EditörTasavvufTüm YazılarYazi Atlasi

İslâm’ın içini boşaltmak üzere bir hâşiye

Zaman zaman biz Müslümanların hal-i pürmelâli ne olacak kabilinden bazı yazılar yazdım ve bir nefis muhasebesi yapmaya, bir otokritik yapmaya davet ettim. Bunu yaparken de benim mezhebim, benim tarikatım, benim meşrebim, benim ırkım ve en sonunda da bizzat “ben” bundan vâbesteyiz, bizde hiç problem yok, diğerleri yapsın gibi bir yaklaşımla hareket etmedim.

Hepimiz elimizi taşın altına koymak durumundayız dedim. Bu minvalde geçen iki hafta üst üste iki yazı yazdım. İslâm’ın ve daha sonra da onun bana göre en mükemmel yorumu olan Tasavvuf’un içini nasıl boşalttığımızı sorguladım. O kadarla iktifa edip bu hafta başka konulara yelken açmak niyetindeydim. Lakin bu yazılar üzerine aldığım bazı geri dönüşler beni bunlar üzerinde de düşünmeye sevk etti ve bu hafta da bunları değerlendireyim istedim.

Evvela şunu ifade edeyim ki o yazıların maksadı, hedefi, gayesi okuyanların kahir ekseriyeti tarafından doğru anlaşılmış ve de olumlu bulunmuş. Çoğundan “doğru tespitler bunlar” diye müspet geri dönüşler aldım. Fakat burada sizlerle paylaşacağım bazı geri dönüşler ise beni düşündürdü. Zira yazının maksadını anlamayıp oradaki bir râvi problemine takılmışlar. İlk yazımda Müslüman âlimlerin (özellikle de ülkemizdeki bazıları) ne kadar tâli ve de esasa müteallik olmayan konularla uğraştıklarını ve bunun da insanların, gençlerin İslâm’dan soğumalarına sebebiyet verdiğine vurgu yapmıştım. Ana fikir buydu. Bu fikri aktarırken bazı örnek olaylar kullandım. Bunlardan bir tanesi bugünlerde İran’da pek çok kişinin konuştuğu ve benim de bu şekilde haberdar olduğum bir âlimin konuşması idi. Bu âlim video kaydında eşek sütü içen iki insanın süt kardeşliği oluşur mu oluşmaz mı gibi bir konuyu tartışıyordu. Bana göre bu âlim Türkiye’de de olabilir, Malezya’da da olabilir, İran’da da olabilir. Benim dikkatimi çeken o kişinin nereden ve hangi mezhepten olduğu değil de ele alınan konunun seviyesi idi.

Bu arada şunu da söylemek isterim ki gerek dini ve gerekse seküler hukuk öğretiminde bazen öğrencinin problem çözme mantığı gelişsin diye ortaya fantastik bir mesele atılarak ondan bunu çözmesi istenebilir. Başkasına saçma gelebilecek böylesi kurgusal sorular burada tamamen eğitim maksadıyla ortaya atılır. Bunu bilmeyen birisi kalkıp bunları gerçek konular zannedebilir.

Her neyse, o örnek olayda kullandığım video kaydında meğerse bir makaslama varmış. Şöyle imiş: Meğer bu İranlı âlim “Ey cemaat bakın şu Vahhabi âlimlerin konuştuğu konulara, geçenlerde bir tanesi ne dedi biliyor musunuz?” diyerek bir giriş yapıyor ondan sonra bu meseleyi naklediyormuş. Yani bu zat bu olayı sadece naklediyor, kendi görüşleri değil bunlar. Sonra birileri bu kaydın baş kısmını kesiyor, sadece o nakledilen kısımlar kalıyor. Böylece izlediğiniz zaman sanki bu kişi kendi görüşünü aktarıyor gibi geliyor. Ne şeytanca bir zekâ. Tıpkı “Namaza yaklaşmayın!” âyetini devamından kopararak yapmak gibi. Bunu kim yaptı bilmiyorum. İran dışındaki Şia karşıtı guruplar da yapmış olabilir İran içinde din adamlarına karşı bazı gençler de yapmış olabilir. Bilmiyorum. Dedim ya benim için haberin rivayet şekli değil muhtevasıydı mühim olan. Bu konuda bazı dostlarım, “Hocam bu arada o zat sadece râvi yani başkasından naklediyor bizzat kendisi değil bilginiz olsun” diyerek beni uyarsalar ben bundan memnun olurdum. Gerçekten işin bu kalpazanlık yönünü bilmiyordum. Onlardan öğrendim. Teşekkür ederim. Lakin bana bu uyarıyı gönderen bazılarının üslubu hiç de böyle değildi. Bazıları bu nasıl ilim adamlığı, yanlış bilgilere dayalı ilim mi olur gibisinden ilmimizi sorgularken bazıları da daha da ileri giderek, resmi zevat arayarak farklı bir tonla buna bir düzeltme yayınlayın gibi şeyler söylediler. Konuyu “İran’da bir molla” diyerek aktardığım için rencide oldukları anlaşılıyor. Kendilerini mutlu edecekse söyleyeyim bu muayyen meselede o İranlı molla sadece Vahhabi bir molladan nakilde bulunuyormuş, o görüşler kendisinin değilmiş, itiraf ediyorum bilmiyordum, öğrenmiş oldum.

