Hasan el-Benna kimdir ?
14 Ekim 1906 tarihinde Mısır’ın Buhayre vilâyetine bağlı Mahmûdiye kasabasında doğdu. Babası, el-Fetḥu’r-rabbânî li-tertîbi Müsnedi’l-İmâm Aḥmed b. Ḥanbel eş-Şeybânî adlı eserin müellifi olan ve geçimini saatçilikle sağladığı için Sââtî lakabıyla tanınan Ahmed b. Abdurrahman el-Bennâ’dır. İlk öğrenimini babasından gören Hasan, sekiz yaşında Mahmûdiye’deki klasik eğitim veren Medresetü’r-reşâdi’d-dîniyye’ye girdi. Burada Kur’ân-ı Kerîm’in bir kısmını ezberleyip nahiv ve biraz da Arap edebiyatı okudu. Medresenin yöneticisi Şeyh Muhammed Zehrân’ın onun üzerinde derin izler bıraktığı anlaşılmaktadır. Nitekim bu zatın ayrılmasından sonra modern eğitim veren el-Medresetü’l-i‘dâdiyye’ye kaydoldu; bir yandan da hıfzını tamamlamaya çalıştı. Mısır yönetiminin idâdîleri kapatması üzerine Buhayre’nin merkezi Demenhûr’daki ilköğretmen okuluna geçti. Bu arada, henüz idâdîde iken girdiği Cem‘iyyetü’l-ahlâkı’l-edebiyye ve Cem‘iyyetü men‘i’l-muharremât gibi kuruluşlarda görev aldı ve mânevî yapısında derin etkiler bırakan Hassâfiyye tarikatı şeyhi Abdülvehhâb el-Hassâfî’ye intisap etti. Böylece sünneti esas alan dinamik bir davet anlayışına sahip mutasavvıflarla ilişkilerini derinleştirdi; daha sonra da Mahmûdiye’de Cem‘iyyetü’l-Hassâfiyye el-Hayriyye ile eş-Şübbânü’l-müslimîn’in kurulmasına ön ayak oldu.
Demenhûr’daki ilköğretim okulunu bitirdikten sonra Kahire’ye giden Hasan el-Bennâ, Mayıs 1927’de “Küçük Ezher” de denilen Dârülulûm’a kaydoldu. Öğrenciliği sırasında bir yandan dersleri ve diğer ilmî faaliyetleriyle kendisini yetiştirmeye çalışırken bir yandan da ailesiyle birlikte Kahire’ye göçen babasına saat tamirciliğinde yardım etti. Bu sıralarda İngiliz emperyalizminin Mısır’ı maddî-mânevî bakımdan çöküntüye uğrattığını görerek bu durum karşısında bir şeyler yapmak için dönemin tanınmış âlimleriyle temasa geçti ve ısrarlı çabalarının sonucunda Ezher şeyhlerinden Muhammed Sa‘d ile, aralarında Yûsuf ed-Dicvî, Abdülazîz Çâvîş ve Muhammed Reşîd Rızâ’nın da bulunduğu birçok âlimi bir araya getirmeyi başardı. Dârülulûm’daki öğrenciliği boyunca faaliyetlerini sürdürdü ve bu arada camilerde, kahvehanelerde toplantılar düzenleyerek bazı âlimlerin buralarda konferans vermesini sağladı; kendisi de çok sayıda konuşma yaptı. Mezun olduktan sonra tahsil için yurt dışına gitmeyi planladıysa da bu uygulamanın kaldırılması sebebiyle öğretmenlik yapmaya karar verdi; ancak beklediğinin aksine Kahire’ye değil İsmâiliye’ye tayin edildi. Mahmûdiye ve Demenhûr’dan sonra Kahire’de geçirdiği yıllar, Hasan el-Bennâ’ya Mısır toplumunun ve İslâm dünyasının içine düştüğü durum hususunda belli bir hükme varma imkânı kazandırmıştır.
