Keşfi Bilgide Hata Olur mu ?
Keşfte hata meselesini tasavvufun önemli şahsiyetlerinden Imam-ı Rabbani (ö.l034/1624) meşhur eseri Mektubat’da değişik boyutlarıyla ele almıştır. Ona göre keşfte yanılmanın bir Çok sebebi vardır.
Bunlardan birisi, ilham alan kişinin kendi yanlış sezgileri ile ilhamı karıştırarak hepsinin keşf mahsulü olduğunu zarmetmesi, bazen de keşf yoluyla ya da rüyada gördüğü gaybe ait şeyleri, göründüğü gibi sanıp zahiri manasına hamlederek yanlış bir hükme varmasıdır.1 Diğer yandan levh-i mahfuzdaki kazai hükümlerin bir kısmının değişmez (kaza- i mübrem) bir kısmının ise değişebilir (kaza-i muallak) olması da yanılgıya sebep olabilir. Keşf sahibine, mesela, bir kimsenin bir ay sonra öleceğine dair levh- i mahfuzdan bir bilgi zuhür ettiğinde, o, ilk anda bu bilginin hangi kısımdan olduğunu bilemeyebilir. Bu sebeple keşfine dayanarak verdiği bilgide hata eder.2
İmam-ı Rabbani ayrıca keşfi bilgiyi şeytanın bulandırmasından söz etmektedir.3 O Keşf sahibi bu durumda hatalı bilgileri bağlı olduğu nebinin vahiy ile getirdiği prensiplere; yani şeriatın naslarına bakarak düzeltmelidir.
Şeriatın açık hüküm koymadığı yerde ise keşf ile bir şeyin hak ya da batıl olduğuna kesin karar vermek gerçekten çok zordur (müşkildir). Çünkü ilham kat’i değil zannidir.4 Böyle bir durumda hata eden sufi, içtihadında hata eden müçtehid gibi sayılır. Eğer bu kimseler süluklerini tamamlayamaz ve o halde kalırlarsa, umulur ki Allah onları sorumlu tutınaz. Bu şekilde yolun yarısında olan sufiler için en uygun olanı, yolun sonuna ve hakikatına erinceye kadar, keşf ve ilhamını din alimlerinin görüşlerine göre düzeltip, onlara uymasıdır. Çünkü alimierin delil ve dayanakları, vahiy ile kesin ilme kavuşmuş olan peygarnberlerdir. .. Kitap ve Sünnet’in gerektirdiği şekilde inannmak nasıl gerekli ise, bu iki kaynaktan müçtehid imamların çıkarıp ortaya koydukları hükümlerle de amel etmek aynı şekilde gereklidir.5
İmam-ı Rabbani yanılmanın bir başka sebebi olarak, süluk esnasında müridin manevi sarhoşluk (sekr) içinde bulunmasını zikreder. Ona göre ancak sülukünü tamamlayıp sıddikiyet makamına ulaşanlar bu halden kurtulur. Sıddıkiyet makamının altındaki her makamda sekir halinden bir miktar vardır. 6
Keşfi bilgide böyle yanılma ihtimali olduğundan, bir çok mutasavvıf müridin ilim sahibi olmasını gerekli görmüştür. Şihabüddin Sühreverdi (ö. Muharrem 632/ Eylül 1234), özellikle ilmi yönü zayıf olan kimselerin kalbinde Hak’tan gelen seslere (havatır) benzeyen fakat O’ndan olmayan mesajların ortaya çıkabileceğini belirtir ve ilimde derinleşmiş kimselerden başkasının bunu farkedemeyeceğini vurgular.7 Kuşadalı İbrahim Halvetinin (ö. 1845) ilmi sülükun yarısı sayması da8 bu sebeple olmalıdır. İmam
Gazzali (ö.505/1111) bu hususta şöyle demiştir: “Nice sufiler var ki, yirmi sene bir hayal üzerinde kalmışlar dır. Şayet bu yola girmeden önce ilim sahibi olsalar, o halin hayal olduğunu hemen anlarlar ve kendilerini kolaylıkla kurtarabilirlerdi.”9 Ayrıca Avarifü’ l-maarif’ te kalbe gelen mesajın (havatır) doğrusunu yanlışından ayırt edememenin ilimde noksanlık vb. sebeplerle birlikte, kişinin yiyip içtiğine haramın karışmasi da özellikle belirtilmiştir.10
Sülük merhalelerini geçmekte olan süf’ınin, karşılaştığı bir takım tehlikelerden korunması ve gönlüne doğan ilhamın şeytanimi yoksa rahmani mi olduğunun tesbiti için, ayrıca bir rehbere ihtiyacı olduğu vurgulanmaktadır.11 Hatta tasavvuf ehli olmayan İbn Haldun’ a göre bile sülük esnasında rehber şeyhe ihtiyaç farz ve zaruret derecesindedir. Zira müridin yaşadığı haller gizli ve sonsuzdur. Bunlardan birisine fesat karışırsa, diğerlerine de bulaşır. Çünkü her hal bir önceki halin üzerine bina kılınınıştır. Hallerdeki fesattan maksat zıtlarının husüle gelmesidir. İşte salikin helaki burada meydana gelir. Zira bir kere fesat bulaşırsa, irade dışında olduğu için onun telafisi ve ıslahı artık münıkün olmaz … Eğer salik olgun bir şeyhin denetimi altında bulunursa süluk doğru bir yol takib eder, tehlikelerden emin olur, aldanma endişesi kalmaz. Çünkü şeyh daha önce bu yolda yürümüş, hallerin nereden ve nasıl doğduğunu, engellerin nerede önüne çıktığını görmüştür.’12 O sebeple süfiler Hz. Peygamber için Cebrail’in vahiy emini olduğu gibi, müridier için de şeyhin ilham emini olduğunu söylerler ve vahiyde nasıl Cebrail’in ihaneti olmazsa, ilhamda da şeyhin ihaneti olmaz derler.13
[divider]
KAYNAK
- Rabbani,Ahmet Serhendi, mektubat Mekke 1316 H, I, Mektup 217.