Fakat “Bizde yok böyle şeyler” şeklindeki mezhepçi bakış açısıyla sorunu halletmiş olduk mu aziz dostlar? O olay sadece bir örnekti. Bunun gibi başka örnek olaylar Vahhabilerde, Sünnilerde olduğu gibi sizin mezhepte de yok mu? Sadece politik olarak çatışmaya girildiği zaman “Şiraziler” demek yeterli mi? “Molla Sadra okumak ve okutmak haramdır” diyen Ayetullah Sistani değil mi? Kum’da kendi öğrencilerine “Sakın Sadra derslerine gitmeyin hatta giden bir öğrenci olursa onun elinin değdiği yer de necis olur onun elinden bir bardak su dahi içmeyin” diyen Ayetullah Behçet değil mi? Haşa huzurdan “Mevlana bir homoseksüedir” diyerek hadd-i kazif isteyen Ayetulah Isfahani değil mi? Daha ötesi İmam Humeyni’nin kitaplarını okumayın, vahdet-i vücud ve ilhad doludur diyen koca koca mollalar yok mu? Kum’da Hafız’dan beyit okudu diye havzadan kovulan Hüccetülislam arkadaşım var. Bunları pekala siz de çok iyi biliyorsunuz. Ve bu gidişatın sonu yakın zamanlarda neye vardı biliyorsunuz. Ortada hiç lüzumu yokken bir takım dervişlere saldırmak ne kadar yanlış oldu ise o dervişim diyenlerden bir tanesinin de arabayı gariban askerlerin üzerine sürerek üç tanesini öldürmesi de o kadar yanlış oldu. Her iki yaklaşımı da tel’in ediyorum. Osmanlı zamanında Fatih Camii imamı Halebi’nin vaazı sonrası dergahlara saldıran ve de bazı dervişleri öldüren ve yer yer onlardan da karşılık gören o meş’um hadiseyi hatırlattı bana. Ne gerek vardı dostlar… Hasılı Vahhabilik sadece Sünnilere has bir problem değil Şia Vahhabileri de bir diğer problemdir. Lakin resmi devlet görevlisi gibi mezhep tutanlar bu meseleyi göremezler ve çözemezler. Şeriati’nin “Ali Şiası” tabiri artık arkaik bir tabir oldu, rafa kalktı..

İkinci yazım Tasavvufun içini boşaltan Şeyhler üzerine idi. Bu yazım üzerine bazı tasavvufi çevrelerden tepkiler alacağımı zannederdim. Tam tersi oldu. Pek çok sufi dost arayarak “Hepsi de doğru tespitler” diyerek katıldıklarını ifade ettiler. Yani tasavvuf camiası yine de en olgunları çıktı. Ümmetin ümidinin irfan ve hikmet camiâsında olduğunu bir kere daha hatırlattılar. Şayet içlerindeki o şarlatanları bir ayıklayabilseler bendenize göre de ümit tasavvuf yorumunda. Yüksek hoşgörülerinden dolayı bütün dostlara teşekkür ederim. “Biz birleştirmek için geldik ayırmak için gelmedik” diyen Mevlanalar, Arabiler, Hafızlar, Yeseviler, Yunuslar, Bektaşlar her türlü engel ve karşı propagandaya rağmen bu ümmetin velileri ve rehberleri olmaya devam ediyorlar. Gençler artık ruhlarını doyuracak bu bilgeleri okuyor. Bu nesil Geleneği keşfedecek ve ihya edecektir..

YAZAR: Mahmud Erol Kılıç

admin

Soru ve görüşleiriniz için İrtibat: fikiratlasi1@gmail.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.