KAYNAĞINDAN GELEN SU
İnsanın olmadığı yerde bir şey olmaz. İhtiyacından dolayı insanın, devlet vardır. Birlikte yaşayabilmesi için insanın, toprak gerekir. Aralarında çıkan anlaşmazlıkta otorite şarttır. Emniyet içinde yaşam da, bir düzene bağlıdır. Mimarla sanatı bir olmayacağına göre, “yaratan yarattığını bilmez mi?” ( Mülk. 14. ) gerçeğinden yola çıkarak, hayatın her bölümünde Halik-ı Zül celalin emrine teslim olunur. O’nun bizim için tesbit buyurduğu hakikatlere uyulur.
Her şeyin insan merkezli olduğunu bilen şanlı ecdadımız, ordu, medrese ve dergâh üçlüsüne dayandırmıştır devleti. Medresede ilim, dergâhta irfanla yetişen toplumu, tesbihin tanelerinin bir imameye bağlandığı gibi, cümlesi bir imama teslim olmuştur.
Peygamberimiz’e (sav) şehvet, şöhret ve servet teklifiyle geldi müşrikler. Gâyeleri, “Yeter ki putlarımıza bâtıl demesin.” Güçlü bir tutku olan şöhret, baş olma arzusu, Kitâb-ı Kerîm’imizde şu şekilde açıklanır: “Gördün mü o arzusunu İlâh edineni?” (Furkan, 43.)
MÜMİN ÂLÎDİR
Sürü olmayın, çoban olun, ayak olmayın, baş olun buyuruyor Rabbimiz C. C. Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer (gerçekten) iman etmişseniz, üstün gelecek olan sizsiniz.” (3/Âl-i İmrân, 139) Ve onlar ki: “Ey Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerine önder kıl” derler. (Furkan. 74. )
“İbni Ömer radıyallâhu anhümâ Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’ den şöyle işittim dedi: “Hepiniz çobansınız; hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Devlet reisi de bir çobandır ve sürüsünden sorumludur. Erkek, âilesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın, kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Hizmetkâr, efendisinin malının çobanıdır; o da sürüsünden sorumludur. Netîce itibâriyle hepiniz çobansınız ve güttüğünüz sürüden sorumlusunuz.” ( Buhârî, Cum’a 11. ) Reis-i Cumhur’dan en küçük birime kadar raiyyesinden, elinin altındakilerden sorumludur insan.
Bir devletin başkentinden gelen emir ne kadar sağlıklı olursa, tebaa da o kadar sağlıklı ve mükemmel olur. Kaynağından akan su berrak, temiz olursa, içenler de sıhhat ve âfiyet bulur. Baş düzelirse, ayak da düzelir. Kâlb sâlih olursa, bütün vücud da sâlih olur.Nu’man b. Beşir’den rivâyet edildiğine göre Allah Rasûlü şöyle buyurmuştur: “Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki, o iyi doğru düzgün olursa bütün vücut iyi doğru düzgün olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kâlptir.” (Buhârî, Îmân, 39)”
ZAHIRDE VE BATINDA DEVLET
Rûhânî âlemde izn-i Muhammed’î (sav). ile bir kutb-ı cihan bulunursa, zâhirî âlemde de emînlik vasfını hâiz bir devlet reisi bulunur. “Andolsun, Tevrât’dan sonra Zebur’da da yazmışızdır ki arza (ancak) sâlih kullarım mîrascı olur.” (Enbiyâ, 105.) “Yâ Rab, Sen bana mülk (-ü saltanat) verdin ve sözlerin te’vîlini öğretdin. Ey gökleri ve yeri yaratan, Sen, dünyâda da, âhiretde de benim yârimsin. Benim canımı müslüman olarak al. Beni sâlihler (zümresin)e kat.” (Yûsuf, 101.)
