Akaid /KelamTüm YazılarYazarlarYazi Atlasi

Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’te Hikmet

KAVRAMSAL ÇERÇEVE

Sözlükte men etmek, engellemek anlamlarına gelen “hikmet” kelimesi “ata vurulan gem” için isim olarak kullanılır. Araplar“hikmetü-t dabbe” yi licam (gem) olarak ifade ederler. Kelimenin sözlük anlamı ile kavramsal anlamı arasında bir ilgi vardır. At nasıl ki gem vasıtasıyla yanlış bir yere gitmekten korunursa hikmet de insanı haram yollara gitmekten korur.[1] “Hakeme” kökünden türeyen hikmet Kuran-ı Kerim’de bu formuyla (hikmet biçiminde) ondokuz ayette geçer.[2] Hikmetin kök fiili olan “hakeme” nin çeşitli kullanılış biçimleri ise Kuran-ı Kerim’de ikiyüz on defa geçer. Bu kullanım zenginliği gösteriyor ki hikmet, Kuran-ı Kerim’in temel ve anahtar kavramlarından biridir. Hakim, hüküm ve hükümet de aynı kökten gelir.  Sözlük anlamı olarak hikmetle hakim arasında da bir benzerlik vardır. At nasıl gem vurulmak suretiyle istenmeyen yöne gitmekten engellenirse hakime de zalimi zulümden engellediği için engelleyen anlamına “hakim” denilmiştir.[3]

Fayda, maslahat, garaz, illet-i gaiye, hikmet-i teşriiye manalarına gelen hikmet, fıkıh ilminde hükm-ü şer’i ile amaçlanan maddi ve manevi fayda, maslahat-ı amme(toplumsal fayda), o hükmün hikmet- i şeriyyesidir.[4] Dini bir hükmün haram yada helal oluşunun illeti ile o hükmün konulmasındaki maslahat ve garaz olan hikmet birbirine karıştırılmamalıdır.[5]

Kavramsal olarak hikmet, en faziletli şeyleri ilimlerin en efdali ile bilmektir.[6] Beşeri takat ölçüsünde eşyanın hakikatinden varlıkta olduğu şekliyle bahseden bir ilim olan hikmet[7] Kuran-ı Kerim’deki helalleri ve haramları öğrenmektir.[8] Hz. Peygamber’in(s.), Abdullah b. Abbas’ı (ö:68/687) bağrına basıp sonra da “Ey Allah’ım! Abdullah’a hikmeti ve  Kuran-ı Kerim’in te’vilini öğret”[9]duasını yukarıdaki tanım çerçevesinde; Kuran-ı Kerim’in helallerini ve haramlarını bilmek olarak anlamak mümkündür. İlimle amelin bir arada ve aynı şahısta toplanması olan hikmet, kaynaklarda mutlak anlamda kullanılmış ve güzellik vasfı ile kayıtlanmamıştır. Çünkü hikmetli olan her şey güzeldir.[10] Bu çerçevede hikmet, hakka uygun olan şeydir.[11] Davranışlarında hikmet olmayan kişi hikmet sahibi de olamaz.[12] Davranışlardaki hikmet, amellerin ilahi emirlere uygun olması ile ortaya çıkar.

 

TEFSİRLERDE HİKMET

Kuran-ı Kerim’in tefsiri üzerine çalışmalar yapan erken dönem müfessirlerinden Mukatil b. Süleyman (ö:h 121), el Eşbah ve’n-Nazâir adlı eserinde hikmetin beş değişik anlama geldiğini söylemiştir:[13]

1-Kuran-ı Kerim’deki emir ve yasaklarda oluşan nasihatler. Müellif, konuyla ilgili şu ayeti delil olarak gösterir:“ (Ey Muhammed!) Eğer Allah’ın sana lütuf ve merhameti olamasaydı, onlardan bir grup seni saptırmaya çalışırdı. Halbuki onlar, ancak kendilerini saptırırlar. Sana hiçbir zarar veremezler. Allah, sana Kitab’ı ve hikmeti (dindeki emir ve yasakları) indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah’ın sana lütfu çok büyüktür.”[14]

2-Hüküm, fehm, anlama ve  kavrama melekesi. Mukatil’e göre Hz. Lokman’a verilen hikmetin bu türden bir hikmet olduğu şu ayette belirtilmiştir: “Andolsun, biz Lokman’a ‘Allah’a şükret’ diye hikmet ( hüküm, kavrama ve anlama melekesi)  verdik. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse, bilsin ki Allah’ın hiç bir şeye ihtiyacı yoktur; mutlak zengindir, övülmeye en layıktır.”[15] Hz. Lokman’a sen bu konuma nasıl geldin diye sorduklarında o şu şekilde cevap vermiştir: “ Yüce Allah’a karşı takvalı olmak, her zaman doğruyu söylemek, emanetin hakkını vermek ve faydasız şeyleri terk etmekle.”[16]Tüm bunları yerine getirebilmek insanda hikmet nurlarının doğması için bir liyakat oluşturur ki yüce Allah da hikmeti liyakatın oluştuğu dilediği kullarına lütfeder.

3Nübüvvet, peygamberlik. Şu ayet- i kerimede hikmet nübüvvet anlamında kullanılmıştır: “ Yoksa, insanları; Allah’ın lütfundan kendilerine verdiği şey dolayısıyla kıskanıyorlar mı? Şüphesiz biz İbrahim ailesine de kitap ve hikmet (nübüvvet) vermişizdir. Onlara büyük bir hükümranlık da vermiştik.”[17]

4-Kuran- Kerim’i tefsir edebilme yeteneği. Mukatil b. Süleyman şu ayette ki hikmeti Kuran-ı Kerim’i tefsir edebilme yeteneği olarak anlamıştır: “Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet vermişse, şüphesiz ona çokça hayır vermiş demektir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar.”[18]

5-Kuran-ı Kerim. Şu ayet-i  kerimedeki hikmetin Kuran-ı Kerim anlamında kullanıldığı iddia edilmiştir: “İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle ( Kuran- ı Kerim’le) ve güzel öğütle davet et…”[19]

Hikmet yüce Allah’ın mümin kullarından salih olanlara vermiş olduğu bir nurdur. Hikmet sayesinde insan doğruyu yanlıştan ayırt eder. Hz.Peygamber(s.) hikmet nurunun kaynağının dinde ihlas olduğunu belirtmiş ve şöyle buyurmuştur: “ Kim kırk gün dini en içten bir şekilde  Allah için ihlaslı olarak yaşarsa kalbindeki hikmet pınarları dilinde (konuşmalarında) ortaya çıkar.”[20]

İlim anlamına da gelen hikmet[21] değişik biçimleriyle Kuran-ı Kerim’ de çok geçtiği için müfessirler çok değişik anlamlar vermişler ve ayetlerden de kendi kanaatlerini ispat için deliller getirmişlerdir. Hikmet kavramına müfessirlerimizin vermiş olduğu anlamı şu şekilde sıralayabiliriz.

