Laikler ‘Başörtülü’ Çalıştırmak Zorunda mı?
Başlıkta sorduğumuz sorunun, son günlerde bazı laik işverenlerin ‘başörtülü’ işçi çalıştırmama prensiplerinin basında yer almasıyla başlayan bir tartışma dolayısıyla ortaya atıldığı, zannederim, anlaşılmışdır. Ben bu konuda Müslüman cenahın resmi temsilcisi iddiasındaki ‘sivil toplumkuruluşları’nın ve ‘basınımızın’ tepkisinin doğru olduğunu düşünmüyorum. ‘Bizimkiler’in tepkisini ve kullandığı dili doğru bulmuyorum. Zira kullandıkları dil, laik devletin İslami mücadeleyi neredeyse tamamen ‘başörtüsü’ parantezine aldığı zamanlardaki ‘siyasi dilimiz’ gibi, ki bugünkü dil de o zamanki dilin bir sonucudur, yanlış öncüllerden hareketle kurulduğundan, doğru değildir.
Hatırlarsak, o zamanlar ve şimdi de hem meydanlarda hak arayan ‘başörtülü’ kızlarımız, hem de onlara destek veren cemaat ve cemiyetlerimiz, ‘başörtüsü’ mücadelesini, ‘demokratik bir hak’ arayışı olarak arzettiler. Oysaki olması gereken başörtüsünün Müslüman kadının hürriyetinin bir remzi olan ‘tesettür’ meselesi olduğu; aynı şekilde tesettürün İlahi bir fariza/emir ve buna binaen de bir kulluk tezahürü olduğuydu. Dolayısıyla kullandığımız hitabi dil de bu minvalde olması gerekirken, ‘resmi siyasi hareketlerin’ de tesiriyle, insan hak ve hürriyetleri, demokrasinin dili yani bize ‘yabancı’ bir dil oldu. İnançları gereği Müslümanlara karşı müsamahakâr olması neredeyse mümkün olmayan laiklerden gereksiz yere anlayış ve çözüm talebinde bulunmak, kanaatimce, Müslümanlara İlahi bir lütuf olarak bahşedilen ‘izzet’ kavramıyla pek bağdaşmıyor.
Tabii bu mesele, son zamanların tartışma konusu olan, ‘İslamcılık’ ile doğrudan bağlantısı olan uzunca bir bahsin konusu. Burada ezcümle, Müslümanların hali hazırda kullandığı siyasi dilin artık İslami olmaktan çıktığı, güncel siyaset ve kavramların zarfına hapsolduğunu söylemek gerekir. Bu yüzden Müslümanların ilmi, ahlaki bir zeminde gerçekleşmesi gereken gelişimlerinin arızalarla malul olduğu ortadadır. Bu ‘siyasi dil’ meselesini inşallah başka bir yazıda ele almak üzere, konumuz bağlamında tartışalım istiyoruz:
Ne diyor bizimkiler, bir takım laiklerin ‘başörtülü’ işçi çalıştırmama ilkeleri üzerine, “eğer bu uygulamaya son vermezlerse, ülke genelinde boykot kampanyası başlatacağız.” (9 Ağustos 2012, Akit Gazetesi haberi) Yani ‘başörtülü’ işçi çalıştırın demek oluyor bu. Akit Gazetesi günlerdir bu meseleyi gündemde tutuyor. Burada benim yanlış gördüğüm husus şu: Bu firmaların sahipleri inançları gereği Müslümanlara düşmanlık yapıyor ve Müslüman görünümlü insanlara işvermek istemiyorlar. Dolayısıyla bizim onların üzerinde toplumsal baskı uygulayarak ‘başörtülü’ işçi çalıştırmalarını istememiz, onları ticari kaygılarla ancak münafıklığa itebilir. Müslümanları çalıştırmak istemiyorsa çalıştırmaz. Bu onun en doğal hakkı. Ancak biz de İslam düşmanlarıyla, Şer’i zaruret yoksa, alış-veriş yapmamak vecibemizi yerine getirelim. Yani onlar küfürlerinin gereği, ‘başörtülü’ye tahammül edemiyorsa, biz neden ille de onların yanında ‘çalışma hakkını!’ elde etmek için sokaklara dökülelim ki? Eğer bu durumu kınayan Müslüman gruplar, gazetede geçtiği şekliyle değil de, şöyle deselerdi doğru olurdu: “Siz madem İslam’a ve Müslümanlara düşmanlığınız sebebiyle ‘başörtülü’ kadın çalıştırmak istemiyorsunuz, çalıştırmayın. Rızk Allah’a aiddir, bizim rızkımız buna bağlı değildir. Başörtülü kadın çalıştırmamanız sizin inancınızın gereğidir. Bunu anlıyoruz. Fakat biz de kendi inancımızın gereği, sizinle ticareti boykot ediyoruz.” Müslümanları yanında çalıştırmak istemeyenleri bu davranışlarından dolayı kınamak doğru değildir. Ne yani onlar üç-beş ‘başörtülü’ çalıştırmakla İslam’a ve Müslümanlara düşmanlıklarından vazgeçecek midir? Bu taleb izzetli bir taleb midir? İzzet ancak küfrünü izhar edene, hak etdiği şekilde muamele etmekle olur. Yani onlarla kat’ı alaka eyleyerek. Müslümanlar da kendilerine düşmanlık izhar eden firmalardan alışverişi kessinler. Ancak yıllardır bu boykot meselesi gündeme gelir ve hiçbir şekilde başarılı bir netice veremez. Neden? Zira Müslüman kitleler hala onların ürettiklerini tüketmeye devam ederler. En başta da esnaflar onların mallarını satmaktan asla vazgeçmezler. Zira kâr daha tatlı gelmekdedir. Bu yüzden de esnafın yapamadığı boykotu, ferdlerin şahsi olarak yapmasıyla bir netice hasıl olmaz.
Müslümanların kullandığı ‘dil’, İslam’ın asli ilkelerinden hareketle olmayınca tabii olarak, çağdaş dünyanın diline dönüşüyor. Yani inandığın gibi konuşmazsan, konuştuğun gibi inanma durumu. Aslında mezkur taleb de, dünyayı Müslüman-kafir olarak ikiye ayıran (tebliğe muhatab olmaları ayrı bir şey) İslami dili terkeden, “barış içinde birarada yaşama” safsatasını ortaya atan ve İslamî hedef ve mücadelelerinden vazgeçenlerin kullandığı ‘siyasi dil’in doğurduğu bir netice. Halbuki Allahu Teala habisle tayyib olanın temyiz edilmesini murad ediyor. Oysaki kafirlere karşı kullanılan, mezkur, Müslüman insanları çalıştırın dili, sizin onlara mecburiyet ve mahkumiyetiniz olduğunu zımnında taşıyan bir dildir. Aynı zamanda onların sunduğu imkanlardan her hal u karda yararlanmak isteğini tazammun eder.
Bu satırlar, bir sokak kavgası isteğinden değil, nicedir ayrı düştüğümüz kendi dilimize dönmenin zaruretine bir vesile addetmek isteğinden kaynaklanmıştır. Bu konular, üzerinde uzun uzun tartışmayı hakediyor. Ancak şimdilik bir giriş mahiyetinde, gündem vesilesiyle bir hatırlatma kabilinden bu kadarla iktifa edelim. Burada kullanılan dil, eğer birine sert gelirse, bilmelidir ki aynı dili konuşmadığımızdandır. Ve’s-selam.
[toggle title=”Yazar” state=”open” ]Hikmet Akpur hakpur67@gmail.com[/toggle]