Kelime-i Tevhid’in Şartları
Eğer bir kimse Allah’a isyan eder ve onun kullarını kendisine boyun eğmeye zorlarsa tağutlaşır.2
Tağutu inkar edip Allah’a iman etmek insanın her türlü sorumluluk ve hayattaki uygulamasında Hakk noktasından hareket etmesi anlamına gelir. Bu iman, derin anlamıyla Allah dışındaki her şeyi reddetmeyi; Allah’ın belirlediğinin dışında planlamaları ve programlamaları kabullenmemeyi ifade eder. İman eden bir insanın kalbinde Allah(c.) sevgisi ile tağut sevgisi asla bir arada bulunamaz.3 Tağutu inkar etmek imanın rüknü olduğundan dolayı iman ancak onu inkar etmekle sahih olur.
Endadı reddeder:Nid; cevherde ortaklık ve denkliktir.4 Çoğulu “endad”dır. Yüce Allah kendisine herhangi bir varlığın denk koşulmasını yasaklamış ve şu ayetiyle böyle bir davranışın haramlığını bildirmiştir. “İnsanlar arasında Allah’ı bırakıp da ona ortak(endad) koşanlar vardır. Onları Allah’ı severcesine severler. Müminlerin ise Allah sevgisi daha güçlü bir sevgidir…”5 Müşrikler, önderlerini ve liderlerine kayıtsız şartsız itaat edip onların emirlerine ve yasaklarına göre hareket ederler. Allah’a itaat eder gibi itaat gösterip boyun eğerler.6 Bu davranış şirk sayılmış ve Allah Teala tarafından yasaklanmıştır. İmanın gereği olarak hiçbir varlığın Allah’a denk kabul edilmemesi istenmiştir. Mümin olmak ancak bu talebe uymakla gerçekleşir. Sadece inanç alanında değil hayatın hiç bir alanında hiçbir varlık veya kurum Allah yerine, hayatın merkezine konulmamalıdır.–Erbabı reddeder:İslam dinine göre mutlak anlamda rab yalnızca Allah Teala’dır. Rabb isminin anlam alanına bakıldığında bu önermenin doğruluğu daha açık görülür. Kuran- ı Kerim Allah’tan başka varlıkların hem rablik iddialarını apaçık bir inkar olarak değerlendirir hem de rububiyyet iddiasındaki sapkın insanlara bağlanmanın yanlışlığı üzerinde durur. Çünkü rabb; varlıkların her türlü maslahatlarını üstlenen7, benzeri olmayan efendi, verdiği nimetler ile mahlukatın durumlarını ıslah eden, yaratma ve emretmenin sahibi8, terbiye eden, idare eden, kemale erdiren, in’am eden, kayyım, bir şeyin üzerinde hak sahibi olandır.9 Tüm bu sayılanlar mutlak anlamda Allah’a özgüdür. Bu sebeple yüce Allah, hakkında yanlış kanaat sahibi olan müşriklere kendisini Mekki ayetlerde er-Rabb ismiyle tanıtmıştır. Bu ismin anlamını iyi anlayan bir kimse ne hemcinsi olan başka bir insanı rabb olarak kabul eder10, ne bir monarkı; firavunu11, ne din büyüklerini12, ne de melekleri13.
Kuran-ı Kerim, kendisini insan hayatının yegane maliki olarak gören otoriteye tam teslimiyetin bir nevi kulluk olduğunu vurgulayarak müminleri böyle bir konuda dikkatli olmaya çağırmıştır. Bu nedenle de siyasi otoriteyi böyle bir çerçevede temsil eden firavun ile İsrailoğulları arasındaki ilişkiye çokça yer vermiştir. Firavun ve siyasi ekibine mutlak itaat gösteren kimselerin bu davranışlarının bir nevi tapınma olduğunu ifade eden Kuran müminlerden yaşadıkları dönemin yetke sahibi kişilerine karşı takınmaları gereken durumlarına dikkat çekmiştir. Sadece siyasilerin değil alimlerin de rab edinilmesini şiddetle reddeden İslam, onlara karşı da itaatle bağlılığın sınırlarını çizmiştir.