1-     Kuran- Kerim’in tefsiri. Isfahani, hikmetin Kuran-ı Kerim’in tefsiri olduğuna[22] şu ayeti delil olarak gösterir: “ Sizler( Ey Peygamber’in hanımları!) evlerinizde okunan Allah’ın ayetlerini ve hikmeti (Kuran-ı Kerim’in tefsirini) hatırlayın. Şüphesiz Allah, en gizli şeyleri bilendir, hakkıyla haberdardır.”[23]

2-     Kuran-ı Kerim’in içerisindeki nasih ve mensuh, muhkem ve müteşabih, mukaddem ve muahhar ayetleri bilmektir.[24]

3-     Kuran-ı Kerim’deki mev’ızalardır.[25] Bu mev’ızalar (öğütler) vasıtasıyla insanların duyguları harekete geçirilir; vicdanlarına hitap edilerek gönüllerinin hakkı kabul etmeleri sağlanır. Nitekim şu ayet bu gerçeğe işaret eder: “Kendi aranızdan, size ayetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten arındıran, size kitap ve hikmeti (mev’ızaları, öğütleri) öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik.”[26]

4-     Allah’ın kitabını anlamak[27],içindeki hükümleri bilmek ve yaşamaktır.[28] Hz.Peygamber(s.) hikmetin bu anlamını izah çerçevesinde şöyle buyurmuştur: “Ancak iki kimsenin yaptıklarına gıpta edilir. Birisi, Allah’ın kendisine hikmet verdiği ve bu hikmetle amel edip başkalarına da öğreten; diğeri de, Allah’ın kendisine verdiği malı hak yolunda infak eden kimsedir.”[29]

5-     Vahiyle hükmetmek ve karar vermektir. Medine’de Tuayma b. Ubeyrik adlı münafık hırsızlık yapıp sonra da suçunu yahudi bir komşusunun üzerine atmak istediğinde, Hz. Peygamber vahiyle hükmetmiş ve sözde müslümanın (münafığın) lehine hükmetmemiştir.[30] Bu durum Kuran-ı Kerim’de şöyle haber verilmiştir: “Ey Muhammed! Eğer Allah’ın sana lütuf ve merhameti olmasaydı onlardan bir grup seni saptırmaya çalışırdı. Halbuki onlar ancak kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler. Allah sana Kitabı ve hikmeti(vahiyle karar vermeyi) indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah’ın sana lütfu çok büyüktür.”[31]

6-     Peygamberlik; nübüvvet ve risalettir.[32] Allah Teala, peygamberlik makamına dilediğini seçer. Peygamberlik çalışmakla elde edilecek bir makam olmayıp Allah’ın lütfuna mazhar olan kimselere verilir. Risaletin vehbi oluşuyla ilgili Allah (c.) şöyle buyurmaktadır: “Onlara bir ayet geldiği zaman, ‘Allah elçilerine verilenin bir benzeri bize de verilinceye kadar asla inanmayacağız’ derler. Allah elçilik görevini kime vereceğini çok iyi bilir.”[33] Şu ayet hikmetin peygamberlik anlamına geldiğini açıkça belirtmiştir: “Derken, Allah’ın izniyle onları bozguna uğrattılar. Davut, Calut’u öldürdü. Allah ona (Davut’a) hükümdarlık ve hikmet ( peygamberlik) verdi ve ona dilediğini öğretti…”[34]

7-     Hz.Peygamber’in sünnetidir. Hz. Peygamber’in Kuran-ı Kerim’den anladıklarını sözlü veya ameli olarak hayata aktarması olan sünnet, müslümanların Kuran-ı Kerim’den sonra başvuracakları ikinci kaynaktır. Yapılan işler ve davranışlar Hz. Peygamber’in sünnetinden referans almazsa dinen bir değer ifade etmezler. Resulullah bu durumu şöyle açıklamıştır: “Kimin yapmış olduğu işler bizim yapmış olduğumuzun (sünnetin) dışında kalırsa reddedilir.”[35] “ Sadece Kitap’la yetiniriz. Başka bir şeye ihtiyacımız yoktur.”diye sünneti ve hadisleri dışlamak dinde cehaleti de beraberinde getiren büyük bir sapıklıktır.[36] Hayatın tüm genişlik alanlarında uygulamalar yaparak bizlere örnek olan Hz. Peygamber(s.) “Tuvalet adabına kadar müminlere rehberlik etmiştir.”[37] Hz. Peygamber(s.) sünnetinin bağlayıcılığını çeşitli hadislerinde ümmetine açıklamıştır. Bu çerçevede; “Kim bana itaat ederse Allah’a itaat etmiş, kim de bana isyan ederse Allah’a isyan etmiş olur.”[38] buyurmuştur. Çünkü o Allah’ın elçisidir. Elçiye karşı gelmek onu gönderene karşı gelmektir. Hz. Peygamber’in sünneti olan hikmet[39] sayesinde Kuran-ı Kerim’deki emredilen davranışlar, ibadetlerin yapılış biçimleri, mücmel ifadelerin izahı ve  garip lafızların tefsiri öğrenilebilir. Bu anlamda hikmeti iyi bilmek Kuran-ı Kerim’i doğru anlamanın en önemli anahtarlarından biri; belki de birincisidir.

8-     Hak ile batılın arasını ayırmak ve hakka tabi olmaktır.[40] Kuran-ı Kerim batıla tabi olmak bir yana, ona en ufak meyli bile şu ayette kesin olarak yasaklamıştır: “Sakın zalimlere(müşriklere, kafirlere ve münafıklara) meyletmeyin. Yoksa cehennemlik olursunuz. Sizin Allah’tan başka veliniz yoktur. Sonra size yardım da edilmez.”[41]

9-     Dinde fakih olmak ve öğrenmiş olduklarını hayatında uygulamaktır.[42] Hz. Peygamber(s.), Allah’ın rızasının kazanılması için dini iyi öğrenmeyi emretmiş ve bu meyanda şöyle buyurmuştur: “İlmi alim geçinmek, sefihlerle münakaşa yapmak veya ilim meclislerinde sizden bahsetsinler diye öğrenmeyiniz. Kim bu amaçlarını gerçekleştirmek için ilim öğrenirse cehennemdedir.”[43]Kişi davranışlarında tutarlı olup bildiğiyle amel etmedikçe hikmet sahibi olamaz.[44]

10- Adaletli olmak, her şeyi olması gereken yere koymak;[45] hiçbir varlığın hukukuna riayetsizlik etmemektir. Bu tanıma göre bir şeyi olması gereken yere koymamak olan zulüm[46], hikmetin karşıtıdır. Yüce Allah mutlak adaletin sahibi olarak her yarattığını bir hikmet üzere yaratmıştır. İnsan, akılla bu hikmetlerin tümünü kavrayamasa da evrende hikmete mebni yaratılmayan hiç bir varlığın olmadığını bilebilir.

