Kur’ân ve Sünnet’te Müslümanın Vasıfları – Prof. Dr. Ali Çelik
Yüce Rabbimiz mutlak güç ve kudretinin bir tecellîsi olarak varlık âlemini; varlık âlemi içinde de “insan”ı yaratmış, onu en üstün sıfatlarla donatarak (İsrâ, 70.) kendisine muhatap seçmiş, dağların taşların kabûl edemediği “emânet”i ona yüklemiş ve emirlerini yerine getirme, kendisini “bilme ve birleme/Tevhid inancı üzere yaşama” konusunda halîfe kılmıştır. Tâ ki bütün hal ve hareketlerinde Yüce Yaratıcısının murâkabesi, denetim ve gözetimi altında olduğunu unutmadan O’nun rızâsına uygun bir hayat yaşasın; Allâh’ın (cc) kendisinden, kendisinin de Allah’dan (cc) râzı olduğu bir kul olarak ebedî saadete ersin.
İşte bütün bunlar, Müslümanın yaşam biçiminin sınırını, inanç ve amel dünyâsının çerçevesini belirleyen nihâî hedefi, dünyâda olmasının yegâne gâyesidir. Bu husus Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle beyân edilir: “İnsanları ve cinleri bana ibâdet etsinler diye yarattım.” (Zâriyat, 56.); “Ölüm gelene kadar Rabbine ibâdet etmeye devâm et.” (Hicr, 99.) Âyet-i kerîmelerde geçen “ibâdet” kelimesinin ifâde ettiği mânâ, en geniş anlamıyla, insanın doğumdan ölüme Allâh’ın (cc) emirleri ve Hz. Peygamber’in (sav) sünnetine uyarak yaşamasının adıdır. Hayâtın her noktasında “ibâdet” üzere olmak demektir bu. Dâimâ bu bilinç uyanıklığı içinde olmaktır. İnsanın yüklendiği “emânet” de bu “kulluk/ibâdet bilinci içinde olma sorumluluğu”dur. Yüce Rabbimiz Kur’ân’da “insan kendisinin başıboş bırakılacağını mı zannetti?” (Kıyâme, 36.) buyurarak bizlere bu “kulluk/ibâdet bilinci içinde olma sorumluluğu”muzu hatırlatmaktadır. Ve yine Rabbimiz bir âyette “nimetlendirildiğiniz her şeyden hesâba çekileceksiniz” (Tekâsür, 8.) buyururken başka bir âyette de bu sorumlu olduğumuz “kulluk bilinci”ni yerine getirip getirmediğimizi devamlı kontrol ettiğini “Rabbin seni devamlı gözlemektedir.” (Fecr, 14.) buyurarak bizlere hatırlatmalarda bulunarak dikkatimizi çekmektedir.
Öyleyse her bir Müslüman, mesûliyetinin gereği olarak kendi hâlini murâkabe etmeli, tutum ve davranışlarını gözden geçirmeli, eksikliklerini telâfi etmenin yollarını aramalıdır. Bunu üç noktada yapmalıdır:
a. İnanç ve Îtikâd Açısından: Zihin ve gönül dünyâsının İslâm inanç esasları çerçevesinde şekillenip şekillenmediği incelenmeli. Şek ve şüpheye mahâl bırakmayacak bir şekilde ihlâs ve samîmiyet içinde îmân etmeye özen gösterilmelidir. Kur’ân’daki “Ey îmân edenler, îmân ediniz (îmânınızda samîmî olunuz!..” (Nisâ, 136.) ilâhî buyruğu üzerinde tekrar tekrar düşünülmeli; sahâbe-i kirâmın birbirlerini gördükleri zaman “geliniz şurada oturalım da biraz îmân edelim!..” meâlindeki sözlerinin anlam derinliği üzerinde uzun uzun düşünülmeli. Îmân etmiş olmak demek ne demek, îmânın gereğini yerine getirmek ne demek?!..
b. Amel Açısından: Îmân edilen hususların gereğinin şuurlu bir şekilde yerine getirilmesi, pratik olarak uygulamaya geçirilmesidir amel. “Amel” kelimesi ile “fiil” kelimesinin ifâde ettiği mânâ farklıdır. “Amel” kelimesi bir şeyin, bilinçli bir şekilde ne yaptığının farkında olarak yapılması demektir. Eğer farkındalık yoksa o fiil olur, amel olmaz. Bir de yapılan amelin “Sâlih amel” olması istenmekte. Kur’ân âyetlerinde Müslümanların özellikleri anlatılırken, “ îmân edenler ve Sâlih amel işleyenler..” (Asr, 3.) buyurulmaktadır. Amelin “sâlih” olabilmesi için de olmazsa olmaz şart, “ihlâs”tır. Yâni içtenlik ve samîmiyet üzere işlenmesidir. Sâdece ve ancak “Allah rızâsı için” olması gerekmektedir. “Ancak Sana ibâdet eder, Sen’den yardım dileriz” (Fâtiha, 5.) âyeti, amelin nasıl olması gerektiğini bizlere ifâde etmektedir. Aslolan “amel” etmektir, “yorulmak” değil. Yâni amelde ihlâs üzere olup olunmadığı konusunda hassâsiyet üzere olmak. Peygamber (sav) bu konuda bizlere şu bilgiyi vermektedir: “Namazını, vedâlaşan birinin namazı gibi kıl…”( Beyhaki, Zühdü’l-Kebir,I,112) Yâni ‘bu kıldığım namaz benim en son namazım. Belki az sonra ecel gelecek diğer vakte yetişemeyeceğim, öyleyse daha samîmî olarak edâ edeyim’ düşüncesi içinde kılmak.
