KERAMET NEDİR ?
Keramet, Allah’ın yüce kudreti ve ihsanı ile dostlarının elinde zuhur eden harikulade olan işlerdir. Mesela su üzerinde yürümek, ateş yalamak, havada uçmak, bir anda bir yerden bir yere geçmek gibi. Kur’ân’ı Azimüşşan’da 47 yerde bu kelime geçer, onlardan bir tanesi İsra Sûresi 70. Âyet-i Celile’dir: “Biz Âdemoğlunu mükerrem kıldık.” İnsanın mükerremiyyeti, fazileti ve üstünlüğü etinde, kanında, kemiğinde değil; imanında, Allah (cc)’ın emirlerine riayetinde, nehyettiğinden kaçmasında ve güzel ahlakındadır.
SÛFİLERİN İFADELERİNE GÖRE KERAMET
Sehl bin Abdullah et-Tüsterî Hazretleri (ks) kerameti şöyle tanımlar: “Kötü ahlaktan güzel ahlaka dönüştür.” Abdulkadir Geylanî (ks) ise “Efendimiz’in (sav) hareketlerine, tavırlarına, yaşantılarına uygun bir hâli hayatında devam ettirmektir” diyerek kerametin sünnete tabi olmak olduğunu ifade eder. Keramet, Cenâb-ı Hak’tan varid olan fuyüzatı ilahiye vasıtasıyla, Rabbimizden gelen mânevî bir coşkunlukla nuru ilahinin Evliyaullah’ta zuhur buyurmasından ve Mevlâ’yı Zülcelal’den ilahi nurun velînin kalbine aksetmesinden meydana gelen hallerdir.
MUCİZE VE KERAMET İLİŞKİSİ
Mucize ve keramet özde birdir, ama zuhur ettiği kimselerde farklıdır. Buna göre nübüvvet davası gütmeksizin yani peygamberlik ve risalet iddiası olmaksızın velilerde meydana gelen harikulade haller keramet iken peygamberlik iddiasıyla meydana gelen ve peygamberler tarafından istenildiği anda gösterilen harikulade haller ise mucizedir. Burada mucize ve keramet özde bir, zuhur ettiği kimselerde farklı denmesinin izahı sadedinde şunları söyleyebiliriz: “Acayip haller mesela Efendimiz’in (sav) mübarek parmaklarından suların akması, bir işaretiyle ayın ikiye yarılması, hayvanat ile konuşması gibi harikulade haller, Efendimiz (sav) için bu görüntüler ve bu haller mucizedir, diğer peygamberlerde de olduğu gibi. Mesela Hz. İsa’nın (as) ölüleri diriltmesi, Hz. Musa’nın (as) dokuz tane mucizesi böyledir; Asalarının Firavn’un sarayını yutmaya kalkması, dört yüz tane sihirbazın iplerini, sopalarını yutması mübarek ellerinin parıl parıl parlaması ve denize vurmuş olduğu asayla on iki yolun açılması birer mucizedir. Buna benzer haller peygamberlerde zuhur ettiği zaman mucize, velilerde zuhur ettiği zaman da keramettir.
KERAMET İSTİKAMETTİR
Ebu’l Mevâhib eş-Şâzelî Hazretleri (ks): “Keramet istikamettir” der. Yani keramet nebîlerin, velîlerin, sıddıkların, şehitlerin ve salihlerin yaşadığı gibi bir hayat yaşamaktır. O zaman keramet, müstakim olan insanlarda zuhur eder. Allahımız her dilediğini, her istediğini, artık ne dilerse onu yerine getiren, güç ve kuvvet sahibi Mevlâ-yı Zülcelal’dir. İşte keramet, her dilediğini yerine getiren Zât-ı Kibriya’yı tanıyan ariflere, Mevlâ-yı Zülcelâl’in dostlarına has kılmış olduğu bir güzelliktir, bir nimettir, bir berekettir, bir lütuftur, bir ihsandır. Bu bir Deccal’deki sihir değildir, cenneti cehennem, cehennemi cennet göstermek gibi bir hâl değildir. O göz bağlayıcılık vs. değildir. Keramet şer’i şerife uymayanlarda, Efendimiz (sav)’in sünneti seniyyelerine muhalif olan kimselerde zuhur eden bir hal değildir. Böyle bedbaht kimselerden zuhur eden bu gibi haller istidraçtır. Cehennemde derecelerinin bir kat daha artmasına sebep olur.