11- Ancak Hz.Peygamber’in(s.) açıklamaları ile bilinebilinen ahkam ilmini(Allah’ın koymuş olduğu dini hükümleri) bilmektir.[47] Hz.Peygamber(s.), ümmetine açıklamamış olsaydı kadınlar hayızlı iken oruç tutulamayacağını, namazın kılınmayıp sonradan kaza edilmeyeceğini bilemeyecekleri gibi,[48] müminler;her hangi bir kadının halası üzerine nikahlanamayacağını,[49] namaz vakitlerinin ilk ve son sınırlarını,[50] namazların kılınışlarını, sünnetlerini ve feraizi,[51] akşam namazında seferiliğe bağlı bölünmenin olmayacağını[52] ve daha bir çok hükümleri de bilemezlerdi. Tüm bunlar ancak Hz. Peygamber’in(s.) uygulaması ve öğretmesi ile bilinmektedir.

12- Eşyanın hakikatini olduğu gibi bilmektir.[53]Allah Teala tüm isimleri; eşyanın hakikatini Hz.Adem’e öğretmiş[54] ve onu bu hikmet bilgisi nedeni ile tüm varlıklara üstün kılmıştır.

13- Haşyetullah; Allah korkusu[55], Allah’ın emirleri ve yasakları karşısında titiz davranmak, bilinçli olmaktır. Herkesin haşyeti, verası ve takvası marifeti oranındadır. “Hz. Peygamber(s.) Allah’ı en çok bilen”[56] insan olduğu için bu vasıflar en çok onun üzerinde tecelli etmiştir. Müşrikler ise “Allah’ı hakkıyla takdir edemedikleri için”[57] hikmetten nasipleri yoktur. Haşyet: Kişinin, kalbinin onay vermediği, gönlünün yatışmadığı bir takım çirkin işleri gelecekte yaparım endişesi ile acı duymasıdır. Allah’ın(c.) azametini ve yüceliğini iyi tanımaktan oluşan haşyet peygamberlerin en temel niteliğidir.[58] Peygamberlerin haşyeti Kuran-ı Kerim’de şöyle anlatılmıştır: “(Peygamberler), Allah’ın mesajlarını insanlara en güzel biçimde duyururlar. Yalnızca Allah’tan haşyet duyarlar ve Allah’ın dışında bir kimseden de haşyet duymazlar. Çünkü hesap görücü olarak Allah yeter.”[59] Yukarıda geçtiği üzere marifet ile haşyet arasındaki doğru orantıdan dolayı peygamberlerden sonra Allah’tan en çok haşyet duyanlar alimlerdir. Bu durum Kuran-ı Kerim’de şöyle dile getirilmiştir: “… Allah’a karşı ancak; kulları içinden alim olanlar haşyet duyarlar…”[60] “Çünkü hikmetin başı haşyetullah( Allah korkusu)dur.”[61]

 

14- Hikmet akıldır; akıllı olmaktır.[62] Akıl bir nur olup onun aracılığı ile hak ile batıl birbirinden ayırt edilir ve eşyanın hakikati de onun vasıtasıyla bilinebilir.[63] “ Aklı olmayanın dininin de olmaması”, akılsız kimselerin dini tekliflere muhatap olmaması anlamına gelir.

15- Hikmet emanettir.[64] Yüce Allah(c.), “Emaneti göklere, yerlere ve dağlara yüklemek istemiş fakat onlar kaçınmışlardır”[65]emaneti dini hükümlere iman olarak anlamlandırdığımızda ise Hz. Peygamber’in(s.) şu uyarısı ile karşılaşırız: “Emanete riayet etmeyenin (dini tekliflere iman edip yaşamayan kimselerin) imanı yoktur…”[66]

16- Hidayet; Kuran-ı Kerim ve sünnete tabi olmaktır.[67] Şu ayet hikmetin hidayet anlamına geldiğine vurgu yapmaktadır: “Andolsun, onlara içinde  caydırıcı tehditlerin bulunduğu haberler geldi. Bu haberler, zirveye ulaşmış birer hikmet (hidayet)tir. Fakat uyarılar fayda vermiyor.”[68]

17- Hikmet doğru sözlü olmak ve konuşulmaması gereken yerlerde konuşmamaktır.[69] Hz. Lokman’a verilen hikmetin böyle bir hikmet olduğunu söyleyen müfessirler olmuştur. Ümmetin hikmetle konuşan büyüğü olarak bilinen Ebu’d-Derda(r.), Lokman (a.)’la ilgili olarak şöyle demiştir: “Lokman’a verilen hikmet onun zenginliğinden, soyundan veya bir takım şahsi özelliklerinden dolayı verilmemiştir. O, suskun ve samimi bir insandı. Çok tefekkür ederdi. Lokman, asla gündüzleri uyumaz, toplum içinde tükürmez ve burnunu silmezdi. Büyük ve küçük abdeste gittiğini kimseye göstermez(açıktan yapmaz)dı. Lüzumsuz şeylerle uğraşmaz ve kahkaha atarak gülmezdi.”[70] Ebu’d- Derda (r.)’ın Hz. Lokman’la ilgili tespitinden yola çıkarak şu kanaata varmak mümkündür: Allah’ın(c.) rızasının ve gazabının nerede olduğu ve ne zaman tecelli edeceği bilinmez. Bu nedenle, farzları, vacipleri ve sünnetleri yerine getirdikten sonra insanlara itici gelen davranışlardan sakınıp islami edebe riayet etmek gerekir.