c. Ahlâkî Açıdan: Îman ve amel, Müslümanı ahlâkî güzelliklerle bezemektedir. Namaz kılan insan her türlü kötülükten uzak durarak âdetâ bir iyilik timsâli hâline gelir. Yüce Rabbimiz: “Namaz insanı kötülüklerden alıkoyar…” (Nahl, 90.) buyuruyor. Kötülük yapmaktan alıkoymuyorsa, o zaman o namazın kılınmasında -edeb, âdab, ihlâs açısından- bir problem var demektir. Allah Teâlâ, Peygamberimiz’i (sav) mü’minlere “en güzel örnek” (Ahzab, 21.) olarak gösteriyor ve O’na uymamız gerektiğini emrediyor (Âl-i İmran, 30,31.); bizzat Peygamber Efendimiz’e de “Habîbim sen en yüksek bir ahlâk üzeresin” (Kalem, 64.) buyurarak mü’minlerin her birinin de Peygamber’in (sav) ahlâkı üzere yaşamaları yâni sünnet-i seniyye üzere yaşamaları isteniyor.
Bunun için de O sevgili Peygamberin sîretinin, sünnetinin iyi öğrenilmesi, O’nun neyi nasıl, niçin yaptığının iyi bilinmesi ve hayâtımızda bu bilinç içinde uygulanması gerekmektedir. Sâdece taklidî olarak işlenen sünnet anlayışı çoğu zaman istenilen sonuca ulaştırmamakta; ahlâkî güzelliklerin elde edilmesinde eksik kalmaktadır. “Sünnet” denilince hemen akla Hz. Peygamber (sav) ve hayat tarzı gelmeli; O’nun olaylar ve durumlar karşısındaki tutumu hatırlanmalı ve bu bilinç içinde hayâtımıza anlam katmalıyız.
İşte o zaman, yaratılış gâyemize uygun bir hayat yaşamış; yüce Rabbimizin rızâsını kazanma yolunda mesâfe kat etmiş oluruz. Müslümanın hayat tarzını belirleyen bu temel düşünceler konusunda bizlere yardımcı olur düşüncesiyle Kur’ân’da müslümanın özelliklerinin nasıl olmasına işâret eden bazı âyet ve hadis metinlerini zikretmemiz uygun olacaktır:
• Allâh’ın adı anıldığı zaman kalpleri ürperir. (Enfâl, 2.)
• Allâh’a aslâ şirk koşmazlar ve nâmuslarını korurlar. (Furkan, 68.)
• Müslüman, namaz kılar zekât verir, sımsıkı Allâh’a sarılır. (Hac, 78.)
• Aslâ yalan şâhitlik yapmazlar. (Furkan, 72.)
• Helâl ve temiz olan şeylerden yerler. (Bakara, 168.)
• Namazlarını huşû içinde ve dosdoğru olarak ve devamlı kılarlar. (Mü’minûn, 2-9.)
• Boş işlerden tümüyle yüz çevirirler. (Mü’minûn, 3.)
• Aslâ yalan söylemezler. (Mü’minûn, 8.)
• Yeryüzünde tevâzu ile yürür, israf ve cimrilik etmezler. Allah’tan başkasına yalvarmazlar. Allâh’ın haram kıldığı cana kıymazlar. Zinâ etmezler, yalan söylemezler. Allâh’ın âyetlerine karşı kör ve sağır gibi davranmazlar. (Furkan, 53-76.) (İsrâ, 23.)
• Aslâ zanda bulunmazlar. (Câsiye, 24.)
• İnsanlar arasında adâletle hükmederler. (En’am, 151.)
• Ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yaparlar. (En’am, 52.)
• Başkalarını alaya almazlar ve lakap takmazlar. (Hucurat, 11.)
• Haksız yere bir cana kıymazlar. (En’am, 151.)
• Başkalarının ilahlarına (kutsal değerlerine) sövmezler. (En’am, 108.)
• İnsanlara iyiyi emreder, kötülükten de alıkoyarlar. (Enfâl, 71.)
(Vallâhu a’lemu bi’s-Sevâb)
Prof. Dr. Ali Çelik