İslam’a Karsı İslam: Çagdas Haricilik
Kimyasal saldırı sonrasında ortaya çıkan görüntüler az da olsa dünyanın vicdanını tahrik etti. Hadise üzerine Batılı haydutlar, sömürü nizamını korumak için kurdukları BM gibi uluslar arası müesseselerin yere çakılan itibarlarını kurtarmak için kamuoyuna, “Suriye’ye karşı hareket planı hazırlığında olduklarını” ilan etmek zorunda kaldı. Böylece hem Müslümanların, hareket planlarını mutlaka kendilerinin hazırlamaları gerektiği yönündeki iradenin büyük kalabalıklar tarafından kabul edilmesi önlendi, hem de Mısır’daki katliamlar gölgelendi.
Bütün hesaplarını, Bilâd-ı Şam’da Müslümanların yönetime gelmesiyle Türkiye-Mısır ve Suriye arasında oluşacak İslam Birliği’nin engellenmesi üzerine kuran Batılılar, derin stratejik oyunlarında yeni mevziler kazandırma peşinde. Rusya ve Emperyalizmin uç karakolu olan İran’ın bizzat Suriye cephesinde yer alması, İsrail ve ABD’nin “düşman görünerek” siyasi mahfillerde Esed’i himaye etmesi, bu derin oyunun bir parçası.
Bu ümmet en ağır siyasi darbeleri İbn Sebeler’in “Şeriat’a karşı Şeriat isteriz” oyununa kör kalarak aldı. Sultan II. Abdulhamid’e karşı tertip edilen gösterilerde kullanılmak üzere meyhanelerden toplanıp getirilen, ceplerinde şarap şişesi olan ayyaşlar da başlarına sarık takılarak İstanbul’da “Şeriat isteriz” diye yürütülmüşlerdi. Manasındaki derinliğin siyasi istismarı gizlediğini fark eden “Şeriat isteriz” lobisi, fikri ve siyasi mevzilerimizi parçalarken çoğunlukla bu terkibi kullandı.
IŞİD
Kimyasal saldırı ve askeri harekat söylentileri sonrasında adını duyuran Işid (Irak ve Şam İslam Devleti) Özgür Ordu’nun, Şebbiha ve Suriye ordusundan aldığı şehirlere “Şeriat isteriz.” talebiyle saldırıIar düzenledi. Müslümanlar hakkında “mürted” hükmü verip kanlarının “heder” olduğunu ilan etti. ÖSÖ’nün tugaylarını bastı, mücahitleri esir aldı. Yüzleri maskeli komutanlar tarafından yönetilen gerillalar, nereden geldiğini ve kim olduğunu bilmediği emirlere uyup, Allah’ın adını yüceltmek için cihad eden kardeşlerine silah doğrulttu. Şeria talebelerinin de içinde aktif olarak yer aldığı, fetva heyetlerinin denetlediği tugayları küfür nizamı için mücadele etmekle itham etti. Silah zoruyla minberden imam indirdi, ölümü göstererek IŞİD lehine hutbe okumaya zorladı. Kim oldukları, onlardan emir alan insanlar tarafından da çok iyi bilinmeyen kurmay kadro, Suriye Müslümanlarının organize yapılarına da karşı savaş açtı. Fetva ve yardım kuruluşlarını tanımadığını ilan etti. Halka ulaştırılmak üzere sevkedilen mallara el koydu. Anneleri tarafından cepheye, “Eve ya sedyede ya da tabutla gelebilirsin.” diye gönderilen müslüman gençler, basit hatalar nazara verilerek tekfir edildi. Kabirler yıkıldı, taşlara “ed-Devletu’l-İslamiyye/İslam Devleti Şirki ortadan kaldırıyor.” nevinden ibareler yazılarak, zimnen müşrik olduğu söylenen halk tövbeye davet edildi. Duvarlara, altında “ed-Devletu’l-İslamiyye fi’l-Irak ve’ş-Şam” imzası olan, “Ya İslam Hilafeti ya da bütün yeryüzünü yakarız.” şeklinde tehditkar ibareler yazıldı. Gasp, saldırı ve cinayetler yazı ve videolarla sosyal medyada paylaşılarak ümmetin İslam Devleti idealine ağır darbe vuruldu. Amaç, “Neyin ne olduğunu” temyiz edemeyenleri, “Eğer İslam Devleti Müslüman katletmek, adam kaçırmak ise böyle bir devlete lanet olsun.” noktasına getirmekti. Oyunu yönetenlerin bunda büyük oranda –maalesef ki- başarılı aldıkları söylenebilir.
Işid ’le, Müslümanları Çökertme Planı
Hadiseye en hassas şeriat ölçüleriyle mahrem noktalarından bakmaktan mahrum olanlar, muhalefeti yekpare gördüğünden, “IŞİD cinayetlerini” de ÖSO‘nün hesabına yazıp yorumladı. Bu ise Suriye Müslümanlarını hem siyasi, hem de insani yardım anlamında daha da yalnızlaştırdı. Suriye muhalefetini “el-Kaide”nin bir uzantısı olarak göstermeyi hedefleyen bu ameliyeler, dünyanın Esed’in katliamlarını “ihkak-ı hak” bağlamında değerlendirmesine de kapı açacak bir tehlikeyi barındırmakta. Böylece mücahitleri destekleyen tek ülke olan Türkiye, “teröre destek veren ülke olma” tehdidiyle Suriye muhalefetinin yanında yer almaktan vazgeçmeye zorlanacak.