Efendimiz S. Mekke’de küfürden temizlenen beyin, isyandan arınan gönül erleriyle, Medine’de İslam devletini kurdu. Kalbde imanı reis-i cumhur, aklı başbakan, güzel ahlakı da bakanlar olarak tesbit edilirse, asr-ı saadet hayatı yaşanır. Başkent olan kalbde, İman Kur’an-ı Kerim’le hükmeder, iller mesabesinde olan azalar da yaratılış sırrına uygun hareket eder. Şeytan reis-i cumhur nefis başbakan fena huylar da bakanlar olursa, el ayak, göz kulak isyana gider.
Ecdadımız, geleceğin padişahlarını en mükemmel bir şekilde yetiştirilmişlerdir. Devletin idari yapısı öğretilirken, fikri ve ruhi eğitimleri de verilmiştir. Musiki, spor eğitimi, ilmi ve ahlaki dersler almışlardır. Şefkat ve merhametle büyüyen bu insanlar, karınca bizden şikayetçi olur mu acaba diyerek sızlanıp durmuşlardır. Bu nezaketle nice ülkeleri fethedip, haçlı ordularını da durdurmayı başarmışlardır. Halkla iç içe yaşayan bu şahsiyetler, halkın tüm dertleriyle ilgilenmişlerdir.
Fatih S. M. Ruhunun eğitimini gerçekleştiren Akşemseddin veli, beynini aydınlatan Güranilerle gerçek devlet adamı oldular. 900.000 bin kilometrekare olan topraklanı 2.214.000 kilometrekareye çikarıp Osmanli topraklanna dâhil ettiler.
“İmtisal-i Cahidü fi’llah olubdur niyyetüm Din-i İslam’un Mücerred Gayretidür Gayretüm Fazl-ı Hakk u Himmet-i Cünd-i Ricaullah İle Ehl-i Küfri Serteser Kahreylemekdür Niyyetüm Enbiya Vü Evliyaya İstinadum Var Benüm Lütf-i Hakk’dandur Heman Ümmid-i Feth ü Nusretüm Nefs ü Mal İle N’ola Kılsam Cihanda İctihad Hamdülillah Var Gazaya Sadhezaran Rağbetüm Ey Muhammed Mücizat-ı Ahmed-i Muhtar İle Umarum Galib Ola A’da-yı Dine Devletüm ” diye, Enbiya ve evliyaya bağlılıklarını ifade ettiler.
Yavuz S. S. Önüne dünya haritasını serip, “bu dünya bir sultana çok, iki padişaha az” dediler. Gönül padişahlarını görünce de, “Padişahı âlem olmak bir kuru kavga imiş Bir veliye bende olmak cümleden âlâ imiş..” dediler. Kimsenin geçmeye cesaret edemediği Sina çölünü geçip, bir ara atından inip saygılı halde yaya olarak yürüyüp, “İki cihan sultanı Peygamber Efendimiz önümüzde yaya olarak yürürlerken biz nasıl at üstünde olabiliriz?” deyip, fetihler gerçekleştirdiler.
Gönül imarlarının elini öperken, hocalarının da atının ayağından sıçrayan çamuru şeref kabul edince, cihan sultanı oldular.
DUYULAN HASRET.
Zulüm, hakkı yerine getirmemektir. Herhangi bir konuda haddi aşmaktır.
Aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kıyamet gününde, haklar sahiplerine mutlaka verilecektir. Hatta boynuzsuz koyun için, boynuzlu koyundan kısas alınacaktır.”Müslim, Birr 60. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 2
Hz. Yûsuf’un (as) kıssası beyân edilirken; insanoğluna, hidâyetin ve dalâletin temel unsurları bildirilmiştir. “Sizin Allâh’ı (cc) bırakıp da taptıklarınız, kendinizin ve atalarınızın takmış olduğu isimlerden başkası değildir. Allah bunlar hakkında hiçbir sultan (hüccet,delil) indirmemiştir. Hüküm sâdece Allâh’a mahsustur. Allah, kendisinden gayrisine ibâdet etmemizi emretmemiştir. Doğrusu din işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yûsuf Sûresi: 40)
Kur’ân-ı Kerîm’de, idârecilerin acı sonuçları şu şekilde bildirilir. “O gün (tuğyan edenlerin) yüzleri ateşte evrilip-çevrilirken: ‘Eyvah bize! Keşke Allâh’a itâat etseydik, peygambere itâat etseydik’ diyeceklerdir. (Onlara tâbi olanlar da o gün) ‘Ey Rabbimiz! Hakikat biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk. Onlar bizi yoldan saptırdılar’ diyeceklerdir. Ey Rabbimiz! Onlara azaptan iki katını ver. Onları büyük bir lânetle rahmetinden kov!.” (El Ahzab Sûresi: 66.-68.)