Hasan el-Bennâ İsmâiliye’de de davet çabalarından vazgeçmedi; bir yıl boyunca yine camilerde, kahvehanelerde konuşmalar yaptı ve çok sayıda insanın etrafına toplanmasını sağladı. Nihayet Mart 1928’de evinde buluşan bir grup insanla İslâm davası için yaşamaya ve ölmeye yemin ederek İhvân-ı Müslimîn teşkilâtının temellerini attı. 1932 yılına kadar İsmâiliye’de sürdürülen İslâm daveti çalışmaları âlimler, tarikat şeyhleri ve bazı cemiyetler başta olmak üzere halkın çeşitli kesimlerine ulaştırıldı. Bu dört yıllık dönem, İhvân-ı Müslimîn hareketinin gelecekte aşacağı merhaleler bakımından çok etkili olmuş ve bu arada Kahire’de faaliyet gösteren Cem‘iyyetü’t-tehzîbi’l-İslâmî adlı bir gençlik teşkilâtı da fikir ve çalışmalarından etkilendiği İhvân-ı Müslimîn’e katılmıştır.
1932 yılında Kahire’yi ziyaret eden Hasan el-Bennâ İhvân-ı Müslimîn’le ilgili büyük gelişmelere tanık oldu ve sonuçta teşkilâtın genel merkezi Kahire’ye taşındı. Böylece İsmâiliye’de evlendiği eşi ve çocuklarıyla Kahire’ye dönen Hasan el-Bennâ, burada yine öğretmenliğin yanı sıra vaktinin çoğunu İhvân-ı Müslimîn’in faaliyetlerine hasretti. Henüz bir yıl geçmeden kuruluşu Kahire’de hızla teşkilâtlandırdı; erkek ve kız çocuklarının eğitimi için teşkilât bünyesinde okulların açılmasına, İsmâiliye’de bir mescid ve bir merkezin hizmete sokulmasına ön ayak oldu. Aynı yoğun faaliyet çerçevesinde Şebrâhit’te bir lokal ve bir fabrika, Mahmûdiye’de bir tekstil ve bir halı fabrikası ile tefsir ve hadis eğitimi yapan bir medrese kurularak gençlere okuma ve çalışma imkânları sağlandı. İhvân-ı Müslimîn’in Hasan el-Bennâ tarafından çizilen ve yönlendirilen faaliyet programları dinî, sosyal, kültürel, ekonomik ve sportif alanlarda etkili olmuş, teşkilât camiası Mısır halkı için dengeli ve âdil bir toplum örneği meydana getirmek istemiştir.
II. Dünya Savaşı sırasında gelen hükümetler İngilizler’in istekleri doğrultusunda İhvân-ı Müslimîn’e baskı yapmaya başladılar ve Hasan el-Bennâ ile önde gelen arkadaşlarını birçok defa tutuklattılar. 8 Ekim 1945’te yapılan genel kurul toplantısında yeniden ve ömür boyu başkan seçilen Hasan el-Bennâ’nın Mısır’daki sömürge uygulamasından kurtulmak için İngiltere’ye karşı cihad ilân etmesi, Nukraşî hükümetinin İhvân-ı Müslimîn üzerindeki baskılarını arttırmasına yol açtı. Ancak İhvân-ı Müslimîn bu baskılar karşısında yılmadı; hatta Filistin meselesiyle de ilgilenmeye başladı. 12 Aralık 1947 tarihinde Hasan el-Bennâ’nın önderlik ettiği kalabalık bir gösterici grubu Ezher’den başlayan bir protesto yürüyüşü düzenledi; 6 Mayıs 1948’de de İhvân-ı Müslimîn kurucular heyeti, Mısır ve öteki Arap ülkelerinden yahudilere karşı cihad ilân etmelerini istedi. Hasan el-Bennâ, çatışmalarda yer almak üzere çok sayıda taraftarını Filistin’e gönderince Nukraşî hükümeti teşkilâtı yasa dışı ilân etti; 12 Ocak 1949’da da tamamen kapattı. Bunun üzerine Hasan el-Bennâ, kurucu üyeleri arasında bulunduğu Şübbânü’l-müslimîn’de faaliyet göstermeye başladı; ancak 12 Şubat 1949 Pazartesi akşamı bu teşkilâtın merkezinden evine dönerken otomobiline açılan yaylım ateşi sonucu ağır yaralandı ve kaldırıldığı hastahanede öldü. Hükümet bu suikasttaki muhtemel rolünü örtbas etmek amacıyla basın organlarına sıkı bir sansür uygulamış, fakat 1952 yılında yeniden başlatılan soruşturma ve yargılama sonucunda gizli polis teşkilâtının üç mensubu suçlu bulunarak tetiği çeken kişi ömür boyu hapse mahkûm edilmiştir.