MANEVÎ KERAMET: MARİFETULLAH
Kerametin mânevî olanı vardır. Mânevî keramet, Allah’ımızı tanımak, O’nun Azameti ilahiyyesinden titremek, O’nun her zaman bizi gözetlediğini bilmek, yasakladıklarına ve emrettiklerine son derece riayet etmek ve kaçınmamızı emrettiklerinden de kaçınmaktır. İmanımızın gönlümüzde güç ve kuvvet bulması, kalbimizde tam yerleşmesi, tadının ve lezzetinin alınması, vücudumuzun emrolunan ilahi emirleri yerine getirmesi, dilimizin de her an O’nun zikri ile ıslı olmasıdır. İşte mânevî keramet budur. Devamlı Allah’ın ve Resûlü’nün emrine uymak, Allahu Zülcelal’den duyabilecek bir güç ve kuvvete gelmek ve O’ndan anlamaktır. O’nun tarif ettiği şekilde Rabbi Zülcelal’imizi Rabbimizle tanıyabilmektir ve devamlı O’na tam mânâsıyla güvenip dayanmak, tevekkülün, teslimiyetin tam olması ve bunun gibi güzel hallerdir.
İNSANI VELİ YAPAN ÖZELLİK HARİKULADE HALLERE SAHİP OLMAK DEĞİLDİR
Ebu’l Abbâs (ks) uçmayı iki kısma ayırmıştır. Birisi tayyü esğar, birisi de tayyü ekber. Yani küçük uçma ve büyük uçma diye. Bu küçük olan uçmayı umum insanlar için tarif ediyor. Mesela havada uçmak ve yerin dürülmesi gibi. Mesela uzak mesafelerin çok kısalması gibi. Büyük olan uçuş ise, nefsin mertebelerini geçip mutmainne, râziyye ve marziyye gibi insan-ı kâmil olmanın sıfatlarını elde etmektir. Diyelim ki velîlerde böyle acayip haller zuhur etmedi. Eğer zuhur etmeyecek olursa o velayet halinde değil diyemeyiz katiyen. O velidir. Ancak bu nefsin mertebelerini geçme halleri meydana gelmezse o kimse aldananlardan olur, gafillerle beraber haşru cem olur. Çünkü nefsin mertebelerini geçmiyor. Bunun için gayreti ve çabası yok. Bir de evrad ve ezkarı hususunda geçişin yapılabilmesi için mesela kalbimizin zikri, ruhumuzun zikri bilhassa nefsi ispatın tarifi mürşid-i kâmille olur. Aksi halde yapılan nefsi ispat tarifleri yanlıştır ve makbul değildir. Ancak mürşid-i kâmilin eliyle olur. Evrad ve ezkar geçirmede bizzat zatında, kendisinde yaşar onu. Aynen bir civa gibi ruhuna değdiği zaman bir akış oluverir, öyle gelişi güzel yapılmaz. Öyle ehli olmayan kimseler katiyen yapamaz, emrolunsa dahi eğer istikametimizi bozmuşsak mümkün değildir. Eğer biz bu gibi güzel halleri geçmeyecek olursak Allahımız korusun aldananlardan oluruz ve gafillerle beraber haşru cem oluruz.
HİSSÎ KERAMET VE MÂNEVÎ KERAMET
Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri kerameti tarif buyururken ikili bir ayırım yapmaktadır: Hissî keramet ve mânevî keramet. Hissi olan kerameti anlatırken şu şekilde ifade buyurmuştur: “Su üzerinde yürümek, havada uçmak, arzın dürülüp uzak mesafelerin bir anda geçilmesi gibi haller hissî keramettir.” Buna karşılık mânevî keramete gelince ancak Allah’ın (cc) sevgili kulları onu yerine getirebilirler. Şer’î emirlere son derece edep ile erkânla riayet ederler. Bir kere insanlara kötü zan gibi hasetlik gibi bir hal onların sadırlarında katiyen kalmaz; kin, kibir ve hasetlikten kurtulurlar. Kalpleri kötü sıfattan tamamen arınmıştır. Gönülleri her bir nefeste Rabbimizin kendilerini gözetlediğini bilme nimetine ve güzelliğine nail olmuşlardır. Gerek kendi şahıslarında gerekse kendilerinin dışında çoluğuna, çocuğuna, eşine, dostuna, yere, göğe ve bütün varlıklara karşı Allah’ın hakkı niteliğinde görevlerini yerine getirirler. İşte mânevî keramet, bu gibi güzel hallerdir diye tarif buyrulmuştur.