Mücahitlere gönderilen silahları engelleyen ABD ve müştemilatı devletler IŞİD’e adeta “yolun açık olsun.” demekte. Çünkü IŞİD ilerledikçe Esed zaman kazanıyor, mücahitler güç kaybediyor. Belki de bunun için IŞİD bütün birlikleriyle ÖSO’nün kurtardığı bölgelerde Müslümanlara karşı savaşıyor.
Azaz İşgali
IŞİD, Türkiye sınırındaki Azaz ilçesini işgal ederek mücahitlerin Türkiye üzerinden dünya ile irtibatını büyük oranda kesti. İşgalle Müslüman, Müslümanı katletti. Türkiye’den gönderilen yardımların Halep’e ve kırsalına ulaşması engellendi. Yaralılar Türkiye’ye nakledilemedi.
Yeni Haricilik Tehlikesi
Suriye’de Müslümanları katleden, muhtaçlara dağıtılan yardımları engelleyen, ÖSO’nun kurtardığı bölgelere saldıran, Pakistan’da kiliseye bomba atan, Kenya’da alış veriş merkezindeki masum insanları katleden bir anlayış İslamî olabilir mi? Ehl-i Sünnet tekrardan İbn Sebe’nin kurduğu mezheple, İngilizlerin tesis ettiği çağdaş hariciliğin yönettiği kanlı bir iç savaşa mı sürükleniyor?
Zor şartlar altında onurlu mücadele veren Müslümanları daha da yalnızlaştıran bu taifenin Selef-i salihîne aidiyet iddiasında bulunması, avam nazarında onları töhmet altında bırakacaktır. Dünya milletlerine savaşın da bir hukuku olduğunu öğreten İslam’ın müntesipleri nasıl olur da masum insanların kanlarını heder edebilir? Kiliseye, alışveriş merkezine saldırarak masum canlara kıyabilir? Böyle bir anlayışın nesebi selefe değil, günahkar Müslümanları tekfir eden, müşrikleri bırakıp müslümanlarla savaşan, kardeşlerini öldürmeyi ibadet sayan, aşırılığı dindarlık zanneden, cahillerden oluşan Hariciliğe dayanmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’de kasten bir Müslümanı öldürmenin cezasının ebedi olarak cehennemde kalmak olduğunu okuyan bir Müslüman, mücahitlere ait tugayları basar, onlara hiçbir mahluka reva görülmeyecek işkenceleri yapabilir mi?
Fitne Mayalandı
IŞİD’in elinde esir olan bir Şeria talebesinin gönderdiği mektup, fitnenin müslümanların yüreklerinde nasıl mayalandığını gözler önüne sermektedir: “Hocam! Biz burada IŞİD’in elinde tutsağız. Şahsi ihtiraslarını tatmin edebilmek adına, bize sürekli dayak atıyorlar, hakaret ediyorlar. Hitap ederken de, “Ey domuzlar, Siz Yahudi, mürted ve kafirlerden bile daha aşağılıksınız. Hatta Hristiyan ve Şiilerden bile sefilsiniz…” diyorlar. Bütün bunları hocalarına anlattığımızda ise onların cürümlerini örtebilmek için, “bir anlık öfke halidir, aldırmayın” demekteler. Biz bunların elinde din adına her türlü aşağılık muameleye maruz kaldık. Her halimiz murakabe altında. Müslümanları, İslam’la tehdit ediyorlar.”
İslam Şavaş Hukuku
Oysaki Batının savaş hukuku noktasında tavsiye niteliğinde kararlar alacak iradeden dahi mahrum olduğu bir zamanda Kur’an-ı Kerim savaş hukukuna dair önemli esaslar belirlemişti. “Sizinle savaşanlarla siz de Allah yolunda savaşın ve aşırı gitmeyin.” Bakara: 190) ayet-i kerimesindeki, “Sizinle savaşanlarla” şeklindeki ihtirazi kayıt, müfessirler tarafından, “savaşmayan yaşlı, çocuk, rahip ve kadınlarla savaşılmayacağı” (Beydavi, I, 172) şeklinde tefsir edildi.
Allah Resulü de ashabını cihada gönderirken onlara şu talimatı verirdi: “Allah’ın adıyla, Ona dayanarak, Allah Resulü’nün milleti olarak hareket edin. Yaşlıları, çocukları, kadınları öldürmeyin.” (Ebu Davud, Cihad; Beyhaki, 17932). Efendimiz mabetlerde ibadetle meşgul olanları öldürmeyi de yasakladı.