Hasan el-Bennâ’nın eğitim kurumlarından 1928’e kadar edindiği birikim, Mısır toplumunun geçirmekte olduğu fikrî ve mânevî buhrana dair gözlemleriyle birlikte, onun fikirlerini bir ıslah programı çerçevesinde billûrlaştırmasını sağlamaya yetmiştir. Hasan el-Bennâ, Mısır’ın yoksulluk ve zayıflığının başlıca sebebinin İslâm’a bağlılığın gevşemesi ve Batı taklitçiliği olduğunu, özellikle Mısır yöneticilerinin aldıkları Batı eğitiminin sonucunda İslâm’dan uzaklaştıklarını; kendi din, tarih ve medeniyetleri hakkında câhil kalan bu insanların toplumu da bir kimlik buhranına sürüklediklerini ileri sürerek Batı’nın sosyal ve kültürel emperyalizmi yüzünden dinin etkinliğinin azaldığını ve ülkenin tek kurtuluş çaresinin İslâm’ın temel değerlerine dönmek olduğunu söyler. Bu ana düşünceden hareket eden Hasan el-Bennâ, fikrî çabalarının merkezine İslâmiyet’i gerçek yönüyle kitlelere tanıtma amacını yerleştirmiş ve sık sık İslâm’ın, hayatın bütün yönlerini içine alan kapsayıcı bir dünya görüşü olduğunu vurgulamıştır. Onun, İslâm’ın aslî öğretilerini ortaya koyma çabasında şu üç ilkeyi esas aldığı görülür: a) Selefî bir tavırla İslâm’ın bağlayıcı kaynağının Kur’an ve sahih hadisler olduğunu belirtmek ve dolayısıyla İslâm’a tarih içinde sokulmuş yanlış yorum, bid‘at ve hurafelere karşı müslümanları bilinçlendirmek. b) Böyle bir saflaştırma fikrini, gerçek İslâm’ın modern hayatın ihtiyaçlarına cevap verebileceği fikriyle birleştirmek. c) Bunun mümkün olduğunu göstermek için de toplumun her seviyesinde ve tam bir dayanışma ruhu içerisinde İslâmî esasları hayata geçirecek şekilde teşkilâtlanmak. Bu üç boyut, onun fikrî serüveninde daima çeşitli sorgulamaları gündeme getirmiş, bu sorgulamaların yöneldiği konuların başında da halk arasında yaygın şekilde mevcut olan cincilik, büyücülük ve falcılık gibi hurafeler, Mısır toplumunun mânevî yapısını derinden etkilemiş olan tasavvuf ve tarikatlar, yaygın ve sakat ilim anlayışları ve Batılılaşmış zümreyi etkileyen modern ideolojiler gelmiştir.