HER ALANDA DERVİŞLİK
Sadece seccade üzerinde değil, devlet makamında da kişi derviştir. En güzel ahlaka sahip olması Efendimiz’in (sav) şahsi ve toplumsal bütün alanlarındadır. İtikad, ibadet, ahlak ve muamelatındadır. Aile hayatında, beşeri münasebetlerde, savaşta barışta, ticari ve hukuki bütün alanlardadır.
Nuh (as) Tûfan’dan sonra, Hz. Dâvûd (as), Hazret-i Süleymân (as), İskender-i Zülkârneyn (as). Hazret-i Ya’kâb (as), Hazret-i Mûsâ (as) Mısır’da, Hazret-i Yûşâ (as) ve Kâinâtın Efendisi devlet reisidir. İlk Peygamber, ilk insan Hazret-i Âdem, insan âilesini kurması hasebiyle yeryüzünde ilk devletin kurucusudur.
En güzel ahlâka sâhip olması Efendimiz’in (sav) şahsî ve toplumsal bütün alanlarındadır. İtikad, ibâdet, ahlâk ve muamelâtındadır. Âile hayâtında, beşerî münâsebetlerde, savaşta barışta, ticârî ve hukûkî bütün alanlardadır.
Efendimiz (sav) “Ya Eba Zer! İki kişiye de olsa idâreci olma” buyurmasındaki hikmeti anlayıp, riyâset yarışına değil, takvâ yarışına girmeli. Allah Resûlü sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Ey Ebû Zer! Sen zayıfsın, görev ise bir emânettir O, sorumlu olduğu görevi tam anlamıyla yapıp, hakkını verenlerden başkası için utanma ve pişmanlıktır.”
Ebû Zer radıyallâhu anh, Müslim
Allah Resûlü sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu: “Siz, baş olmak isteyeceksiniz, hem de büyük bir istekle. Ancak bu, sizin için kıyâmette bir pişmanlık olacaktır. O yüksek makam ne güzel sütannedir! Ondan ayrılmak da memeden ayrılmaktan zordur!”
Üstâzımızı ziyârete gelen bir efendiyi ziyâret etmek isteyen belediye reisine, gelen misâfirin nasîhati şu olmuştu. “İlçenin nüfûsü ne kadarsa, hepsinin, üzerinde hakkı var. Âdil davran!”
İDAREDE SORUMLULUK
Görevin ağırlığını hissederek, kemikleri çatırdamalı. Riyâsette tamahkâr olmamalı.
Ebû Bekir, halîfe seçildikten üç gün sonra kürsüye çıktı ve insanlara şöyle hitâp etti:
“Ey insanlar! Benim seçilmem, sizi yönetmeye aşırı istekli olmamdan değildi, bozgunculuktan ve ihtilaflardan korkmuştum. Şimdi işi size bırakıyorum, istediğinizi başınıza getirebilirsiniz!”
İnsanlar hep bir ağızdan şöyle cevap verdiler:
“Biz seni kabûl ettik, bırakmayız!”
Ömer ibni Abdil Aziz (ra): “Öyle bir rüya gördüm ki, memleketin sokaklarında dolaşan köpeklerden bile sorguya çekildim.”
Hz. Ömer’in (ra) ahlâkıyla ahlâklanmalı idârede. “Gündüz halkın hizmeti, gece de Rabbime kulluk” deyip, yatağa uzanmamıştır. Halkın işlerini görürken yaktığı mumla, şahsına âid kullandığı mum ayrı idi.