18- Allah’ın, insanın kalbine koymuş olduğu bir nurdur[71] ki Hz. Peygamber’in (s.) müminlere öğretmiş olduğu hikmet budur.[72] Bu anlamda hikmet, basiret ve firasetle eş anlamlı olup “furkan” niteliğine sahiptir. Böyle bir niteliği kazanabilmek için emanete ehil olmak gerekir. Bu ehliyet şu ayette takvalı olmaya bağlanmıştır: “Ey iman edenler! Eğer takvalı olursanız(emirlerine uyup yasaklarından kaçınarak Allah’ın koruması altına girerseniz), O size iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış (furkan) verir ve sizin kötülüklerinizi örter,sizi bağışlar. Allah büyük lütuf sahibidir.”[73] Lokman(a.),bu nurun kalpte ilimle doğacağını bildiği için oğluna alimlerin yanında oturup ilim meclislerini ihmal etmemesini şöyle öğütlemiştir: “Ey oğulcuğum! Alimler meclisine otur; diz çök. Çünkü Allah(c.), gökten inen yağmurla nasıl ki ölü arazileri diriltiyorsa hikmet nuruyla da ölü kalpleri diriltir.”[74] Kalpleri ihya edecek olan hikmetin alınmasını Hz. Peygamber(s) de şu hadisinde emretmiştir: “Hikmet(li olan sözler)i işittiğiniz zaman hemen alınız.” [75]

19- Ledünni ilim; Allah tarafından mümin kullarına lütfedilen vasıtasız bilgidir.[76] Ledünni ilim ne Kuran-ı Kerim’de ne de hadislerde kavramsal olarak açıklanmamıştır. Yüce Allah’ın, Hz. Musa’nın buluşup görüştüğü salih kulu anlatırken; “Derken kullarımızdan bir kul[77] buldular ki biz ona katımızdan bir rahmet, kendisine tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.”[78] Ayette geçen öğretme olayı daha sonra kavramlaştırılmıştır. Ayetten yola çıkarak ledünni ilimle ilgili şu tanım yapılmıştır: “Allah’tan vasıtasız olarak gelen bilgi, ilham[79] tahsil yapmadan, çaba göstermeden kula öğretilen ilim. Eserden müessire, vicdandan vücuda doğru giden bir ilim değil; müessirden esere, vücuddan vicdana gelen bir ilimdir. Doğrudan doğruya vasıtasız bir keşiftir. Ledünni terimi, Hakk’a ait sırlara mahsus bir kavram olmuştur. Bir işin ledünniyatı demek, bir şeyin içinde yatan sırlar ve incelikler demektir.”[80]

20-Ahlak ve dosdoğru süluk; seyr-i süluk adabıdır.[81] Her şeyin olduğu gibi seyr-i sülukun da bir usulü vardır. Bu usul olmadığı zaman seyr(Allah’a vuslat) gerçekleşmediği gibi süluka talip olan kişide bir takım arızalar olur. Süluk adabını üç ana başlık altında ele almak mümkündür.a-Girilen yolla ilgili bilinmesi gereken adab. b-Mürşidin uyması ve taşıması gereken adab. c-Salikin uyması gereken adab. Tasavvufi akımlar kendi meşreblerine göre saliklerin uyması gereken bir takım kuralları belirleseler de bu yolda en önemli kural; söylenen söz ve yapılan işlerin Kuran-ı Kerim ve sünnete uygun olmasıdır. Bu hakikati Cüneyd el-Bağdadi(ö:298/910)saliklere şu sözleriyle haber vermiştir: “Siz, Kuran-ı Kerim’i okumayıp hadis-i şerifi yazmayan ve dinde fakih olmayana sakın uymayın.”[82] Bu sözleri ile Cüneyd(k.s), tasavvufta en büyük adabın Kuran-ı Kerim ve sünnete uymak olduğunu vurgulamıştır. Kuran-ı Kerim ve sünneti her zaman ön planda tutabilmek için bu yolun öncülerinin; imanda yakîn sahibi, ibadetlerinde devamlı, takva ehli, fakih, Allah yolunda hikmetle çağıran hakim, hayatının her alanında Rasulullah’ı örnek alıp sünneti hayat tarzı haline getiren, etrafındaki insanları ayet ve hadis okuyarak tezkiye eden, kalbin manevi hastalıklarına muttali olup tedavi edebilen, çağı tanıyan ve olayları tahlil edebilen, kendisi de seyr-i sülukunu tamamlayarak yolu en iyi bilen kimseler olması gerekir.[83] Kendisi seyr-i sülukunu tamamlamayan ve yolun tehlikelerini, güvenlik alanlarını bilmeyen birisi “adab” bilmediği için bu yoldaki insanları irşad edemez.

Bazı tasavvuf bilginleri tasavvuf yoluna giden bir kimsenin uyması gereken adabı şu şekilde belirlemişlerdir. a-Daima tövbe halinde olmak. b-Dünyaya gereği kadar değer verip onu ebedileştirmemek. c-İşlerin gereğini yaptıktan sonra neticesini yalnızca Allah’a(c.) havale etmek. d-Dünyalıklara karşı hırslı olmayıp kanaatkâr olmak. e-Kötülüklerden uzak durmak(uzlet). f-Halk içinde bile Allah’la birlikte olmak. g-Yüce Allah’ı devamlı anmak(zikir). h-Kendi benliğini öne çıkarmamak;bencil olmamak. ı-Tüm varlığı ile yalnızca Allah’a yönelmek. i-Farzları vacipleri yerine getirip günahlardan kaçınmak; sabırlı olmak. j-Her an Allah’ın kendisiyle beraber olduğunun bilincini canlı tutup ona göre davranışlarını kontrol etmek; murakabe. k-Allah’tan gelen herşeye razı olmak.[84] tasavvuf yoluna giren kimsenin süluk adabında ilmi önceleyip şu uyarıya dikkat etmesi esastır: “Tarikat, ayni şeriat ve şeriat, ayni tarikattır. İkisinin arasında olan fark lafzidir. Maddeten ve manen netice müttehittir. Şeriatın reddettiği her hakikat(!) zındıklıktır.”[85] İlmin ve istikametin usulünü her zaman  vurgulayan Sehl et-Tüsteri süluk adabını şu ana başlıklarla ifade etmiştir: a-Kuran-ı Kerim’e dört elle sarılmak, b-Hz. Peygamber’i(s.) örnek almak, c-Helal lokma yemek, d-Kimseye eziyet ve sıkıntı etmemek, e-Günahların her türlüsünden kaçınmak, f-Daima tövbe halinde olmak, g-Haksızlıları telafi etmektir.[86]

21-Kişinin yapmış olduğu tüm amellerini Hakk’ın emirlerine uygun olarak yapmasıdır.[87] Allah Teala’nın kendisine “şah damarından bile yakın olduğunun”[88] bilincinde olan müslüman, şeytanın vesveselerine uyarak ona ibadet etmediği gibi[89]arzu ve tutkularını vahyin önüne geçirmek suretiyle hevasına da tapınmaz.[90]

22-Vesvese ile ilhamın arasını ayırmaktır.[91]Şeytanın insana yapmış olduğu gizli telkinat olan vesvese [92] kendisinden Allah’a(c.) sığınılması gereken [93] tehlikeli bir durumdur. İlham ise feyiz yoluyla kalpte, gönülde doğan bir şeydir. İlim vasıtasıyla kalpte ilhamın doğabileceği de söylenmiştir. Sûfiler ilhamın delil olabileceğini söyleseler de alimler buna katılmamışlardır[94]. Yüce Allah’a karşı kul ne kadar takvalı olursa; inanç bağlamında Kuran-ı Kerim’de istenenlere teslim olur ve ameli olarak ihsan makamında islamı yaşarsa o kişiye “ furkan” verilir.[95] Furkanla zihin ve gönül dünyasını tezkiye eden arifler vesvese ile ilham arasını rahatlıkla ayırırlar.