Müslümanların düşüncesine ve hayatına giren hurafelerle etkili bir mücadele verilmesi gerektiğine inanan Hasan el-Bennâ, tasavvuf konusunda Mısır gerçeğini de dikkate alarak bir orta yol takip etmiştir. Ona göre velî ve sâlih kişileri anmak, onların güzel amellerini anlatmak insanı Allah’a yaklaştırır. İslâm’ın esaslarına uygun olmak şartıyla evliyanın gösterdiği kerametler haktır ve dince sabittir. Ancak şuna kesin olarak inanmak zorunluluğu vardır ki velîler ilâhî yetkilere sahip değildirler ve kimseye yardım edemez, fayda sağlayamaz ve zarar veremezler; bu güç sadece Allah’a aittir. Kabir ziyareti meşrû ve sünnettir; ancak kabirde yatandan yardım ve medet ummak, adak adamak, onun ruhaniyetinden olayların akışına müdahale etmesini istemek ve bu gibi maksatlarla kabri tâzim edici uygulamalarda bulunmak bid‘attır. Doğrudan Allah’a dua ederken tevessülde bulunmak ise itikadî bir mesele olmayıp ihtilâflı bir konudur.
Hasan el-Bennâ’ya göre İslâm dini fikir hürriyetini tanımış, ilmî araştırmaları teşvik etmiştir. Bir hadiste de işaret edildiği üzere hikmet müslümanın yitirdiği kendi malı olduğu için hangi kültürel ortamda ortaya çıkmış olursa olsun rahatça sahiplenilmelidir. Din ve akıl bazan birbirine ters düşebilirler; ancak kesin ve gerçek olan hususlarda birleşirler. Kesin biçimde ortaya konan ilmî kanunlar hiçbir zaman dinî esaslara aykırı olamaz. Eğer her ikisi arasında görünürde bir ihtilâf varsa zan ifade eden delil kesin olanla uygun şekilde yorumlanmalıdır; her ikisi de zan veya ihtimaliyet ifade ediyorsa dinî esasa uyulur. Ona göre ilim konusundaki görüşlerde başlıca iki sakat cereyan göze çarpmaktadır. a) Olayları, sebeplerini araştırmaksızın yalnızca gizli güçlere bağlayan hurafeci anlayış; bu anlayış insanları tembelliğe itmektedir. b) Olayların hiçbir gaybî veya metafizik sebebinin olmadığını ileri süren materyalist-pozitivist anlayış ve özellikle biyolojik materyalizm. Müslümanlık ise aklı ve gaybı, ilmi ve metafiziği birleştiren bir dindir. İslâm maddeye önem verir, ancak ona köle olmayı reddeder; iman ve ruhu esas alır, fakat ilmi inkâr etmez. Nitekim müslüman âlimler ilerlemeye karşı çıkmamışlardır. Bu konuda ileri sürülen istisnaî ve kötü örnekler ölçü alınamaz. Esasen Kur’an’da müsbet ilimlere çok sayıda işaret vardır. Kalkınma için askerî güç yanında İslâm’ın teşvik ettiği ilmî birikim zorunludur ve müslümanların muhtaç olduğu kalkınma hamlesi yalnızca İslâm’la gerçekleşebilir. Hasan el-Bennâ, modern ideolojilerden özellikle Arap ırkçılığı (Arabizm) üzerinde durmuş, İslâm’ın ırkçılığı reddettiğini vurgulayarak sadece bir milletin tarihî ve kültürel kimliğine sahip çıkması anlamındaki bir milliyetçiliği benimsemiş, aslında Mısır için çalışmanın evrensel İslâm vatanının bir parçası için çalışmak anlamına geleceğini belirtmiştir. Ona göre İslâm vatanının sınırlarını iman birliği çizerken Batı tipi milliyetçilerin vatan anlayışını coğrafî sınırlar tayin etmektedir. Ancak İslâm milletleri arasında adaletin gözetilmesi şarttır; bir müslüman millet ötekinin sırtından geçinemez ve ona zulmedemez. Esas itibariyle kin, düşmanlık ve ırkçılık üzerine