ULEMANIN KERAMET TARİFLERİ
İmam-ı Şâfiî Hazretleri: “Keramet, Allah Teâlâ’yı (cc) tanımak, imanımızın güçlü ve kuvvetli olup onun tad ve lezzetine erişmektir” buyurur. Ahmed er Rufâî Hazretleri: “Keramet, kendimizi görmek çılgınlığından, enaniyetten tamamen kurtulmak ve bunlardan sıyrılmaktır” diye tarif buyurmuşlardır. Bazı Allah dostları: “Keramet, dünya ehli insanlar içerisinde yalnızlık hissetmektir” demişler. Onların yanında bakıyor ki, ağızları düzgün değil, gözleri acayip yerlere bakar. Bu gibi dünya âşıklarının yanında kendilerini yalnız görürler. Keramet ehli olanların imanlarında yakin, imanlarında güç ve kuvvet olur. Bu bahtiyar kulların kalplerinde dünyaya karşı katiyen bir sevgi yoktur. Mustakim olmak suretiyle şartlarına riayet ederek ibadette ve zikirde devamlıdırlar.
BÂYEZÎD-İ BESTÂMÎ’NİN (KS) KERAMETLERİ
Bâyezîd-i Bestâmî (ks): “Bana Allah (cc) sekiz keramet ihsan buyurdu” der. Acaba bu kerametler nelerdir? Nasıl havalarda yürüdü, nasıl ateşlere elini koydu? Bunlar mıdır yoksa başka hususiyetler mi? Bâyezîd-i Bestâmî (ks) kendisine lutfedilen kerametleri şöyle sıralamıştır:
1. Kendimi devamlı gerilerde gördüm, üstünlük taslamadım, başkalarını ise her zaman benden üstün kabul ettim.
2. İnsanlara olan şefkat ve merhametimden dolayı onların yerine yanmayı ben kabul ettim.
3. Müminin kalbine her zaman rahatlık vermeyi ben kendime gaye bildim.
4. Yarın için hiçbir şey saklamadım.
5. Kendi nefsimdense insanlara şefkatim ve merhametimden dolayı onları tercih ettim.
6. Müminlerin kalbinden gam ve kederi kaldırıp onlara rahatlık vermeye ben gayret gösterdim.
7. Müminlere şefkatimden dolayı karşılaştığım zaman onlara ilk ben selam verdim. Görüyor musunuz kerameti?
8. Eğer bana Allah şefaat izni verecek olursa ilk evvela bana eza ve cefa edenlere şefaat etme kerametini Allah’ın bana lütfetmesini diledim.
KERÂMET: UHREVÎ AMELLERE GAYRETLE SARILMAK VE GÜNAHTA ISRAR ETMEMEK
Ebû Dâvûd et-Tâi Hazretleri (ks): “Eğer keramet sahibi olmak istiyorsan uhrevi amellere çok gayret et!” buyurmuştur. Kurtuluşumuz için, asıl uhrevî ameller için çaba ve gayret gösterelim. “Eğer emr-i ilahiye uymayacak olursan ateşe layık bir kimse haline gelirsin” buyurulmuştur. Kerametin hakîkî olanı ifade edilirken Ahmed ez-Zerrûk Hazretleri: “Günahta devamlı olmamak şartıyla günahı terk edip Allahımıza yönelmektir gerçek keramet” der. Amelini, ibadet ve taatini yaparken bir müddet yapıp sonra terk etmek değil her zaman yapmak ve gayret göstermektir. Benlikten kurtularak samimi olmaktır. Artık şüpheye düşmeksizin imanının güçlü ve kuvvetli olması ve endişeye düşmeden Allahımıza tam bir teslimiyet içerisinde bulunmaktır.
EN ÜSTÜN KERAMET
“Kerametin en üstün olanı nedir?” sorusuna İmâm-ı Kuşeyrî Hazretleri şöyle cevap veriyor: “Allah’a (cc) vasıl olmak, O’na kavuşmaktır.” Başka bir tarifinde “Allah’ı tanımaktır, marifetullahtır ve istikamet üzere olmaktır” buyuruyor. Keramet, Allah’ın kendisine açmış olduğu gönüldeki kapılarla nefsin mertebelerini geçip rıza-ı ilahiye ermek, cennete ve cemale kavuşmaktır. İlmin mertebelerini geçmek ve şeriat, tarikat, marifet ve hakikat mertebelerini geçip Mevlâ’ya vasıl olmaktır.
[toggle title=”Yazar Hakkında” state=”open” ]İlahiyatçı – Yazar Ali Ramazan Dinç Hocaefendi[/toggle]