İdeal Bir Eş Olarak Hz. Peygamber – Doç. Dr. Huriye Martı
Hz. Peygamber’in yaşam felsefesine uygun hareket edebilmeyi başarmak, ancak onun zihin dünyasını tanımakla mümkün olacaktır. Zira bizler onun tutum ve davranışlarının anlamını, ancak bu tutum ve davranışlara yön veren, onları farklı zaman ve mekânlar içinde yeniden tatbik edilebilir kılan zihniyeti kavradığımızda fark edebilmekteyiz.
Kur’an’ın ifadesiyle, “iki eşi; erkeği ve dişiyi yaratan”(1) Allah, sadece insanı değil “her çeşit varlığı eşiyle birlikte yarattığını” belirttiği ayetin sonunda, “belki düşünüp ibret alırsınız!”(2) buyurmaktadır. O halde “eş” kavramı, üzerinde düşünülmeye, değerlendirilmeye ve hakkında bilinç düzeyi oluşturulmaya lâyık bir nitelik taşımaktadır.
Diğer varlıklar için eş, “birlikte var olma” kategorisi içinde sınırlıdır. Oysa insan için eşin ifade ettiği mana, bu kategorinin dışında ve bu düzeyin üstündedir. Eş kavramı, insanın, kendisini, tarihi, kültürü ve dünya hayatını anlamlandırırken çıkış noktası olarak seçtiği temel bir bakış açısını temsil eder. Bu yönüyle insan için eş, “her şeyi birlikte görme” kategorisini oluşturur. Zira insan gerçekliği, erkek ve kadın olarak iki farklı ama birbirini tamamlayan boyutta yaratılmış olup, din ve dünya hayatı bu iki boyutu birlikte düşünmeksizin anlaşılamaz. Dolayısıyla eş, insan için bir var olma ve düşünme tarzıdır. Kadın veya erkeğin kendine eş seçimi ise, ruhunun derinliklerinde var olan bu düşünme tarzının pratiğe dökülerek görünür kılınmasıdır.
“Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin”(3) hitabından da anlaşıldığı üzere, “eş olmak”, insanın daha dünya hayatına adım atmadan önce edindiği bir roldür.(4) O günden kıyamete kadar uzanan bir süreçte, “kendisiyle huzur bulması için”(5) yaratılan eşiyle yeryüzü sınavını paylaşacak, dahası öte âlemde de eşiyle birlikte ya “gölgeliklerdeki tahtlarda” mükâfatlandırılacak(6) ya da “cehennemde”ceza görecektir.(7) Dolayısıyla “eşe sahip olmak” ya da bir başkasına “eşlik etmek”, insanın vazgeçilmezlerinden olup, böyle bir sıfatla edindiği konum, sağladığı kazanım ve üstlendiği sorumluluk onu tüm varlıklardan ayrıcalıklı kılacak kadar değerlidir.
Tarihsel olarak bakıldığında, eşin, “birinin kontrol ettiği bir başkası” anlamına dönüştüğü görülmektedir. Buradaki en büyük tehlike, çoğunlukla erkeğin bazen de kadının kontrolünde süren, tek elden yürütülen yani “doğrusal” bir ilişkinin varlığıdır.
İnsanlık ortak paydasında böyle bir ayrıcalık müşterek görülse de, Hz. Âdem’le başlayan beşeriyet tarihinde, eş kelimesinin döneme, inanca ve kültüre dayalı olarak değişkenlik gösterdiği yadsınamaz bir gerçektir. İnsanın eş olarak üstlendikleri, eşinden bekledikleri ve eşiyle algıladıkları, içinde yaşadığı toplumun kabulleriyle doğrudan ilgilidir. Dolayısıyla eş kelimesi, kimi zaman anlam kaybına uğrayan, kimi zaman da yeni anlamlar kazanan, hatta anlam kayması yaşayan tarihsel bir nitelik taşımaktadır. Bu bağlamda eşe dair düşünürken ve eş olmaya dair örnek seçerken, değişmez fıtrî benzerliklerin yanı sıra, zaman ve mekân olgusuna dayalı değişkenlikleri göz ardı etmemek gereklidir.