kurulu milliyetçilik anlayışı reddedilmelidir. Fakat her milletin kendine özgü birtakım hususiyetleri olduğu da inkâr edilemez. Bazı milletler bazı hususlarda ötekilerden üstün olabilir ve bu tür meziyetler genel İslâmî kalkınma idealine hizmet için vardır. Öte yandan Batı’ya karşı çıkarken de Doğucu olmak gerekmemektedir. Doğuculuk geçici bir slogandır ve dünyayı Doğu-Batı diye ayıranların ürünüdür. Bu ayırımda ısrarlı davranılacaksa Batı medeniyetinin iflâs ettiği söylenmelidir. Müslüman Doğu uykusundan uyandığında dünya liderliğini kolayca ele geçirebilecektir. Batı’nın mânevî yapısı çökmüştür; çünkü bu medeniyet dini terketmiştir ve başlıca özellikleri de şehvet düşkünlüğü, çıkarcılık, faizciliktir. Bu materyalist hayat tarzı, Batılılar’ca sömürge altında bulundurdukları İslâm ülkelerine de aşılanmaya çalışılmaktadır. Batı, Doğu ülkelerini önce borçlandırmakta, sonra da kendine bağımlı kılarak sömürmektedir. Bu ülkelerde Avrupaî eğitim veren okullar açarak lehine çalışacak yönetici bir seçkin zümre yetiştirmekte, basın yayın ve eğlence araçlarıyla da kitleleri istediği şekilde yönlendirmektedir. Ona göre, Türkiye ve Mısır bu tesire en çok mâruz kalan İslâm ülkeleridir. Hasan el-Bennâ, bu tesbitlerinin ışığında girişilecek ıslahatçı gayretler için işe fertten başlanması gerektiği inancındadır. Ferdin hem ilmî ve kültürel yönden hem de vücut sağlığı bakımından gelişmesi temin edilmelidir. Bu özelliklere sahip kişilerin kuracakları aile ise İslâm ahlâk esasları üzerinde temellendirilmelidir. Toplumun asıl unsurunu teşkil eden aile sağlam esaslar üzerine oturunca sağlıklı bir toplum için en önemli adım atılmış olacaktır. Toplumu irşad çabası yoğun şekilde sürdürülmeli ve İslâm toprakları her türlü emperyalist etkiden arındırılmalıdır. Bu hedefleri gerçekleştirici siyasî değişikliklerle birlikte İslâm ümmetinin birliğini temin edici tedbirlerin de alınması gerekmektedir.
Bennâ’nın siyasî görüşleri geniş ölçüde, Abbâsî hilâfetinin dağılışından XIX. yüzyılda Avrupalı devletlerin İslâm ülkelerinden çoğunu kolonileştirmesine kadarki dönemde İslâm ümmetinin içine düştüğü yozlaşmanın tahliline dayanmaktadır. Ona göre bu yozlaşmanın başlıca sebepleri müslümanlar arasındaki çıkar çatışmaları, siyasî tefrika, mezhep kavgaları, yöneticilerin ihmal ve gafleti, ilim adamlarının faydasız tartışmalarla vakit geçirip uygulamalı disiplinlere yönelmemeleri ve dolayısıyla ilim ve teknik bakımından geri kalma, Araplar’ın İslâm tarihi sahnesinde geri plana düşmeleri ve modern zamanlarda müslümanların Avrupalılar’ın hayat tarzını taklide yönelmeleridir. Hasen el-Bennâ, bu tarihî ve fiilî sebeplerden kaynaklanan kötü durumun aşılabilmesi için öncelikle hilâfetin yeniden tesisi yoluyla İslâm birliğinin sağlanması, İslâmî değerlerin hayata geçirilmesine yönelik bir devletin kurulması ve böylece bütün İslâm dünyasının her türlü yabancı hâkimiyetinden kurtarılması hedeflerini öngörmüştür. Bennâ’ya göre İslâmî bir hükümet, yöneticinin ilâhî ölçüler ve halk karşısındaki mesuliyeti, ümmetin birliği ve ümmetin iradesi ilkelerine dayanmalıdır (A. Z. Al-Abdin, XXVIII/3 [1989], s. 221-223).