23-Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmaktır. [96] Müminler, Allah Teala’yı Kuran-ı Kerim’den ve Hz. Peygamberin tanıtmasından öğrenirler. Tanıma oranlarındaki derinlik onlarda takva, haşyet ve vera gibi hallerin doğmasına neden olur. Takva, haşyet ve vera konumuna gelen insanlar ne düşünce olarak ne de davranış olarak sıradan insanlara benzemezler. Hikmet ehli insanlar Yüce Allah’ı isimleri, sıfatları, fiilleri, halıkıyeti ve rububiyeti ile bilirler. Bu bilgi düzeyindeki müslümanlar Allah’ın (c.) isimlerinden  ve sıfatlarından almış oldukları payı içselleştirerek hayatlarına anlam verirler. Mümin, Allah’ın(c.) isim, sıfat ve fiillerinden almış olduğu nasibi hayatına ne kadar katabilirse o derecede Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmış olur.

24-Ahde vefa göstermektir.[97] “Mutlak ahd”, Yüce Allah’ın ruhlar aleminde kullarından almış olduğu[98] sözdür. İnsan bu antlaşmaya göre Allah’a (c.) hiçbir şeyi ortak koşmayacak ve yalnızca Allah’a (c.) ibadet edecektir.[99] Yalnızca Allah’ın rububiyetini ve uluhiyetini kabul etme olan [100] büyük ahdi hatırlatmak için Allah Teala peygamberler ve kitaplar göndermiştir.

25-Yapılan amellerin ilme uygun düşmesidir.[101] Kimin yapmış olduğu ameller ilme uygun düşerse;Kuran-ı Kerim’den temellenir ve Hz. Peygamberin yaptıklarına benzerse bu davranış sahiplerine hikmet verilir. İnsan söylem ve eylemlerindeki maslahatı ve zararlı şeyleri birbirinden ayıramıyorsa hikmet sahibi de olamaz. Hikmetin bu tanımında mümin bir kişinin firaset sahibi olup çağa tanıklık etmesine de işaret vardır. Buna göre kişi, yaşadığı zamanın fıkhını yapmak sureti ile, “ehem/en önemli” ile “mühim/önemli” olan şeylerin arasını ayırarak en önemli olan şeyi yapmalıdır. Eğer en önemli olanı yapmaz ve onun bir altı olan mühim şeylerle uğraşırsa bu kişi hikmet ehli değildir. [102]

26-Doğru ve güzel davranışlara sabır ve sebatla devam etmektir. Bunda hikmetin güzele ve hayra yönelik olduğu, bu gayenin sonlu olmayıp sürekli olarak devamının gerektiği ve dolayısıyla hikmetin sabit bir huy, tabiat ve ahlak olduğu açık demektir.[103]

27-Siyasette insanın gücünün yettiği kadar Allah Teala’ya uymasıdır. Bu da ilmini cehaletten, davranışlarını zulümden, cömertliğini cimrilikten, yumuşaklını akılsızlıktan arındırmakla olur.

28-Doğruyu bulmakla birlikte bu konuda verilen cevabın süratli oluşudur.

29-Ruhların sükunet ve doyuma ulaşmasının sonu; zirveye ulaşmasıdır.

30-Din ve dünyanın düzgünlüğüdür.

31-Bütün davranış ve durumlara Hakk’ı şahit tutmaktır.

32-İlahi bilgi ve sırlar ilmidir.[104]

Kur’an-ı Kerim kavramları konusunda derin araştırmalar yapan Muhammed el- Behiy hikmetle ilgili çeşitli tanımlar yaptıktan sonra İsra Suresindeki: “Bunlar, Rabbinin sana vahyetmiş olduğu hikmetlerden bir kısmıdır…”[105] ayetinden yola çıkarak ayetin öncesinde tek tek sayılan şu davranışların da hikmet olduğunu vurgulamıştır:

1-Yalnızca Allah’a ibadet edip O’na ibadette hiçbir varlığı ortak koşmamak,

2-Anneye ve babaya şeriatın emrettiği çerçevede iyilikle muamelede bulunmak,

3-Yakın akrabaların, yetimlerin ve fakirlerin üzerimizdeki haklarını eda etmek,

4-Kişinin şahsi harcamalarında dengeli davranıp cimrilikten ve israftan kaçınması,

5-Anne ve babaların fakirlik korkusu ile çocuklarını öldürmemeleri,

6-Zinanın her türlüsünden uzak durup zinaya yaklaştıracak davranışlardan kaçınmak,

7-Hiçbir cana haksız yere tecavüz etmemek; öldürmemek,

8-Yetimlerin ve güçsüzlerin mallarına haksız yere yaklaşmamak; yememek,

9-Verilen sözleri yerine getirmek,

10-Her türlü muamelede adaleti gözetip hak ve sorumluluklara riayet etmek,

11-İnsanların gizliliklerini araştırmamak ve kişinin kendisini ilgilendirmeyen şeylerin peşine düşmemesi,

12-İnsanın yürüyüşünde ve davranışında alçak gönüllü olup kibirlenmemesidir.[106]

 

 

 

HADİSLERDE HİKMET

Hikmetin kendisine vahyolunduğu ve buna bağlı olarak her işini bir hikmet üzerine yapan Resullullah’ın hadislerinde de hikmet kavramı çokça kullanılmıştır. “Hikmetli sözleri müminin yitik malı olarak görmüş ve nerede bulursa almasını” tavsiye etmiştir.[107]Hadisteki “hikmetli söz” ifadesi insanın fıtratına uygun olan ve onu iyiye, güzele ve hayra yönlendiren şeyleri ihtiva etmektedir. Çünkü mümin, öğrenmiş olduğu hikmet ve bu hikmetin hayatına yansıması oranında bir değer kazanır. Bu değeri Hz. Peygamber kendi dilinden şu veciz ifadelerle bildirmiştir:“Hikmet, şerefli kimsenin şerefini artırır. Köleyi de padişah konumuna yükseltir ve onların oturmuş olduğu yerlere oturtur.”[108]