Hz. Peygamber(s.), Mescid-i Nebi’de Tevbe suresinin 31. ayetini okurken Adiyy b. Hatem boynunda altın bir haçla çıkagelmişti. Resulullah’ın okuduğu ayetin anlamı şöyledir: “(Yahudiler) Allah’ı bırakıp hahamlarını;(Hıristiyanlar ise) rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rab edindiler. Oysa, bunlar ancak bir olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardır. Ondan başka ilah yoktur. O, onların ortak koştukları her şeyden uzaktır.”14Adiyy b. Hatem bu ayeti işitince Hz. Peygamber’e, “Biz, din adamlarımıza tapmıyoruz.”demiştir. Bunun üzerine Resulullah; “Din adamlarınız bazı haramları helalleştiriyor. Bazı helalleri de haramlaştırıyor. Siz de onlara tam bir teslimiyetle itaat ediyorsunuz ki işte bu, onları rab edinmek; onlara tapmaktır.”buyurmuştur.15 Din adamlarına ve alimlere kulluk onlara haddinden fazla bir kıymet vermek, hak olmayan fikirlerini, sözlerini, Hakk’ın emrinden çıkarılmayan şahsi görüşlerini, heva ve heveslerine uymanın mahsulü olan keyfi fetvalarının ve iradelerini revaçlandırmaktır ki bu durum, aynı zamanda şirktir. Onların Allah’ın emirlerine muhalif olduğu açık olan hatalarına bile itaati uygun görmek, kısacası Allah ne diyor diye düşünmeden Yüce Allah’ın emrine uymayı hesaba katmadan tabi olmak Allah’ı (c.) bırakıp başkalarına tapmaktır.16 Kelime-i Tevhidi bilerek tasdik ve ikrar eden bir Müslüman böyle bir yanlışa düşmez. Allah’a karşı oluşturulan her türlü rablik iddialarını reddeder.
Kelime-i Tevhidi kabul eden bir mümin önce gönlünü tezkiye eder. “Lâ” diyerek her türlü şirkten kalbini arındırır. Sonra da tahliye olan; itikadi ve ameli şirkten temizlenen kalbin Yüce Allah’a iman, itaat ve teslimiyetle süslenmesi gerekir. Bu durum Kelime-İ Tevhidi söyleyen bir müminin reddettiklerinin tam karşıtıdır. Yani, kelime-i tevhidi söyleyen bir müslümanın kalbinde ispat ettikleridir. Kelime-i tevhidin ispat ettiği şeyler şunlardır:
1-Sadece Allah’a Yönelmek:İman ve gereklerini yaşamada sadece Allah Teala’ya yönelip onun rızasını gözetmek esastır. Gönülden tevhide iman eden kimse hiçbir davranışında ikiyüzlülük, riyakarlık ve Allah’tan başkasının hoşnutluğunu aramaz. Bu durum aynı zamanda İslam’ın derinlik boyutudur. Dinin temeli; hayatın uzunluk ve genişlik boyutuyla beraber derinlik boyutunda da Allah Teala’ya tam bir teslimiyetle gerçekleşir. Bu durumu Yüce Allah şöyle açıklamıştır: “Halbuki onlara, ancak dini Allah’a özgü kılarak, Hakka yönelen kimseler olarak ona kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekatı vermeleri emredilmişti. İşte dosdoğru din budur.”17Dini Allah’a has kılmama gerek inançlarındaki samimiyetsizlik, gerekse amellerindeki riyakarlık nedeniyle münafıklara ait bir zelliktir. Onların bu riyakar davranışları Bakara Suresi, Âl-İ İmran Suresi, Nisa Suresi, Enfal Suresi ve özellikle de Tevbe Suresi ve Münafikun Suresinde gözler önüne serilmiştir. Müslümanın imanda ve amelde yalnızca Allah’ın rızasını gözetmesi istenmiştir. Hatta bu konuda ümmetini uyarmak için Hz. Peygamber Medine’deki Cuma namazlarının genelinde Münafikun Suresini okumuştur.
2-Allah’ı Sevmede İleri Gitmek:Allah Teala’yı sevmekle onun isteklerine göre hayata anlam vermek arasında doğru bir orantı vardır. Bu orantının somut göstergelerle kendini ifade etmesi gerekir. Aksi halde sevgi iddiası boş bir sözden ibarettir.
