Herkes haklı bir kendisi haksız
İnsan, insana bakarak öğrenir nasıl yaşanacağını ve nasıl davranacağını. Her aile, örnekler demetidir olumlu ya da olumsuz. Her birey hem öğretmen hem de öğrencidir ömür boyu. Küçük yaşta gözlerinin için bakan ve ne derse inanmaya hazır çocuklarımıza, sen beni memnun edecek kadar iyi değilsin ve iyi olamazsın mesajı verirken, niyetimiz kendisiyle savaşan bir insan üretmek değildi. Aslında yaptıklarımızın neye hizmet edeceğini hiç bilmedik. Kafamızdakilere hizmet eder sandık ve bize göre olanlarla çizdik çocuğun yol haritasını. Onun için ne anlamı var diye düşünmeden, eleştiri okları ile delik deşik ettik, aşağılama yağmurları ile sele verdik sevgi güneşi görmesi gereken yetenek ve insanlık tohumlarını. Bu çocuklar, dik duramaz halde çıktılar topluma. Kendilerini değerli hissetmeye ihtiyaçları vardı. Zihinlerinde his susmayan aşağılayan ve beğenmeyen sözler, adeta önünü kesiyor ve gideceği yollara barikat kuruyordu. Kendisi iyiydi aslında, annesi babası inanmasa da iyi şeyler de becerebilirdi eğer fırsat verilse idi. Bunu bilmek karşılarındakileri inandırmaya yetmiyordu. Kendi haklılığına inanma ihtiyacı arttıkça, başkalarının eleştirilerine cevap karşılıklar üretti zihin. Ayakta duramıyordu içindeki kendisi, bunun için kendisinin de güçlü olması gerekiyordu ve bu gücü vermeselerde alması gerekiyordu. Böyle inanmaya başlamıştı. Kendisine inanmayan herkesten alacağı vardı.
Kendisini savunmak için, malzeme arayışı, açıklarından oluşuyordu insanların. Onlara karşı hep tetikte ve uyanık olmalı, kendini ezdirmemeliydi. Aslında kendisi bu işi çok güzel yapıyordu fakat kimse kendisine inanmadığı için artık kendisi de kendisine inanmıyordu. Kendisini sevmiyor ve beğenmiyordu. Kendisini başka seven de yoktu ki. Herkes adeta onun sıkıntı çekmesi için elbirliği ve işbirliği etmiş gibiydi.
Kendisine inanmayan, güvenmeyen, yetersiz ve değersiz gören birisi, bunu değiştirmek için tek seçenek olarak kendini ayakta tutabilmek için başkalarından üstün olduğunu ve haklı olduğunu ispat etmeliydi. Fakat içinde yenilenin dışarıda galip gelmesi mümkün müydü? Ne yaptıysa eleştirdi, beğenmedi. Kendisini lüzümsuz ve anlamsız görüyordu. Bu durumdayken zihin sadece kendisinin ne olacağını düşünüyor ve olması gerektiği şekil için kendisine fırsat tanımıyordu. Çünkü kendisiyle savaş halindeydi ve bu kendisi dışındaki herkese de yansıyordu.
Ramazan gelmiş, kurban gelmiş fakat kendisini sevmeyen ve anlamlı bulmayan birisi ne yapacak, Allah belkide onu sevmiyordu, duası kabul olur muydu hiç böylelerinin. Ona böyle düşünceler eşlik ediyordu artık. Gelişme kelimesini zihin hatırlamayalı çok oldu, mutluluk mu, o da ne? Daha henüz tanışmamıştı. Bir savaşı bitseydi kendisiyle, bir kere eller gibi mutlu olsaydı, o da neler yapardı neler. Şimdi ise, herkesten uzaklaşan, kimse ile geçinemeyen, hep kendi haklılığından dem vuran ve kimseyi dinlemeye yanaşmayan birisi olup çıktı.
Bu eseri, anne ile baba Allah’ın verdiği cevherden oluşturdular. Yakınları da boş durmadı, onlarda yardımcı oldular bu bozuk yapının şekil almasında. Savaşan insanın her cephesi ve her saldırısı kan kaybetmek demektir ki insanı zayıflatır. Zayıf insan, başkalarının zayıflamasına da sebep olur. Duaları kendisinin güçlü çıkması içindir bu savaştan. Herkes haklı bir kendisi haksızdır, bu böyledir. Bunun için el açar ve beni anlasınlar der sürekli. Fakat kendisinin de başkalarını anlamaya yanaşmadığını bir türlü farkedemez. İşte ömür denen o nadide cevher, heba olur böyle acemi yaşayan insanların ellerinde. Üretken ve aktif bir zihinle dünyaya şekil verecek kapasitede doğan insanoğlu, nasıl anne baba olacağını bilemeyenlerin elinde kendini ve çevresindekileri tüketen bir savaşçıya dönüşüverir. Her dua ve çaba, kendini aklamak ve bu sancıyı dindirmek içindir. Başkaları ancak kendisini onayladıkları sürece vardır ve anlamlıdır. Değilse onlarda yoklar halkasına karışır gider.
Savaş; normal dışı bir süreçtir ve her fert çok şey kaybeder. Savaş ilerletmez geriletir. Helede bu kişinin içindeki savaşıysa, hayalleri ve yetenekleri gün yüzü görmeden baltalanmış demektir. Her anne baba, kendisine ve yeteneklerine inanıp güvenen ve bir şeylere başlama ve sürdürme hevesi olan çocuklar yetiştirmeyi hedeflemeliler. Kendisini sevmeyen ve inanmayan insan, duasını ve ibadetini bile tam yapamaz. Gurur ve kibir daha farklı bahisler olduğu için konu dışında tutuyorum. Kendinin Allah’ın yaratmasından kaynaklanan değeri olduğunun ve herkesinde bu değeri taşıdığının farkında olmayanların saplandığı bataklıktır gurur ve kibir.
İnsanın hayatı sevmesi, insanları sevmesi, dünyada olmaktan memnun ve mutlu olması, yaptığı işi severek yapması, birbirlerini takip eden süreçlerdir. Biri diğerine zemin hazırlar. Anne baba adını verdiğimiz sanatçılar sanatı değilde savaşı seçerlerse(ekilen tohumun bitmesi Allah’ın kanunları gereğidir), savaşan çocuklar yetişecek ve her sahada savaşçı gibi davranıp muhatabını da karşı kutup gibi göreceklerdir. Bunu düzeltmenin yolu ise, bilgiyi ve erdemi hayatın vazgeçilmezi gören ve çocuklarının öğretmeni olduklarının farkında olan anne babaların varlığıdır diye düşünüyorum.
Kendisiyle barışık ve üretken bir zihin, kişinin kendisi, ailesi, yakın çevresi ve toplum için bir değerdir ve her çocuk bu değeri taşımaktadır. Bu değeri her çocukta açığa çıkaracak ebeveynlerin varlığı için dualarımla efendim.
[toggle title=”Yazar Hakkında” state=”open” ]Saliha Erdim / salihaerdim@gmail.com[/toggle]