Yüce Allah tüm peygamberlere hikmet lütfetmiştir. Hz. Muhammed’e(s.) bu hikmet değişik zamanlarda birkaç kez lütfedilmiştir.Bir rivayette Hz. Peygamber (s.), Miraç öncesi“Mekke’de Cebrail’ in(a.) gelerek göğsünü açıp hikmet ve imanla doldurduğunu” haber vermiştir.[109]Benzeri bir rivayette de namazlar Mekke’de ilk defa farz kılındığında iki meleğin gelip Resülullah’ın göğsünü açıp zemzem suyu ile yıkadıktan sonra ilim ve hikmetle doldurduğunu bildirmektedir.[110]

Hikmetin lütfedilmesi için insanın Yüce Allah’ın iradesi doğrultusunda hareket etmesi; edep ve hayasıyla hikmete layık olması gerekir. Dünyaya tapınmamak, az konuşmak suretiyle dili her türlü afetten korumak hikmetin bahşedilmesine zemin hazırlar. Bu durum hadiste şöyle anlatılmıştır: “Siz, kendisine dünyaya rağbet göstermemek ve az konuşmak hasleti verilmiş bir adam gördüğünüzde ona yaklaşınız(sözlerini dikkatle dinleyiniz).Çünkü o kimse hikmeti söyler(veya kalbine hikmet ilham edilir).[111]

Hikmet kavramı bazı rivayetlerde dini emirlerin konuluş gayesi;hikmeti teşri ilmi anlamında da kullanılmıştır. Konuyla ilgili şu hadisler örnek gösterilebilir: “Miraca çıkarıldığım gece cennetin kapısı üzerinde;sadaka karşılığında on misli sevap vardır. Borç karşılığında ise on sekiz misli sevap vardır ifadesini gördüm. Bunun üzerine Cebrail’e,borç vermenin sadaka vermekten üstün olmasının hikmeti nedir?diye sordum. Cebrail dedi ki: çünkü sadaka isteyen kişi bazen yanında bir şey bulunduğu halde isteyebilir. Fakat borç isteyen kimse,ancak ihtiyaçtan dolayı borçlanmak ister.[112]

Hz. Peygamber (s.) hac sırasında saçlarını tıraş edenlere üç defa, kısaltanlara ise bir defa bağışlanma duası yapmıştır. Bunun hikmetini İbn-i Abbas şöyle açıklamıştır:“Saçlarını tıraş edenler Resullulah’a uyma konusunda en ufak bir tereddüt ve şüphe göstermediler.”[113] Hz.Peygamber de bu insanları Cenab-ı Allah’ın bağışlamasını isteyerek ödüllendirmiştir. Sahabiler, hikmet-i teşriiyye bağlamında Hz. Peygamber’e (s.) pazartesi ve Perşembe günü oruç tutmanın hikmetini sormuşlar o da “Küs olanlar müstesna pazartesi ve perşembe günleri Allah Teala her müslümana mağfiret eder.” demiştir. Yüce Allah (c.); “Küs olan iki kişi barışıncaya kadar onları bırak.” buyurmuştur.[114] Bugünlerde oruç tutmanın hikmeti pazartesi ve Perşembe günlerinin ilahi bağış günleri olmasına bağlanmıştır.

Bazı hadislerde hikmet; Kur’an-ı Kerim bilgisine, tefsirine ve ahkamına muttali olmak şeklinde açıklanmıştır. Resulullah’ın (s.): “Ey Allahım! Abdullah bin Abbas’a hikmeti ve Kur’an’ın tevilini öğret.”[115] duasındaki hikmet böyledir.Nitekim İbn-i Abbas Kur’an-ı Kerim’i bilmekle hikmet arasındaki ilgiyi şöyle izah etmiştir: “Kim baliğ olmadan önce Kua’an-ı Kerim’i okur ve öğrenirse kendisine daha küçük yaşta hikmet verilmiştir.”[116] “Gıpta ancak iki şeyde caizdir: birincisi; Allah kendisine mal verip de o malı hak uğrunda harcayan, diğeri de; Allah’ın kendisine hikmet verip de o hikmet gereğince hükmeden ve onu başkasına öğreten kimsedir.”[117]

Hikmetin her türlüsünü öğrenmek için hikmet meclislerine gitmek gerekir. Bu meclisler ilim ve irfan sofralarıdır. Hz. Peygamber bu meclislerin önemini şu hadisi ile belirtmiştir: “İlim meclislerinde oturup hikmetli şeyler öğrenen sonra arkadaşlarına öğrendiklerinin zararlılarını ve kötülerini anlatanın hali şu yolcuya benzer.Yolcu, bir çobana gelip der ki: “Ey çoban! Bu sürüden bana bir koyun kes. Çoban da “Git en iyisinin kulağından tut ve getir” der.adam koyunların içine girer ve sürünün köpeğini kulağından tutup getirir.”[118]

 

HİKMETİ YOK EDEN SÖZ VE DAVRANIŞLAR

Hikmeti yok eden şeylerin başında şirk ve küfür gelir, çünkü bu iki hastalık insanın kalbine hikmet nurunun doğmasını engelleyen perdelerdir.[119] Ayrıca hevaya tabi olup nefsi emmarenin kötü isteklerine boyun eğmek de aklın nurunu yok edip kalbin basiretini kör eder; kişiyi hak yoldan ayırır ve hakka tabi olmaktan engeller.[120] Bu durumda hikmet sahibi kimse şeytanın dar yollarını değil Allah’ın geniş yolunu takip etmelidir.[121] Hikmeti sürekli canlı tutan ve Kur’an-ı Kerim’de bütün müminlere hikmetli davranışları ile örnek gösterilen Lokman (a.)’ın oğluna yaptığı öğütleri iyi düşünmek gerekir. Onun yapmış olduğu nasihatlerden bir kısmı rivayetlerde şöyledir:

  • Ey oğulcuğum! Dünya derin bir okyanustur, bu okyanusta birçok insan boğulmuştur. Senin de boğulmaman için gemin takva, geminin tahtaları iman ve alameti de tevekkül olsun.
  • Ey oğulcuğum! Kim kendi kendine nasihat ederse Allah da onu korur.
  • Ey oğulcuğum! İnsanlar kimi hayırla vasıflandırırsa Yüce Allah onun izzet ve şerefini artırır.
  • Ey oğulcuğum! Yalan söyleyen kimsenin yüzünün suyu dökülür, huyu kötü olanın gam ve kederi çok olur.
  • Ey oğulcuğum! Yalan söylemek serçe eti gibidir.Kim ondan birazcık tadarsa daha çok yalan söylemeye teşvik eder.
  • Ey oğulcuğum! Yemeğini takvalı insanlar yesin, işlerinde alimlerle istişare et.
  • Ey oğulcuğum! Sözlerin tatlı yüzün güleç olsun ki bu sayede kendilerine bağış yapılan kişilerden bile insanlara daha sevimli olasın.[122]