Bir çok insan, Allah’ı(c.)sevdiğini; O’na aşık olduğunu iddia eder. Aşk kelimesi islami literatürde pek geçmez. Fakat “aşk”ın sarmaşık anlamına gelen “ışk”tan türediğini düşünürsek sarmaşık herhangi bir şeyi sardığında onu nasıl istila ederse, Allah aşkı da insanı kuşattığı zaman hayatın her alanına Allah’la anlam vermeyi gerektirir. Hayatın genişlik alanında Allah’ın emirleri tecelli etmez ve bir ömür,Allah Resulünün sünnetiyle ihya olmazsa Allah sevgisinde n bahsetmek beyhudedir. Bu hakikati şu ayet çok net bir şekilde ortaya koymaktadır: “Ey Resulüm! De ki: Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayan ve merhamet edendir.”18 Kavlen ve fiilen Resulullah’a muhalefet içermeyen bir hayat tarzı, Kuran’ın yaşanmış bir tefsiri olan sünnete ittiba Allah sevgisinin en samimi göstergesidir. Sünneti tevhidi, ibadi, ahlaki ve ictimai yönden davranış haline getirmeyen; çağ içerisinde öne çıkarılması gereken öncelikli sünneti belirleyip hayat tarzına dönüştürmeyen bir kimsenin Allah aşkı(!) samimi değildir.
Allah (c.) sevgisi hayatı “Allah merkezli” anlamlandırmakla mümkün olur. Bu durum hadis-i şerifte şöyle açıklanmıştır: “Üç şey kimde olursa imanın tadını kalbinde bulur: kişiye Allah ve Resulünün tüm varlıklardan daha sevgili olması;sevdiğini yalnızca Allah için sevmesi; küfre dönmekten ateşe atılırcasına nefret etmesi”19Allah’ı seven bir kimse farzları, vacipleri ve nafileleri gereği gibi yaparsa kendisi de Allah’ın sevgisini elde eder. Onun velisi olur; koruması altına girip ilahi dostluğu kazanır. Kutsi hadiste bu durum şöyle izah edilmiştir: “Kulum bana farz kıldığım şeyleri yerine getirmekle yakınlaştığı gibi hiçbir şeyle sevgili olamaz. Ta ki nafilelerle bu yakınlığını daha da ilerletir ve ben onu severim. Onu sevdiğim zaman işiten kulağı olurum hakkı benimle işitir. Gören gözü olurum hakkı benimle görür…”20Yüce Allah bu kutsi hadiste farzları yerine getirmeden nafilelere yoğunlaşmadan Allah sevgisinden bahsetmenin doğru olmadığını vurgulamıştır.
3-Korku İle Ümit Arası Olmak:Allah’ın rahmetinden ümit kesmek veya azabından emin olmak müslümanca bir davranış değildir. 21 Allah’a ümitsiz olarak sırf korkuyla ibadet edenin şaşkınlığını artar, korku ve ümit olmaksızın muhabbeti öne çıkaranın amelleri iptal olabilir; korku, muhabbet ve ümitle ibadet edenin dindeki istikameti doğru olur.22 İnsan kulluk borcunu hakkıyla yerine getirse bile Allah’ın lütfu olmadan kurtuluşa eremez. Bu durum Peygamber ve ailesi için de böyledir. Nitekim Resulullah “Şükreden bir kul olmak için ayakları şişene kadar namaz kılmış”23
[divider]
1 Kutub, Seyyid,Fi Zilal’i-l Kur’an, Beyrut, 1990,c.I,s.292
2 Mevdudi,Tefhim, c.I, s.331
3 Fadlullah, Hüseyin, min vahy’i-l Kuran, c.V, s.33
4 İsfahani, a.g.e, s.796
5 Bakara 2/165
6 Zemahşeri, Keşşaf, c.I, s.209
7 Isfahani, a.g.e, s.336
8 Taberi, Camiu-l Beyan,c. I, s.91-92
9 Yıldırım, Suat, Kuran’da Uluhiyyet Kavramı, Kayıhan Yay., İst, 1987,s.90
10 Bak:Al-i İmran3/64
11 Bak:Şuara 26/29
12 Bak:Tevbe9/31
13 Bak:Al-i İmran 3/80
14 Tevbe 9/31
15 İbn-i Kesir, Tefsiru’l Kuran-i’l Azim,Kahire, 1993, c.II, s.333
16 Yazır, Muhammed Hamdi, Hak Dini Kuran Dili, İst, 1979, c.IV, s.216
17 Beyyine 98/5
18 Al-i İmran 2/31
19 Buhari,II, İman 9, c.I, s.9-10; Nesai,İman, c.8,s.96
20 Buhari, 81,Rikak 38, c.VII, s.190
21 Bak:Yusuf 12/87; Hicr 15/56; Ankebut 29/23; Fussilet 41/49
22 Sülemi, Hakaiku’t-tenzil, c.II, s.128
23 Musannef, Abdürrezzak, c.III, s.50; Müslim, 50, Sıfatü’l Münafikun, 18,Had. No:2820, c.III, s.2172
[toggle title=”Yazar Hakkında” state=”open” ]Dr. Mehmet SÜRMELİ [/toggle]