Bu noktada “Hz. Peygamber’in eşlerine karşı tutumlarının bugün bizler için ne anlam ifade edebileceği ve bu anlamın günümüzdeki ‘eş’ kavramına ne tür bir boyut kazandırabileceği” sorusu zihne takılmaktadır. Bu soruyu cevaplandırırken, Hz. Peygamber’in eşleri ile yaşadığı birlikteliğin her anını örnek olarak sunmak mı, yoksa bu birlikteliği mümkün kılan temel mantığı keşfetmek mi önceliklidir? Bir başka değişle, Hz. Peygamber’in eşliğini örnek edinmek isteyen bir kimsenin, onun sergilediği davranış modellerini taklit etmekle yetinmesi yeterli midir? Yoksa bu davranışları şekillendiren zihniyet kalıplarını mı benimsemelidir?
Elbette sürekli değişebilen şartlar içinde Hz. Peygamber’in yaşam felsefesine uygun hareket edebilmeyi başarmak, ancak onun zihin dünyasını tanımakla mümkün olacaktır. Zira bizler onun tutum ve davranışlarının anlamını, ancak bu tutum ve davranışlara yön veren, onları farklı zaman ve mekânlar içinde yeniden tatbik edilebilir kılan zihniyeti kavradığımızda fark edebilmekteyiz. Şu halde, böyle bir başlıkta konuşurken, Hz. Peygamber’in eşlerine karşı merhamet, sevgi ve nezaket gösterdiğine dair sonucu tasvir eden örnekleri tekrarlamaktan ziyade, bunun altında gizlenen mantaliteyi irdelemek anlamlı olacaktır.
Hz. Peygamber’in “Dikkat edin! Sizin hanımlarınız üzerinde hakkınız olduğu gibi, hanımlarınızın da sizin üzerinizde hakkı vardır.” buyurması, her iki eşe birbirini hatırlatması bakımından dikkat çekicidir.
Hz. Peygamber, bir eş ile hayatı paylaşmanın gereğine inanmış, bunu uygulamış ve kendisini örnek göstermek suretiyle insanları evliliğe teşvik etmiştir.(8) İyi huylu bir eşin, dünyada elde edilebilecek en değerli hazine olduğunu söylerken,(9) tek yaşamaya ve ömür boyu yalnız kalmaya kararlı olmak anlamına gelen ruhbanlığı onaylamamıştır.(10) Ancak eşine iyi davrananların iyi birer Müslüman olabileceğini belirtmiş,(11) eşine karşı şiddet uygulayan kimseler için “Onlar sizin hayırlılarınız değildir!”(12) buyurmuştur.
Kur’an’ın, eşleri tanımlarken “Onlar size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz”(13) dediği gibi, Hz. Peygamber de eş olmanın tamamlayıcı, bütünleyici ve destekleyici yönünü ön plana çıkarır. Aslında bu, Hz. Peygamber’in eş konusunda en güçlü vurgusudur. İki eşin birbirine indirgenemeyen, birbirinde erimeyen ama birbirinden ayrı da düşmeyen birer varlık dünyasına sahip olduğunu kabul eden bir yaklaşımla, “Kadınlar, erkeklerle birlikte bir bütünü tamamlayan diğer yarıdır.”(14) buyurur. İnsan olma ortak paydasında eşleri bütünlüğe taşıyan böyle bir yaklaşım, “zevc” kelimesinin “birbirini tamamlayan ve birisinin varlığı diğerinin anlaşılmasına yardımcı olan iki varlıktan her biri”(15) şeklindeki anlamıyla da birebir örtüşmektedir.