Hasan el-Bennâ’nın bir suikasta kurban gidişinin ardından İhvân-ı Müslimîn hareketi bir kısmı ılımlı, bir kısmı da etkin mücadele yanlısı gruplarca sürdürülmüştür. Ilımlı strateji yanlısı olan grupların en kayda değer temsilcisi, el-Müslimûn adlı dergiyle aynı zamanda damadı olduğu Hasan el-Bennâ’nın fikirlerini ve daha ziyade bekleme siyasetine dayalı yaklaşımlarını İslâm dünyasına yayan Saîd Ramazan’dır. Daha etkin mücadele yanlısı grup ise Hasan el-Bennâ’nın bir başka halefi olan Sâlih Aşmâvî liderliğinde ihvân hareketini radikal yorumları ile sürdürmüş, Aşmâvî ekolünün bu fikirleri ed-Daʿve dergisinde ifadesini bulmuştur. İhvân-ı Müslimîn’in Hasan el-Bennâ’dan sonra en etkili simalarından Seyyid Kutub harekete 1951 yılında katılmış ve eserleri 1990’lara kadar çeşitli İslâmî akımları derinden etkilemiştir. Seyyid Kutub’un da dahil olduğu Muhammed el-Gazzâlî, Abdülkādir Ûdeh ve Suriyeli Mustafa es-Sibâî’den oluşan bilgin ve düşünürler grubu özellikle Hasan el-Bennâ’nın İslâm’da sosyal adalet öğretisinden etkilenmiş (The Oxford Encyclopedia of the Modern Islamic World, I, 197-198) ve bu perspektiften yazdıkları eserler Türkiye dahil birçok müslüman ülkesinde ilgiyle takip edilmiştir.
Eserleri. 1. Müẕekkirâtü’d-daʿve ve’d-dâʿiye (Kahire, ts. [Dârü’l-kitâbi’l-Arabî]). Hasan el-Bennâ’nın 1942 yılına kadar olan hâtıralarını ve bu hâtıralar vesilesiyle dile getirdiği fikirlerini ihtiva eder. İki bölümden oluşan eserin ilk bölümü kendi hayatıyla, ikinci bölümü ise İhvân-ı Müslimîn teşkilâtının kuruluşu ve gelişmesiyle ilgili hâtıralarından oluşmaktadır. Eser M. N. Shaikh tarafından İngilizce’ye tercüme edilmiştir (Memoirs of Hasan al Banna Shaheed, Karachi 1981; Delhi 1982). 2. Mecmûʿatü resâʾili’l-imâmi’ş-şehîd Ḥasan el-Bennâ. Çeşitli dönemlerde kaleme aldığı sekiz risâleden oluşan bir koleksiyondur. Bu risâleler, onun temel fikirleri çerçevesinde İhvan-ı Müslimîn teşkilâtının gaye, metot ve hedefleriyle ilgili tesbitlerini açıkladığı yazılardır. Son olarak 1988 yılında İskenderiye’de neşredilen mecmuanın birçok baskısı bulunmaktadır. Hasan el-Bennâ’nın hâtıra, risâle, makale, hutbe ve dualarını, ayrıca kendisi ve İhvân-ı Müslimîn hakkındaki bilgi ve değerlendirmeleri ihtiva eden eser, Hasan Karakaya ve Hasan Fehmi Ulus tarafından Türkçe’ye çevrilerek on dört cilt halinde neşredilmiştir (Risâleler, İstanbul 1991). Külliyatın daha önce Ramazan Nazlı tarafından yapılan bir tercümesi daha vardır (Şehit Hasan el-Bennâ’nın Hayatı ve Risaleleri, İstanbul 1978).
Hasan el-Bennâ’nın ayrıca İhvân-ı Müslimîn teşkilâtının resmî yayın organları olan Mecelletü’l-İḫvâni’l-müslimîn, Cerîdetü’l-İḫvâni’l-müslimîn, en-Neẕîr ve Mecelletü’ş-şihâb gibi gazete ve dergilerde yazıları bulunmaktadır.
Kaynak: Türkiye Diyanet Ansiklopedisi – Müellif: İBRÂHİM el-BEYYÛMÎ GĀNİM