Batılılar Nazarında İslam Ordusu
Sahabede Kur’an ve Sünnet’in tayin ettiği esaslardan oluşan savaş hukukuna riayet ederek dünya tarihçilerini hayrette bıraktı. Arnold Toynbee, Sahabenin İran seferine dair şu değerlendirmelerde bulunmuştu: “Dünya böyle bir ordu görmedi. Şehirler, nehirler geçildi. Ne bir ev, ne de bir dükkan yağmalandı.”
Sivilleri Koruma Hassasiyeti
Sahabe, devletleri kılıçla değil yaşantılarıyla fethetti. Kalelerini, Hulagu gibi kestikleri kelleler üzerinde değil, fethettikleri yüreklerde kurdu. Onlar insanları kılıçlarının keskinlikleriyle değil, Sünnet’e ittibalarıyla büyüledi. Allah Resulü’nün talimatı gereği ne kadın, ne çocuk ne de rahip öldürdüler. Hz. Ebû Bekir Devlet Başkanı olarak Usame’yi Şam’a gönderirken ordusuna şu talimatları verdi: “Küçük çocukları, yaşlıları, kadınları öldürmeyin. Ağaçları kesmeyin. Koyun, sığır ve develeri -yemeniz dışında- boğazlamayın. Kendilerini kiliselere hapseden rahiplere dokunmayın.“ (Taberî, III, 226). Hz. Ömer’de sefere gönderdiği komutanlarına takvayı tavsiye etti, kadın, yaşlı ve çocukları korumayı emretti.
Ölüm Fetvaları
Masum bir hayatı muhafaza etmeyi bütün insanlığın diriltilmesine muadil gören bir dinin mensupları nasıl olur da kardeşleri için ölüm fetvaları neşredebilir? Kiliselere çekilen insanlara yönelik intihar saldırıları düzenleyebilir? Allah ve Resulü’nün talimatlarına rağmen savaş hukuku belirler, sonra da bunu “selefilik” nisbesi ile İslam’a isnad eder?
İntikam Duygusuyla Örtülen Akıllar
Bu ümmet tarihin farklı dönemlerinde çok alçakça saldırılara maruz kaldı fakat hiçbir dönemde IŞİD’in Suriye’de, Şebab’ın Kenya’da yaptığı gibi intikam duygusuyla hareket etmedi. Kiliseye, masum insanlara saldırmadı. Buna rağmen yaptıkları hayırlı amelleri İslam’a nisbet etmekten haya ettiler. Hz. Ömer, talimatının baş tarafına, “Bu Allah’ın ve Ömer’in görüşüdür.” ibaresini yazan kalem müdürüne müdahale edip, yazıyı şöyle tashih etmesini emretti: “Bu Ömer’in görüşüdür. Eğer Ömer isabet ederse ne ala, yoksa Allah’a iftira etmiş olur.” buyurdu. Selefilik nisbesiyle kendilerini bu ümmetin en hayırlılarına isnad edenler selefi değil, ancak tarihi tecrübe ve medeni birikimimizi yok etmeleri açısından telefi olabilir.
İbn Sebe Faktörünü Dikkate Almak
İbn Sebe tecrübeleriyle defalarca sarsılan bu ümmet, yakın dönemde de en ağır darbeleri mustagribler vasıtasıyla almıştı. Tahrik sonunda kardeşlerinin yurdunu basan, Şeria talebelerini esir alan, rahipleri katleden anlayış, İbn Sebe faktörünü dikkate alarak İslam Savaş Hukuku’nu yeniden okumalı.
Hani, isyancı taife arasına katılıp Halife Hz. Osman’ın evini basan Hz. Ebu Bekir’in oğlu Abdullah, Halife’nin sakallarına yapıştığında, Halife kendisine, “Abdullah! Baban Ebu Bekir seni bu halde görse ne derdi.” dediğinde, Abdullah irkilip kendine gelmişti fakat içeriye aldığı isyancıların Hz. Osman’ı şehit etmesine mani olamamıştı. Tahrikler sonunda IŞİD saflarında ümmete karşı savaşanlar da, hadiseleri basiretle tahlil etmezlerse yarın pişman olduklarında, ne “Müslüman katili” olma cürmünden, ne de İbn Sebe oyununda aktör olmanın verdiği vicdan azabından kurtulabilecekler.
Şüphesiz ki mutedil çizgideki selefi kardeşlerimiz, bu kirli oyunun kimler tarafından yönetildiğini ve Ehl-i Sünnet’i çökertmeye matuf olduğunu bilmekte, bu yüzden de bir an önce son bulması için çaba sarfetmektedir.
Mevcut hal, çağdaş haricilik formatında bir harekete dönüşürse bu, hem ümmet, hem de insanlık için bir felaket olacaktır. Bu yüzden ulema ikinci, üçüncü derecede önem arzeden meseleleri bir tarafa bırakıp bu hususta yoğunlaşmalı, fıkıh konseyleri de acil koduyla toplanıp, IŞİD formatındaki hareketlerin Batılılar tarafından “İslam’a karşı İslam” olarak kurgulandıklarını, bu yüzden meşru olmadıklarını tarihi bir bildiri ile Âlem-i İslam’a beyan etmelidir.
[toggle title=”Yazar hakkında” state=”open” ]İhsan Şenocak – Hüküm Dergisi – Sayı 10[/toggle]