Tarihsel olarak bakıldığında, eşin, “birinin kontrol ettiği bir başkası” anlamına dönüştüğü görülmektedir. Buradaki en büyük tehlike, çoğunlukla erkeğin bazen de kadının kontrolünde süren, tek elden yürütülen yani “doğrusal” bir ilişkinin varlığıdır. Oysa “eş” kelimesinin bizzat kendisi, taraflardan birini başkalaştırmaya, ötelemeye ve etkisizleştirmeye izin vermeyecek şekilde “iki uçlu”dur. Dolayısıyla eşler arasındaki ilişki “döngüsel” ve bütünleyici olmalıdır. Bu da ancak her iki eşin de “insan” olarak muhatabının varlığına saygı duyması ve onun gerçekliğini kabul etmesi ile mümkündür. İşte Hz. Peygamber, eşlerinin bizatihi fıtratlarında taşıdıkları bu değeri benimsemiş ve onların gerçekliği ile çelişmemiştir. Eşlerini kendilerine özgü halleri ile kabullenmiş ve ilişkisini buna göre şekillendirmiştir.
Hz. Peygamber’in eşi tanımlarken “emanet” kavramını kullanması ise, birbirini tüketmeyen ve örselemeyen bir ilişkiyi çağrıştırmaktadır. Kanaatimizce bu ifade, kadın olsun erkek olsun, eşini “sahiplenme” duygusunu, ona “sahip olma” ve dolayısıyla da üzerinde her türlü tasarruf yetkisine haiz olma ile karıştıran bir zihniyeti yeniden düşünmeyi gerektirmektedir.
Bu noktadan bakıldığında, söz gelimi, Hz. Peygamber’in hanımlarına karşı anlayışlı ve sabırlı halini anlamlandırmak çok daha kolay olacaktır. O, bir başka eşinin yemek göndermesini kıskanarak tabağa elinin tersiyle vurup kırılmasına sebep olan Hz. Âişe’nin bu davranışı karşısında, insan olmanın gereği olan bu hissi yadırgamamakta; eğilip kırılan parçaları toplama nezaketi gösterirken etrafındakilere de “Anneniz kıskandı!” şeklinde açıklama yapmaktadır.(16) Bir defasında, gece kalkarak Bakî kabristanına gittiğinde, bir başka eşine gittiğini sanarak kendisini takip eden ve koşturmaktan soluk soluğa kalan Hz. Âişe’ye “Allah ve Rasûlünün sana haksızlık edeceğini mi sandın?” diyerek güvence vermektedir.(17) Eşlerinin olumsuz da olsa duygularını açığa vurabilecekleri bir iletişim tarzı geliştiren Hz. Peygamber, hoşnut olduğunda ‘Muhammed’in Rabbine yemin ederim ki’ diye söze başlayan ama dargın olduğunda ‘İbrahim’in Rabbine yemin ederim ki’ demeyi tercih eden Hz. Âişe’nin bu halini rahatsız olmadan dile getirebilmektedir.(18)
Hz. Peygamber, farklı nitelikler taşıyan birden çok hanıma eş olmuştur. Her birini kendine has varlığı ile kabullenmiş, eşlerinin alışkanlıkları ve karakterleri ile barışık bir hayat sürmüştür. Söz gelimi, Hz. Âişe’nin değimiyle “babasının kızı” olan(19) Hz. Hafsa’nın celâlli hali karşısında, kimi zaman sadece gücenmeyi seçmiş ama onu susturmamıştır.(20) Deri yüzmek ve tabaklamak gibi ağır bir işi severek yapan Hz. Sevde’nin bu isteğine olumlu cevap vermiştir.(21) Peygamberin diğer hanımları tarafından kendisine “Yahudi kızı” şeklinde hitap edilmesinden incinen Hz. Safiye’ye, “Sen bir peygamberin kızısın. Amcan da peygamberdi ve şu anda da bir peygamberin nikâhı altındasın. Hangi konuda sana karşı övünüyorlar?” buyurarak bu gerçekliği kabullenmeyi öğretmesi ise, son derece etkileyicidir.