[divider]

[1] Isfahani, Ragıb,el-Müfredat Elfazı’-l Kur’an,Darü’l- Kalem,Beyrut, 1992, s.248; , İbn-i Manzur,Cemalüddin, Ebu’l- Fadl Muhammed b. Mükerrem, Lisanü’l- Arab,Darü’l-Mearif,Kahire trsz,c.II, s.954; Bagavi, Mealimü’t-Tenzil,Riyad, trsz s.24; Hazin, Alaaddin Ali bin Muhammed, Lübabü’t-Te’vil ve Meani’t-Tenzil, trsz c.I, s.217

[2] Bak: Bakara 2/129, 151, 231, 251, 269; Al-i İmran 3/ 48, 81, 164; Nisa 4/54, 113; Maide 5/110; Nahl 16/125; İsra 17/ 29; Lokman 31/ 12; Ahzab 33/34; Sa’d 38/20; Zuhruf  43/63; Kamer 54/5; Cuma 62/2

[3] Isfahani, Müfredat, s.952-4; İbn-i Manzur,Lisanu-l Arab, c.I, s.952

[4] Bilmen, Ömer Nasuhi, Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul, 1985, Bilmen Yay. c.I, s.18

[5] Bazı araştırmacılar hikmet, illet, sebep, şart ve rükunu birbirine karıştırmaktadırlar. Özellikle de sebep, illet ve hikmet arası tefrik edilememektedir. Bu ayrımın yapılabilmesi için çok iyi derecede  fıkıh usulü bilmek gerekir. Aksi halde yanlış sonuçlar ortaya çıkar. Bu konularla ilgili daha geniş bilgi için fıkıh usulü kitaplarına müracaat ediniz.

[6] İbn-i Manzur, Lisanu-l Arab, c.I, s. 951

[7] Cürcani, Seyid Şerif, Tarifat, Beyrut, 1995, s. 91

[8] Cürcani, a.g.e, s.91

[9] İbn-i Mace, Ebu Abdullah Muhammed b. Yezid, Sünen, 1,Mukaddime, 11, had.no:166, c.I, s.58

[10] İbn-i Kayyım el Cevzi, Ebu Abdullah b. Muhammed b. Ebi Bekir, Medaricu’s-Salikin, c.I, s.479

[11] Cürcani, a.g.e, s. 91

[12] Sülemi, Ebu Abdurrahman Muhammed b. Hüseyin, Hakaiku’t-Tefsir, Daru’l- Kütübi’l- İlmiye, Beyrut 2001c.I, s.378

[13] Mukatil b. Süleyman, el Eşbah ven-nazair, s. 138-140

[14] Nisa 4/113; ayrıca bak: Bakara 2/231; Al-i İmran 3/48

[15] Lokman 31/12

[16]Taberi, Ebu Cafer, Cami’ul Beyan, Beyrut 1992, c.X, s.209; Şemsüddin Ebu Abdullah Muhammed b. Müflih, Adabu’ş-Şeriyye, Kahire trsz, c.I, s.378

[17] Nisa 4/54; ayetin tefsiri için bak: Zemahşeri, Muhammed b. Ömer, el Keşşaf an Hakaiki Gavamizi’t- Tenzil ve Uyuni’l- Akavil, Darü’l- Mektebetü’l –İlmiyye, Beyrut 1995,c.I, s.292

[18] Bakara 2/269

[19] Nahl 16/125

[20] Darimi, Ebu Muhammed Abdullah b. Abdurrahman, es- Sünen, c.I, s. 359

[21] Muhammed b. Ebi Bekir er-Razi, Muhtaru’s-Sıhha, Daru’l-Menar, Kahire trsz, s.26

[22] Isfahani, Müfredat, s.250

[23] Ahzab 33/34

[24] İbn-i Kesir, İmadüddin Ebi-l Fida İsmail, Tefsirü’l-Kur’ani’l-Azim, Darül Velid, Kahire 1993, c.I, s.304; Isfahani, Müfredat, s.250; Bagavi, Tefsir, s.105; Hazin, Tefsir, c.I, s.217; Alusi, Ruhu’l- Meani, c.II, s.40

 

[25] Bagavi, Tefsir, s.56; Hazin, Tefsir, c.I, s. 174

[26] Bakara 2/251

[27] Sülemi, Tefsir, c.I, s.80

[28] Hazin, Tefsir, c.I, s.197

[29] Tahavi, Ebu Cafer, Müşkilü’l- Asar, Darül Kütübi’l- İlmiye, Beyrut 1992, Had.no:443, c.I, s.133

[30] Bak: İbn-i Kesir, Tefsir, c.I, s.522

[31] Nisa 4/113

[32] Taberi, Cami’ul Beyan, c.II, s.645; Zemahşeri, Keşşaf, c.I, s. 292; Bagavi, Tefsir, s.105; İbn-i Kesir, Tefsir, c.I, s.286; Sülemi, Tefsir, c.I, s.80

[33] En’am 6/124; Risaletin vehbi oluşuyla ilgili bak: Araf 7/61,67,80,144

[34] Bakara 2/251

[35] İbn-i Hanbel, Ahmet, el-Müsned, Çağrı Yay. İstanbul 1981, c.IV, s.73

[36] Konuyla ilgili hadislerle ilgili bak: Ahmed, Müsned, c.VI, s. 8; Tirmizi, Ebu İsa Muhammed b. İsa, es-Sünen, Çağrı Yay. İstanbul 1981, 10,İlim, Had.no:2663, c.V, s.37; İbn-i Mace, 2, Mukaddime, Had .no:12, c.I, s.6

[37] Ebu Davud, Süleyman b. Eş’as, es-Sicistani, es-Sünen, Çağrı Yay. İstanbul 1981, I, Taharet, IV, Had.no:7, c.I, s.17

[38] İbn-i Mace, 1, Mukaddime, Had.no:3, c.I, s. 4

[39] Taberi, Cami’ul Beyan, c.I, s.607; Zemahşeri, Keşşaf, c.I, s.427; İbn-i Kesir, Tefsir, c.I, s.175

[40] Taberi, Cami’ul Beyan, c.I, s.608; Hazin, Tefsir, c.I, s.86

[41] Hud 11/113

[42] Taberi, Cami’ul Beyan, c.I, s.607; Bagavi, Tefsir, s.97; İbn-i .Kesir, Tefsir, c.II, s.428; Hazin, Tefsir, c.I, s.86

[43] Hakim, Ebu Abdullah Muhammed b. Abdullah, Müstedrek, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut trsz, Had.no:292, c.I, s.161

