Hanefi Usulcülere Göre Hz. Peygamberin Fiilleri
Hz. Peygamberin fiilleri özellikle teşrii değerleri açısından usulcüler arasında ötedenberi tartışılagelmiş bir konudur. Efalu’r-Resul ilk asırlarda genellikle sünnet terimiyle karşılanmıştır. Sünnetle hadisin henüz eş anlamlı kabul edilmediği devirlerde Hz. Peygamberin fiilleri fıkhın temelini teşkil ediyordu. Zira dinle ilgili uygulamalar sözden çok Hz. Peygamberin tatbikatına dayanıyordu. Sözlü anlatımlar fiili uygulamaları da nakletmekle beraber, daha çok, menakıb, fezail, fiten ve melahım, zühd ve rekaik, kıyamet alametleri” cennet ve cehennem ahvali gibi teorik açıklamalara yer veriyordu. O yüzden ilk iki asır içerisinde sünnet üzerinde yoğunlaşanlarla hadis konusunda uzman olanlar ayrı ayrı anılıyorlardı’. Birbakıma bunu daha sonra belirginleşen fakih-muhaddis ayırımının temeli kabul edebiliriz. Bu ayrımla birlikte hadis ve sünneti tanımlama farklılığı da ortaya çıktı. Hadisciler, Hz. Peygamberle ilgili bütün malumatı, onun fiziki ve beşeri özelliklerinden Peygamberlikten önceki hayatına, söz ve tatbikatından hasaisine kadar herşeyi hadis çerçevesi içinde mütalaa ettiler. Buna itiraz edenler de yok değildi.
Mesela Buhari şarihi Kirmani (ö. 786) hadisiImini, “bil ki, hadisin konusu, Allahın elçisi olması itibariyle ResUlullahın zatıdır” diye tarif edince, Suyuti (ö. 91 i) nin hocası Muhyiddin el-Kafiyeci (ö. 879), “Resulullahın zatı hadis ilminin değil, tıp ilminin konusudur” diyerek hayretini dile getirmişti2
Ancak Hadisciler belki de böyle bir yaklaşımda haklı idiler. çünkü onlar, Hz. Peygamberle ilgili en ufak bir bilgi kırıntısını bile sonrakilere aktarına gayreti içindeydiler. Bu malzemeyi değerlendirenler ise fakihlerdi. Onlar için hadis ve sünnet, ahkam içeren, başka bir deyişle teşrii bir değeri olan rivayetlerdi. Hz. Paygamberle ilgili nakledilen diğer malumatı yok saymasalar, hatta gereksiz bulmasalar bile, ameııaçıdan dikkate almıyorlardı. çünkü bu malumat insanların dını ve hukGkl problemlerini çözmeye yardımcı olmuyordu. Ameş (ö. 148)in de belirttiği gibi, “hadisciler adet aeczacı, fakihler ise tabib idiler.” Ancak zamanla roller birbirine karışınca insanlar kime başvuracaklarını şaşırdıkları gibi, bazan ilaçları kendileri bulup tedavi olmaya çalıştılar. Bu da çoğunlukla hastalığın daha da artmasına yol açtı. O yüzden İslam tarihinde her zaman çok başarılı örneklerini göremediğimiz fakih-muhaddis işbirliğini, onların eserlerinde bugün sağlamak zorundayız. Bu yazımızda, Hz. Peygamberin fiillerini değerlendiren bazı hanefi usulcülerin görüşlerini takdim ederken onların konuyla ilgili bakış açılarını da öğrenmiş olacağız.
[toggle title=”Yazar hakkında” state=”open” ]Doç. Dr. İ. Hakkı iNAL[/toggle]