Hz. Peygamber’in eşleri ile ilişkisini belirleyen temel argüman, onların varlığına saygı duyan, kimliklerini tanıyan ve kişilikleri ile barışık hareket eden zihniyetidir. O, birbirini üreten ve besleyen döngüsel bir birlikteliğin mükemmel örneği olarak, tek tarafın “eş sahibi” olduğu değil, iki tarafın da “eş” olduğu bir ilişki tarzını öğretmiştir.
Eşlerin sosyal alanda birbirlerini en uygun biçimlerde temsil etmeleri, karşılıklı hata ve eksiklerini bir giysi gibi bürüyüp kollamaları, doğrudan eş kelimesinin işaret ettiği “denge”yi gerçekleştirmeleri anlamına gelir. Tarih boyunca bir tarafın lehine bozulduğunu gördüğümüz bu denge, Peygamber ailesi içinde yeniden kurulmaya çalışılmıştır. Nitekim Hz. Peygamber’in “Dikkat edin! Sizin hanımlarınız üzerinde hakkınız olduğu gibi, hanımlarınızın da sizin üzerinizde hakkı vardır.”(22) buyurması, her iki eşe birbirini hatırlatması bakımından dikkat çekicidir. Öyle ki, Hz. Peygamber, kendisine gelerek eşlerine nasıl davranmaları gerektiğini soranlara; “Yediklerinizden onlara da yediriniz, giydiklerinizden onlara da giydiriniz, onları dövmeyiniz ve kötülemeyiniz.”(23) şeklinde cevap vererek, yeme-içme gibi basit günlük ihtiyaçların karşılanmasında bile bu dengeye riayeti öngörmüştür.
Hz. Peygamber’in eşi tanımlarken “emanet” kavramını kullanması ise,(24) birbirini tüketmeyen ve örselemeyen bir ilişkiyi çağrıştırmaktadır. Kanaatimizce bu ifade, kadın olsun erkek olsun, eşini “sahiplenme” duygusunu, ona “sahip olma” ve dolayısıyla da üzerinde her türlü tasarruf yetkisine haiz olma ile karıştıran bir zihniyeti yeniden düşünmeyi gerektirmektedir. Nitekim Hz. Peygamber’in eşlerine karşı davranış tarzı, onlara ancak bir emanete gösterilecek kadar itinalı ve zarif yaklaştığını açıkça ortaya koymaktadır. Eşlerine karşı kesinlikle kaba kuvvete başvurmayan Hz. Peygamber,(25)namaz kılarken önünde uzanmış yatan Hz. Âişe’yi uyandırmayıp, sadece secdeye varacağında hafifçe dokunarak ayaklarını toplamasını sağlayacak kadar(26) müşfiktir. Âdetli iken eşini yalnız bırakmayacak kadar(27) sağduyulu, üzülüp ağladığında teselli edecek kadar(28) dosttur. Vefatından sonra bile Hz. Hatice’yi sık sık anarak, onun arkadaşlarına ikramda bulunacak hatta sesine benzer bir ses duyduğunda heyecanlanıp duygulanacak kadar(29) vefakârdır. Eşlerinin meziyetlerini dile getirmekten, onları takdir ve methetmekten geri durmayacak kadar(30) nezaket sahibi, aralarında ayrım yapmayarak yolculuğa çıkarken bile yol arkadaşını kura ile belirleyecek kadar(31) âdildir.
Eş kelimesinin, “birbiri ile uyum içinde olan ve beraber davranış geliştiren” anlamlarını da barındırmasının(32) en güzel örneklerini yine Hz. Peygamber’in hayatında görmek mümkündür. Bayram eğlencelerini izlerken de,(33) savaşın sıkıntısına katlanırken de(34) eşini yanından ayırmayan Hz. Peygamber, Hudeybiye gibi zor bir günde ne yapacağını bilemezken, Ümmü Seleme’ye danışmış ve onun fikrini uygulayarak gerginliği sona erdirmiştir.(35) Zira eş olmak, hayatı birlikte görmek ve iyisiyle kötüsüyle resmi birlikte tamamlamak demektir.