- Rabbani, I, Mektup 217.
- Tasavvuf tarihinde bunun bir çok örneği vardır. Mesela Sehl b, Abdullah’a (ö.273 veya 283/896) bir müridi gelerek, her gece Allah’ı baş gözüyle gördüğünü söylemiş, şeytanın bu adamı aldattığını anlayan Sehl “Bir daha görürsen yüzüne tükür” diyerek onu şeytanın tasallutundan kurtarmıştır (Süleyman Uludağ, Tasavvufun Mtihiyeti [Şiftiü’s-sdil “Giriş” yazısı], İstanbul 1984, s. 42). Yine Zeyniyye Tarikatı’nın kurucusu Şeyh Zeynüddin Hafi de (ö.838!1435) Horasan’da izinsiz halvete giren bir müridinin şeytan.tarafından aldatıldığını ve Hızır’dan aldığını zannettiği bilgilerle bir sürü kitap te’lif ederek kendisine getirdiğini anlatmaktadır. Şeyh bu muridini uyarmış ve yazdıklarını imha etmesini söylemiştir (bk. Reşat Öngören, Fdtih Devrinde Belli Başlı Tartkatlar ve Zeyniyye [Yüksek Lisans tezi}, İstanbul 1990, s. 125).
- Rabbani, I, Mektup 107.
- Rabbani, I, Mektup 286; aynca bk. I, Mektup 157. Bazı süfilerin “Tarikat şeriata uymalıdır”, “Şeriat tarafından uygun görülmeyen haller batıldır” gibi sözleri de aynı anlamda söylenmiş sözlerdir.
- Rabbani, I, Mektup 41.
- Sühreverdi, Avarif[. s. 318.
- Bk. Yaşar Nuri Öztürk, Kuşadalı İbrahim Halveti: Hayatı Düşünceleri Mektupları, İstanbul 1982, s. 93.
- Ebu Hfunid Muhammed Gazzali, İhya ulumiddin, Kahire 1967, lll, 26.
- Sühreverdi,Avarif, s. 317.
- Ebu Abdurrahman Sülemi, Cevamiu adabi’s-sufiyye (Tercümesiyle birlikte nşr. Süleyman Ateş), Ankara 1981, s. 91.
- Abdurrahman b. Haldun, Şifaü’s-sailli tehzibil mesail (nşr. Muhammed B. Tavit et-Tanci), İstanbul I 958, s. 74-76. Tasavvuf yolunda mürid her an yanılma ve sapma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu için sufiler, “Şeyhi olmayan mürid ebediyyen felah bulmaz” demişlerdir. Bayezid-i Bistami’nin “Üstadı olmayanın imamı şeytandır” ifadesi de (bk. Kuşeyrl, er-Risil/e, II, 735) aynı sebebe dayanmaktadır. Ancak şu da belirtilmelidir ki, sufiler bu sözleri, tasavvuf yoluna giren kimseler için söylemiştir. Nitekim bu ve benzeri sözler umumiyetle “müride nasihat” bölümlerinde geçmektedir. Bunların tasavvufa intisap etmemiş olanlar için söylenınediği açıktır.
- Sühreverdi, Avarif, s, 282.·
- Doç. Dr. Reşat ÖNGÖREN’İN BİR BİLGİ KAYNAGI OLARAK TASAVVUFTA KEŞFİN DEGERi YAZISINDAN ALINTIDIR