Kur’an-ı Kerim’ de İman Kavramı – 1
İnsanın, Yüce Allah’la daimi bir iletişim kurabilmesinin ilk basamağını ve şartını oluşturan iman konusu; Kur’an’da emir tekrarının da en çok yapılmış olduğu alandır. Tüm Kur’an’ın yaklaşık dörtte üçünü oluşturur. Bunun anlamı; iman olmadan ne insanın ne de onun yapıp ettiklerinin bir değeri yoktur. Kişi iman etmekle, kendisine ait olan varlık alanını, cansız maddelerden, bitkilerden ve hayvanlardan ayırır. İnsaniyet konumuna yücelir.
Bu hakikati bilen İslâm bilginleri iman konusuyla ilgili erken dönem çalışmalarını başlatmışlar ve binlerce cilt kitap yazmışlardır. Bu çalışmalarda hem İslâm’ın inanç esasları anlatılmış hem de zaman içerisinde ortaya çıkan İslâm karşıtı düşüncelere, karşı görüşler üretmişlerdir. Kelam çalışmalarına baktığımızda görürüz ki, İslâm karşıtı görüşlerin bir kısmı bugün yoktur. Tarih içerisinde kaybolmuştur. İlimler tarihi çalışmalarında bilmek önemli olsa da; bugün, onlara verilen cevapları çok canlı tutmanın faydalı olduğunu söylemek mümkün değildir.
Zamanımız Müslümanlarının çoğu pozitivist kültürle içiçe yaşamakta ve batının ürettiği her türlü felsefeyle yüz yüze gelmektedir. Bu insanlar İslâm dışılığı ve hurafeciliği olmuş bitmiş tarihsel bir olgu olarak kabul ederlerse, yaşamış oldukları süreçte kendilerini hiçbir zaman Kur’an’ın ölçülerine vurmazlar. Allah’la iman temelli bütüncül bir iletişim kurmadan ve O’na göre hayatı anlamlandırmadan yine de Müslüman olduklarını iddia ederler.
Kimsenin amacı, birilerini haksız yere tekfir edip, dini tekeline almak değildir. “Kişinin mü’min olarak sabahlayıp kafir olarak akşamlayacağı” (Darimî, Sünen, I, 109) günlerin varlığını hissettirdiği dönemlerde insanlara faydalı olmak ve imanı, Kur’an’daki keyfiyeti üzerine anlatmak Hz. Peygamberden biz ümmetine kalan en önemli bir sünnettir. Hz. Muhammed, peygamberlik sürecinde en çok bu konu üzerinde durmuştur. Dolayısıyla, Muhammedî Sünneti diriltmek, imanın hakikatiyle kitleleri yüz yüze getirmekle mümkün olur.
İman eksenli sünnetin ihyası çerçevesinde düşünülen bu çalışma, konuyla ilgili ayetleri esas almaktadır. Kelam çalışmalarından alıntılar yaparak eskinin tekrarını yapmak yerine, modernitenin dayatıldığı ve globalleşmenin sonucu olarak batı kültürünün inanç alanlarını belirlemeye çalıştığı bir dönemde Müslüman kalabilmenin tek yolunun Kur’an’a teslim olmaktan geçtiğini anlatmaya çalışmaktadır. “İmanı muhafaza etmenin kor ateş tutmak gibi zor olduğu” bir zamanda, inanç alanımızın mutlak belirleyicisi olarak Kur’an’ı ve Hz. Muhammed’in örnek duruşunu kendimize referans edinmekten başka kurtuluş yolu yoktur. Kur’an’a ve Sünnete uygun olarak varlık kazanan bir hayat, ideal hayattır. Bu çalışmayla Kur’an’ın emrettiği iman alanına, hakkı tavsiye kabilinden bir ışık yakabildiysek ne mutlu.
Çalışmak insanlardan, yardım ve hidayet Allah’tandır.
GİRİŞ
Yüce Allah insanı halife olarak yaratmıştır. Halife olmak, yaratana karşı mutlak anlamda bağımlı olmaktır. İnsan bu bağımlılığını, kendisini yaratan Allah’la sürekli bir iletişim kurmak suretiyle kanıtlar. Bu iletişimin Allah’tan insanlara doğru olan ilahi bildirisine din denir. Bu din, akıl sahiplerine hitabeden, özgür irade beyanına dayanan ve insanlığı, her türlü emniyetin garanti altına alındığı bir dünyayı kurmaya teşvik eden Allah’ın doğal yasalarıdır.