Sonuç
İnsanın eşi ile yaratılmasıyla, dahası sadece insanın değil bütün yeryüzü canlılarının eşli var edilmesiyle belki de öncelikle Ferd, Ahad ve Samed olan Yüce Yaratıcı’nın “eşsizliğine” dikkat çekilmek istenmektedir. Biriyle bütünleşmeye, tamamlanmaya ve birlikte hareket etmeye ihtiyacı olmayan Allah, insanoğluna eşini göstererek, benzersiz olmadığını ve desteksiz ayakta kalamayacağını hatırlatır gibidir.
İnsan, salt fiziksel olarak hayatı paylaşmanın çok ötesinde, “hayatı anlamlandırma” yani kendine özgü duygusal ve kültürel bir dünya oluşturma çabası içinde eşi tanımlar, eşe ihtiyaç duyar ve eşini seçer. Bu yönüyle eş, insan dünyasını oluşturan en temel yapı taşlarından biridir. Zira insanın dünyası, ancak kadın ve erkek tarafından birlikte oluşturulabilir. Dolayısıyla iki insan birbirine gerçek anlamda “eş” olacaksa, birbirine indirgenemeyen iki farklı ama birbirini tamamlayan hakikati temsil ettiklerini unutmamalıdır.
Eş kelimesinin anlamlarını, “bütünlük” imgesi yönetir. Eş, bir bütünün ortaya çıkmasına hizmet eden ve bu hizmetine göre anlam kazanan bir kavramdır. Hz. Peygamber’in eşleri ile ilişkisini belirleyen temel argüman, onların varlığına saygı duyan, kimliklerini tanıyan ve kişilikleri ile barışık hareket eden zihniyetidir. O, birbirini üreten ve besleyen döngüsel bir birlikteliğin mükemmel örneği olarak, tek tarafın “eş sahibi” olduğu değil, iki tarafın da “eş” olduğu bir ilişki tarzını öğretmiştir.
Hz. Peygamber, ilk gününde eşi Hz. Hatice’nin desteği ile başladığı(36) nübüvvet görevi sona erdiğinde, bir diğer eşi Hz. Âişe’nin dizlerinde hayata gözlerini kapatmıştır.(37) Onun eşlerini tanımlarken kullandığı tek bir kelime bile, zihninde onlar için ayırdığı yeri göstermeye yetecek değerdedir. Veda haccı için yol alırlarken, güzel sesiyle şiirler okuyan ve Hz. Peygamber’in eşlerini taşıyan develerin hızlanmasına, dolayısıyla da hanımların tedirgin olmasına sebep olan Enceşe isimli köleye şöyle seslenmişti Allah’ın Rasûlü: “Enceşe, aman kristalleri kırma! Dikkatli taşı!”(38)
(Bu yazı 14 Nisan 2009’da Balıkesir’de düzenlenen Kutlu Doğum Haftası Açılış Programı’nda tebliğ olarak sunulmuştur.)
Kaynaklar
Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, I-VI, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1981.
el-Buhârî, Muhammed b. İsmail, el-Câmiu’s-Sahîh, (Mevsûatü’l-Hadîs eş-Şerîf içinde), Haz. Sâlih b. Abdülazîz, Dâru’s-Selâm, Arabistan, 2000.
ed-Dârimî, Abdullah b. Abdurrahmân, es-Sünen, I-II, thk. ve thr. Fevvâz Ahmed Zümerlî-Hâlid es-Seb’ el-Alîmî, Dâru’l-Kütübi’l-Arabî, Beyrut, 1987
Ebû Dâvûd, Süleymân b. Eş’as es-Sicistânî, es-Sünen, I-IV, Haz. Muhammed Muhyiddîn Abdülhamîd, el-Mektebetü’l-İslâmî, İstanbul trs.
el-Feyyûmî, Ahmed b. Muhammed b. Ali, el-Misbâhu’l-Münîr fî Garîbi’ş-Şerhi’l-Kebîr, I-II, el-Mektebeü’l-İlmiyye, Beyrut, trs.