Hemen hemen kimsenin sofrasına oturmayan, hediye bahşiş kolay kolay kabûl etmeyen, şahsî işlerinde kendisine tahsis edilen vâsıtayı kullanmayan, çeşitli illerde müftülük yapan İbrahim Çelik hocamızı rahmetle yâd ediyoruz.
Allah Resûlü sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu: “Siz, baş olmak isteyeceksiniz, hem de büyük bir istekle. Ancak bu, sizin için kıyâmette bir pişmanlık olacaktır. O yüksek makam ne güzel sütannedir! Ondan ayrılmak da memeden ayrılmaktan zordur!”
YARIŞ
1-) Allah Teâlâ’nın gazâbından korkarak, İlâhî haşyetle dolmalı. Devenin üzerinde giderken, “Allah Teâlâ’dan kork Yâ Ömer!” deyince, devesinden inip yerlere kapanarak, “Ömer de kim oluyor” diye feryâd eden gibi idâreciler görmek istiyor cemiyet.
2-) Verilen nimet, âhirete hazırlık için kullanılmalı. Malı muhtâcına infakta, canı yolunda hizmette, âzâları sorumlu tutulacağımız hususlarda vebâl altında kalmamada sarfetmeli.
3-) İdâresinin altında bulunanlara lütuf ve ihsan etmeli, onları yasaklanan kötülüklerden korumalı. Neslini isyandan, canını ateşten, nâmusunu kirlenmekten muhafaza etmeli.
4-) İş ve güç, Hak Teâlâ’ya ibâdetten alıkoymamalı. Farzları ve sünnetleri ihmâl etmemeli.
5-) Fakihlerle, sâlihlerle, sâdıklarla düşüp kalkmalı. Berâberindekileri hayra teşvik etmeli. Yaptığı her işte hayr gözetmeli. “Allah, bir yönetici için iyilik isterse, ona iyi bir yardımcı ihsân eder ki, unuttuğu zaman hatırlatır, hatırladığı zaman da ona yardım eder.
Hayrını istemezse, ona kötü bir yardımcı verir ki, unutunca hatırlatmaz, hatırlayınca da yardım etmez.”
Aişe radıyallâhu anha, Ebû Dâvud
6-) Her yönüyle araştırmadan insanları cezâlandırmamalı. İnsanlar hakkında verilen kararda acele edilmemeli.
7-) Geçmişte zulümleri sebebiyle helâk olanlardan ders alarak adâletle muamele etmeli. Allah Resûlü sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Âdil davrananlar, Allah katında, Rahmân’ın sağındaki nurdan minberler üstündedirler. Onlar, hükümlerinde ve âilelerinde, başta bulundukları sürece âdil davrananlardır.”
İbn Amr radıyallâhu anh, Müslim
Fakir ve yoksulun derdini üstüne almalı.
9-) Onun bunun sözüne itibâr edilmemeli. Halka değil Hakk’a teslim olmalı. Allah Resûlü sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Şunu iyi dinleyip kulak verin: Benden sonra başkanlar gelecektir. Kim onların yanlarına girip de, yalanlarını doğrulayıp, zulümlerine yardımcı olursa, o benden değildir, ben de ondan değilim. Bu kimseler, cennetteki havuzumun başında yanıma gelemezler.
Kim de onların yanına girip, zulümlerine yardımcı olmaz, yalanlarını da doğrulamazsa, o bendendir, ben de ondanım. Ayrıca, bu kimseler, havuzumun başında yanıma da gelecektir.”
İbn Ucre radıyallâhu anh, Tirmizî
10-) Hak olan sözlere kulak vermeli. Allah Resûlü sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Müslümanın dinleyip itaat etmesi gerekir, hoşuna gitsin veya gitmesin. Ancak, günah emredilince ne dinlenir, ne de itaat edilir.”
İbn Ömer radıyallâhu anh, Buhârî
[toggle title=”Yazar Hakkında” state=”open” ]YAZAR – İlahiyatçı Yazar Ali Ramazan DİNÇ Hocaefendi[/toggle]