[44] Sülemi, Tefsir, c.I, s.378

[45] Hazin, Tefsir, c.I, s.86

[46] Ebu’l Münteha, Fıkh-ı Ekber Şerhi, trsz, s.27

[47] Hazin, Tefsir, c.I, s.86

[48] Ahmet, Müsned, c.VI, s.232

[49] Ahmet, Müsned, c.VI, s.232

[50] Tirmizi, 113, Salat, Had.no:149, c.I, s.280

[51] Ahmet, Müsned, c.VI, s.427

[52] Ahmet, Müsned, c.VI, s.265

[53] Bagavi, Tefsir, s.105; Hazin, Tefsir, c.I, s.86; Alusi, Şihabud-din Mahmud, Ruhu’l-Meani, Daru’l-Kütübi’l –İlmiyye, Beyrut1994, c.I, s.385

[54] Bak: Bakara 2/31,32,33

[55] Taberi, Cami’ul Beyan, c.III, s.91

[56] İbn-i Hamza, İbrahim b. Muhammed, el-Beyan ve’t-Tarif fi Esbab-i Vürüdi’l-Hadis, Beyrut 1982, Had.no: 598, c.II, s.36

[57] Bak: En’am 6/91

[58] Cürcani, Tarifat, s.98

[59] Ahzab 33/39

[60] Fatır 35/28

[61] Taberi, Cami’ul Beyan, c.III, s.91; İbn-i Kesir, Tefsir, c.I, s.304

[62] Taberi, Cami’ul Beyan, c.III, s.90; İbn-i Kesir, Tefsir, c.IV, s.31; Alusi, Ruhu’l- Meani, c.XI, s.82

[63] Cürcani, Tarifat, s.151-152

[64] Taberi, Cami’ul Beyan, c.X, s.209

[65] Bak: Ahzab 33/72

[66] Abdullah b. Ahmet b. Hanbel, Sünnet, s.110

[67] İbn-i Kesir, Tefsir, c.IV, s.265

[68] Kamer 54/4-5

[69] Taberi, Cami’ul Beyan, c.X, s.209, Alusi, Ruhu’l-Meani, c.II, s.40

[70] Muhasibi, Haris, Risaletü’l- Müsterşidin(Tahkik: Abdulfettah Ebu Gudde), Beyrut 1995,s.160

[71] Taberi, Cami’ul Beyan, c.I, s.607

[72] Bak: Bakara 2/129,151

[73] Enfal 8/29

[74] Malik b. Enes, Muvatta, Çağrı Yay. İstanbul 1981, 59, Had.no:1869, c.II, s.664; Ramahurmuzi, Hasan b. Abdurrahman, Emsalü’l-Hadis, Bombay 1983, s.138

[75] Acluni, İsmail b. Muhammed, Keşfu’l- Hafa, Beyrut trsz, c.I, s.363

[76] Sülemi, Tefsir, c.I, s.80

[77] Ayette sözü edilen salih kul müfessirlerin çoğunluğunun görüşüne göre Hızır(a.)dır. Fakat Kuran-ı Kerim bu salih kulun ismini açık olarak vermemiştir.

[78] Kehf 18/65

[79] Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet Yay. İstanbul 1996, s.235

[80] Cebecioğlu, Ethem, Tasavvuf Terimleri Ve Deyimleri Sözlüğü, Rehber Yay. Ankara 1997, s.471-2

[81] el-Behiy Muhammed, Min Mefahimi’l- Kuran fi’l-Akide ve’s-Süluk, trsz, s.30

[82] Muhasibi, Risaletü’l-Müsterşidin, s.135

[83] Bak: Havva, Said, Ruh Terbiyemiz, (tercüme:İbrahim Sarmış-M.Sait Şimşek), İstanbul 1986, s.215-239

[84] Bak: Gündüz, İrfan, Ahmet Ziyauddin Gümüşhanevi Eserleri ve Halidiyye Tarikatı, Seha Yay. İstanbul 1984, s.209

[85] Bilmen, Ömer Nasuhi, Muvazzah İlm-i Kelam, Bilmen Yay. İstanbul trsz, s.41

[86] Uludağ, Süleyman, Tasavvufi Terimler Sözlüğü, s.543

[87] Sülemi, Tefsir, c.I, s.79

[88] Bak: Kâf 50/16

[89] Bak: Yâsin 36/60

[90] Casiye 45/23

[91] Sülemi , Tefsir, c.I, s.80

[92] Bak: Isfahani, Müfredat, s.869

[93] Bak: Nâs 114/4

[94] Cürcâni, Tarifat, s.34

[95] Bak: Enfal 8/29

[96] Ateş, Süleyman, Yüce Kuran’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul, 1995, c.1, s. 380

[97] el-Behi, Muhammed, Min Mefahim’i-l Kuran, s.28

[98] Bak: Araf 7/172

[99] Taberi, Camiu’l –Beyan, c.VI, s.112

[100] Zemahşeri, Keşşaf, c.II, s.170

[101] Razi, Fahreddin, Mefatihu’l Gayb, Şirket-i Sahife-i Osmaniyye, İstanbul trsz., c.VI, s.733

[102] Razi,a.g.e, c.VI, s.734

[103] Yazır, Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, c.II, s.182

[104] Bak: Yazır, a.g.e, c.II, s.82-106

[105] İsra 17/39

[106] el-Behiy,  Min Mefahim, s.28

[107] Acluni, Keşfu’l- Hafa ,c.I, s.363

[108] Acluni, Keşfu’l- Hafa, c.I, s.363

[109] Müslim,İman,263

[110] Nesai,Ebu Abdurrahman Ahmed b.Şuayb,es-Sünen,Salat,2

[111] İbni Mace,Zühd,1

[112] İbni Mace,Sadakât,19

[113] İbni Mace,Menasik, 71

[114] İbni Mace, Sıyam, 42

[115] İbni Mace, Sünne, 11

[116] Ebu Abdullah Muhammed, Adab-ı Şeriyye, c.I, s.225

[117] Tirmizi, Menakıb, 42

[118] Ahmed, Müsned, c.II, s. 353

[119] Alusi, Ruhu’l-meani, c.I, s.417

[120] İbn-i Kayyim, Medaric, c.I, s. 483

[121] Mevdudi, Ebu’l Ala, Tefhimu’l Kur’an (terc: heyet), İnsan yay. İstanbul 1986, c.I,s.185

[122] Alusi, Ruhu’l-meani, c.XI, s.83

[toggle title=”Yazar Hakkında” state=”open” ]Dr. Mehmet SÜRMELİ [/toggle]

Ahmet Bağsız

Erciyes İlahiyat Fakültesi Mezunu

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.