İbn Fâris, Mu’cemü Mekâyîsi’l-Lüga, I-VI, (thk. Abdüsselâm Muhammed Hârûn), Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1979.
İbn Mâce, Ebû Abdullah Muhammed b. Yezîd, es-Sünen, I-II, Thk. Muhammed Fuâd Abdülbâkî, Dâru’l-Hadîs, Kahire, 1994.
İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, I-LV, 1886, (thk. Abdullah Ali el-Kebîr ve diğerleri) Dâru’l-Meârif, trs.
Müslim, İbnü’l-Haccâc el-Kuşeyrî, el-Câmiu’s-Sahîh, (Mevsûatü’l-Hadîs eş-Şerîf içinde), Haz. Sâlih b. Abdülazîz, Dâru’s-Selâm, Arabistan, 2000.
Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân, (thk. Muhammed Seyyid el-Keylânî), Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, trs.
et-Tirmizî, Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ, el-Câmiu’s-Sahîh, I-V, Thk. Ahmed Muhammed Şâkir, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1987.
(1)Necm, 53/45.
(2)Zâriyât, 51/49.
(3)Bakara, 2/35.
(4)Tâhâ, 20/117.
(5)A’râf, 7/189; Rûm 30/21.
(6)Yâsîn, 36/56; Zuhruf, 43/70.
(7)Sâffât, 37/22-24.
(8) Buhârî, Nikâh, 1; Müslim, Nikâh, 5.
(9)Ebû Dâvûd, Zekât, 32; Müslim, Radâ, 64.
(10) Tirmizî, Nikâh, 2; Dârimî, Nikâh, 3.
(11)Tirmizî, Radâ, 11; İbn Mâce, Nikâh, 50.
(12)Ebû Dâvûd, Nikâh, 41,
(13)Bakara, 2/187.
(14)Ebû Dâvûd, Tahâret, 94.
(15)el-Feyyûmî, el-Misbâhu’l-Münîr, I/259.
(16)Buhârî, Nikâh, 108.
(17)Müslim, Cenâiz, 103.
(18)Buhârî, Nikah, 109; Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 80.
(19)Tirmizî, Savm, 36.
(20)Buhârî, Libâs, 31; Müslim, Talâk, 34.
(21) İbn Hanbel, I/327.
(22)Tirmizî, Radâ, 11.
(23)Ebû Dâvûd, Nikâh, 40, 41.
(24)Müslim, Hac, 147; Ebû Dâvûd, Menâsik, 56.
(25)Müslim, Fedâil, 79.
(26)İbn Hanbel, VI, 148
(27) Buhârî, Hayız, 3, 4; Müslim, Hayız, 15.
(28)Buhârî, Hayız, 1; Müslim, Hac, 119.
(29)Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr, 20; Müslim, Fedâilü’s Sahâbe, 74, 76.
(30)Buhârî, Ehâdîsü’l-Enbiyâ, 45, Zekât, 11; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 71, 89.
(31) Buhârî, Hibe, 15, Şehâdât, 30.
(32)Râgıb İsfahânî, el-Müfredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân, s. 216.
(33)Buhârî, Salât, 69; Müslim, Salâtü’l-Îdeyn, 18.
(34)Buhârî, Cihâd, 65.
(35)Buhârî, Şurût, 15.
(36)Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 1.
(37)Müslim, Vasıyye, 19.
(38)Buhârî, Edeb, 111; Müslim, Fedâil, 73.