Allah, Hz. Adem’le bu yasalarını insanlığa göndermeye başlamış ve Hz. Muhammed’le sona erdirmiştir. Hayatın üç boyutunu; uzunluk, genişlik ve derinlik alanlarını kuşatabilen ve bağlayıcı kurallar içeren ilahi din (ler)in hepsinin ortak adı İslâm’dır. Allah, İslâm adını taşımayan bir din göndermemiştir. Bu adı özünde barındırmayan; tahrif olmuş dinlerin hiç birisi İslam nazarında kendisine meşru bir zemin bulamaz.
Yukarıda belirtildiği gibi, hayatın üç boyutunu da düzene koymak isteyen İslâm; yeryüzünün selametini, güvenliğini ve insanın var olma bilincine uygun tavırlar sergilemesini tehdit eden her şeye karşı duyarlı olmayı istemektedir. İnsanın, Allah’la kurmuş olduğu iletişim veya bu iletişimin hayata yansıma biçimleri ihlal edildiği zaman İslâm, cihadı bir ibadet olarak mü’minlere emretmektedir. Bu ve benzeri ibadetlerin yerine getirilmesi, İslâm’ın diğer kurallarının hayata aktarılması insanın hayata bakışıyla ilgilidir.
Müslüman bir insanın hayata bakışı “teocentric”tir. Yani, Allah merkezli bir bakıştır. Buna göre, var olan her şeyin merkezinde Allah vardır. Varlık Onunla anlam kazanır. Kur’an okunduğu zaman görülür ki, Allah imajı, Kitabın tümüne sirayet etmiştir. Hiçbir şey Onun bilgisini ve takdirini aşamaz. Hiçbir kavram Allah’tan bağımsız değildir.
“Allah Merkezli” bir söylemle hayatı anlamlandırmayı öğütleyen tüm peygamberlerin insanlığı çağırmış oldukları ilk şey; yalnızca Allah’ı rab edinmek ve “Yaratmayı da emretmeyi de” Ona has kılmaktır. Kur’an’ın çağrısındaki emir tekrarlarının çoğunluğunu; bütün peygamberlerin ortak çağrısı olan “İman alanı/Dini Allah’a has kılma alanı” oluşturmaktadır. Bu konudaki ayetlerin Mekkî surelerde daha yoğun olduğunu söyleyebiliriz. İman alanıyla ilgili ayetler aynı zamanda ahlâk, ibadet ve hukuki kurumlarla ilgili ilahi isteklerinde alt yapısını oluşturur. İman alanının önemini; gelen ilk emirler olması ve ayetlerin çoğunluğunu oluşturması bakımından şöyle bir şemayla göstermek mümkündür:
Bu şemaya bakıp sonra da, dini hükümlerin birbirinden kesin çizgilerle ayrıldığını düşünmek yanlıştır. İslâm dininde her emrin ve yasağın imani bir yönü olduğu gibi inançla ilgili ayetlerin de ahlaki ve ibadet boyutu vardır. Fakat bilinmesi gereken en önemli şey; imanla ilgili ayetler hayata anlam kazandırır. Bu anlamla kişi mü’min olur. İmanla ilgili ayetlere göre bir karar alanı oluşturup hayata anlam vermedikçe, yapılan hiçbir salih amelin de değeri yoktur.
İman konusunun önem ve hassasiyetinden dolayı, insanın kendisini sürekli denetim altında tutması gerekir. Özellikle de İslâm’ın sosyal hayatta belirleyici olmadığı şartlarda bu denetimin daha da ciddi olması gerekir ki küfür tehlikesinden insan kendini koruyabilsin. Aksi halde, “günün akşamında veya sabahında” bilerek veya bilmeyerek insanın imanla ilgisi kesilir de ebedî olarak hüsrana uğrayanlardan olur. Böyle tehlikeli bir an yaşamamak için iman kavramını Kur’an’dan öğrenmek ve hayatı ona göre düzenlemek gerekir. Bu açıklamalardan sonra Kur’an’daki iman kavramının izahına geçebiliriz.
KAVRAMSAL ÇERÇEVE
“Küfür” sözcüğünün karşıtı olan “iman” mutlak tasdik anlamındadır. “Eman” ve “emanet” ile aynı anlamda kullanılır ki, eman korkunun, emanet de hıyanetin karşıtıdır. İman sözcüğünün hemzesi geçişli olduğu zaman ‘eman vermek’ ‘emin kılmak’ demektir. Allah’ın güzel isimlerinden el-Mü’min bu anlamdadır. Geçişsiz olduğu zaman da, “emin olmak” “güven duymak” manasına gelir. Sözlüklerden yola çıkarak anlam verdiğimizde mü’min; iman etmek suretiyle Allah’tan eman alan ve onun emniyetini elde eden insandır. İman ettiği değerlerle de küfürden ve cehennemden emin olur. Kişi imanı daimi bir oluşum olarak yaşar ve her an yenileyecek olursa, güvenilen ve emniyet duyulan örnek bir Müslüman olarak etrafına da güven telkin eder.
