:
Hakk Teâlâ çün yarattu Adem’i
Kıldı Adem’le müzeyyen âlemi
beytiyle Allahü Teâlânın insanla âlemi nasıl süslediğini ve kemale erdiğini anlatıyor. Zatıma mir’at edindim zatımımısraı ile Hz.Peygamber’in ilahi güzelliği kemalı yansıttığını belirtiyor. Hz. Peygamber Allah’ın sevgili kuludur. Habiballah’tır. Yüce Allah’ın Resul’una olan mahabbeti sevginin üstünde ve ötesindedir, aşk mertebesindedir.
Gel Habibim sana âşık olmuşam
Cümle halkı sana bende kılmışam
Bir yönden Hz. Peygamber ma’şuku olan Allahü Teâlânın aşkıyla yanıp tutuşmakta onun cemal-ı cemilini temaşa etmeyi canı gönülden arzulamaktadır. Bu arzusu miraç gecesi gerçekleşmektedir. Hz Musa’ya: “ Lenterani” diyen yüce Mevla Hz. Peygamber’e didarını nasip etmekte ve güzelliklerinin açmaktadır:
Hakk’ı gördü Mustafa bi-keyf kemm
Hak durur bu sözleri ben ki direm
Aşikâre gördü Rabbül-izzeti
Ahirette öyle görür ümmeti
MÜ’MİNİN MİRACI
Hz. Peygamberin ümmeti de tebaiyet yoluyla bu muazzam devletten ve saadetten nasip alır. Namaz kılarken manevî ve ruhî bir miraç yaparak Mevlalarına azami derecede yaklaşırlar.
Sen ki miraç eyleyip ettin niyaz
Ümmetin miracını kıldın namaz
Hz. Peygamber (Muhammedî Hakikat) akl-ı küldür. Hak Teâlâ ilim sıfatıyla O’nda (sav) tecelli ettiğinden bütün bilgilerin ve irfanın kaynağı O’dur (sav). Bu anlamda O’na (sav)” kân-i irfan” ve “sultan-ı ilm-i ledün” denir.
Bu gelen ilm-i ledün sultanıdır
Bu gelen tevhid u irfan kânıdır
ŞEFAAT YÂ RESULLALLAH
Hak Teâlâdan en evvel şefaat yetkisini alan ilk önce şefaat yetkisi son derece kapsamalıdır. Bütün peygamberlere, velilere, takva sahibi mü’minlere, ayrıca günahkârlara o şefaat eder. Hal-i hayatında olduğu gibi irtihalinden sonra şefaatte bulunur. Kıyamet günü sahip olacağı geniş ve kapsamlı şefaat yetkisine “şefaat-i uzmâ” denir.
Merhaba sensin şefi-el müznibin
Ya habiballah bize imdad kıl!
Son nefeste didarın ile şad kıl
Zî-saadet zî-beşaret zî-safa!
Kim bize kıla şefaat Mustafa
Süleyman Çelebi: “Deyin kimin vardır bunun gibi şefî” diyor. “Şefaat ya Resullah! Dahilek ya Resullah!” diyen tasavvuf ehli her zaman şefaat ve koruma ister. Mevlid baştanbaşa mucizeler ve harikulâde haller ve olaylarla doludur. Evliyanın kerametleri ve harikulâde halleri o mucizelerin devamıdır. Vesîletü’n-Necât denilen mevlid-i şerifi bu tarzda okumak ve anlamak onu tasavvufî bir metin olarak okumak ve anlatmaktır. Doğru okumak budur. Geri kalanı sun’i ve zorlamadır.
[toggle title=”Yazar hakkında” state=”open” ]Prof. Dr. Süleyman ULUDAĞ[/toggle]