İmanın terim anlamı ise, Hz. Muhammed’in, Allah katından getirmiş olduğu dine kalp ile inanmak ve inanılan bu dine olan bağlılığı yeri geldiğinde dil ile söylemektir.
Kişi, şehadet getirir ve bazı dini hükümleri uygular fakat iman etmezse münafık, inanır; şehadet getirir ama İslami hükümleri yapmazsa fasıktır. İnanmaz ve şehadeti reddederse kafirdir.
İnsana Müslüman muamelesinin yapılabilmesi için kalbiyle tasdik ettiği dini hükümleri yeri geldiğinde diliyle de açıklaması, iman ettiğini duyurması gerekir. Ömrü boyunca, hiçbir özrü olmaksızın ikrar etmeyi yani; iman ettiği dine olan bağlılığını diliyle söylemeyi gerçekleştirmeyen bir insan Müslüman değildir. İnsan, imanını ikrarına göre toplumsal hayatta; siyasi, hukuki ve sosyal olaylarda Müslümanca muameleye ehliyet kazanır. Aksi halde bu ehliyeti kaybeder ve kendisine Müslüman muamelesi yapılmaz. Diliyle ikrar etme hususunda bir özrü olan, Müslümanlarla cemaaten yapılan ibadetlere katılarak Müslümanlığını ispat eder. Müslümanların kalp ve hayatlarında karar bulan imani hükümler dışarıya bir yansıma gösterirse (ki göstermelidir), buna bağlı olarak oluşan kimlik toplumsal değişimi de beraberinde getirir.
İmanın kendisinde karar kıldığı kişiye göre sınıflamasını yapan İslâm bilginleri, önümüze şöyle bir iman sıralaması çıkarmışlardır:
1. Matbu İman: Meleklerin imanıdır. Çünkü melekler, Allah’ı bilme ve Allah’a kamil anlamda kulluk üzerine yaratılmışlardır.
2. Masum İman: Peygamberlerin imanıdır. Onlar hayatın her alanında olduğu gibi iman etme yönünden de “üsve – model”dirler. İmanlarının gereği olarak sürekli etkenlik içerisinde bulunurlar. Hayatı ‘şahid’ olarak denetlerler ve imani değerlerin tebliğini yaparlar. Onların masum olması, peygamberler vasıtasıyla bize gelen dinin her türlü hatadan korunmuş olmasıdır.
3. Makbul İman: İnsanların özgür tercihleri sonucunda elde edilen imandır. Yapılan tercih sonucunda kişi, “Yaratmada ve emretmede Allah’tan başka otorite tanımıyorsa” mü’min olma vasfını kazanır. Böyle bir imanın devamı için, ibadetlerin ihsan ve murakabe bilinci içerisinde yapılması, iman edilen varlık; Allah Teâlâ’nın isteklerine mutlak teslimiyet çerçevesinde bir hayat yaşanması gerekir. İman edilen varlığın istekleriyle yaşanılan hayat arasında bir uygunluk yoksa makbul bir imandan bahsetmek söz konusu olmaz.
4. Mevkuf – kopuk iman: Bid’atçi kişilerin; sapıkların imanıdır. Bidatçi düşüncede, ortaya konulan değerlerle ya Allah’ın otoritesini sınırlama veya bu değerlerin Din’e karşı din olma iddiası vardır. Bu bakımdan bidatçilerin imanında tevhidî değerlere kesintisiz bir şekilde inanma söz konusu değildir.
5. Merdut – İman: Münafıkların imanıdır. İmanın asıl rüknü olan kalbî tasdik olmadığı için Allah tarafından kabul edilmeyip reddedilmiştir. İmanın kalpte karar kılması ve buna göre bir hayat tanzimi münafıkların davranışlarında gözükmez. Onlar dünyevî çıkarlar ve bir takım nimetleri elde etmek için Müslüman olduklarını sadece dilleriyle söylerler. “İnandık demekle kurtulacaklarını mı zannederler” ayeti münafıkları söz ve eylem uygunluğuna davet etmektedir. Halbuki gerçek mü’min inancının bir bedeli olduğunu bilir ve bu bedeli her an yerine getirir.
İman eden varlıkların kalbî durumlarına göre yapılan derecelendirmeden bir sonuç çıkarırsak; masum iman peygamberlerle, matbû iman da meleklerle ilgilidir. İnsan iman alanında peygamberlere benzemeye çalışıp, inançta bidatçi ve münafık olmaktan şiddetle sakınmalıdır. Kamil bir iman sahibi olup o hâl üzere ölmeyi ideal haline getirmelidir.