HadisMehmet Fatih KayaTüm YazılarYazarlarYazi Atlasi

Hadis Hafızlığı – I

“… Şüphesiz ki Allah (azze ve celle) Kur’ân’ı[1] ve bilgiyi ezberleme kudretini yalnızca bizim ümmetimize vermiştir. Bizden öncekiler kitaplarını yazılı sayfalardan okuyorlar, ama ezberleyemiyorlardı. Bu yüzden Uzeyr (aleyhisselam) gelip Tevrat’ı ezberinden okuyunca (onu gözlerinde büyütüp): “Bu, Allah’ın oğludur!” dediler. Aramızdan yedi yaşında bir çocuğun Kur’ân’ı ezbere okuyor olması gibi bir lütfü bize bahşeden Rabbimize şükrümüzü nasıl îfâ ederiz!

Sonra, ümmetler içerisinde Peygamberinin söz ve davranışlarını kendisine güven duyulacak şekilde aktaran bizden başka bir ümmet yoktur. Çünkü hadisi, bizde, sonradan gelen öncekinden rivayet eder ve rivayet eden her bir ravinin güvenilir olup olmadığına bakılır. Bu, Rasûlullah’a (sallallâhu aleyhi vesellem) varana kadar böyle devam eder. Diğer ümmetler ise naklettiklerini, kimin yazdığı belli olmayan, kimin rivayet ettiği bilinmeyen bir kitaptan naklederler.

Öyleyse bu büyük nimeti (Kur’ân ve hadisi, daha genel bir ifadeyle Kur’ân ve dinî bilgiyi) ezberlemek iktiza eder. Ezberlenenin hafızada kalması için de devamlı çalışma ve tekrar gerekir. Selefimizin birçoğu ilimden çok şeyi ezbere biliyordu…”.

Büyük Hanbelî âlim İbnu’l-Cevzî, bilgiyi kitap sayfalarında bırakmayıp ezberlemeye teşvik amacıyla yazdığı ve çeşitli ilim dallarında güçlü hafızalarıyla, ezberlerinin çokluğuyla meşhur olmuş âlimlerden, hadis hafızlarından örnekler verdiği “el-Hassü alâ hıfzi’l-ilm ve zikru kibâri’l-huffâz” adlı eserine bu tesbitlerle başlar. [2]

Bilindiği gibi Kur’ân-ı Kerim Efendimize (sallallâhu aleyhi vesellem) peyderpey nazil oluyor, o da behemehâl vahiy kâtiplerini çağırarak nazil olan her yeni ayet veya sûreyi onlara yazdırıyordu. Sahabiler de kendilerine tebliğ edilen bu yeni ayet veya sûreleri öğrenerek hayata aktarıyorlardı. Kendilerine iletilen on ayetin mana ve ahkâmını öğrenip onlarla amel etmedikçe ikinci on ayete geçmedikleri bilinmektedir.[3] Bir kısmı aynı zamanda bu ayet ve sûreleri ezberlerken diğer bir kısmı daha öteye giderek yetişebildikleri kadarını, daha sonra müracaat etme ihtiyacı duyduklarında yanlarında bulunması için yazıyorlardı. İşte mesela kaynaklarda geçen “Abdullah b. Mes’ud’un Mushafı” sözü bunu ifade ediyordu. Sahabe’nin ve sonraki nesillerin Kitâbullah’ı önce yazma, sonra hem tilavetini hem mana ve ahkâmını öğrenme, öğretme, ezberleme, özellikle sonraki dönemlerde “Dâru’l-Kur’ân”lar, “Küttâblar: Sıbyan-Mahalle mektepleri” kurarak yeni yetişen nesillere ezberletme hususunda nasıl bir çaba içerisinde olduğu Kur’ân tarihi okuyan herkesin malumudur.[4]

Allah’ın Kitabı’na gösterilen bu ilgi dinin ikinci kaynağı olan Sünnet-i Rasûlullah’tan esirgenecek değildi. Çünkü kaynak birdi; Rasûlullah (sallallâhu aleyhi vesellem) Allah’ın elçisiydi. Din adına konuştuğu zaman vahiyle konuşuyor, murâd-ı ilâhînin ne olduğunu haber veriyordu. O, elçiydi, O, haberciydi, O, seçilmiş, günah veya hataya düşmekten, nefse veya hevaya uymaktan korunmuş, örnek kılınmış bir peygamberdi.

İşte bu sebeple sahabiler Hz. Peygamber’in (sallallâhu aleyhi vesellem) Sünneti’ne Kur’ân’a gösterdikleri ilginin benzerini gösterdiler. Bu, Kur’ân’ın emri ve Allah’ın Kur’ân’ı koruyacağına dair vaadinin bir gereğiydi. Çünkü Kur’ân’ın muhafazası; Kur’ân’ın açıklaması ve hayata tatbiki demek olan Sünnet’in muhafazasıyla mümkündü. Daha sonra gelecek fitne ve heva ehlinin Kur’ân ayetlerini kendi heva ve arzularına göre eğip bükmelerinin önündeki tek engel Rasûlullah’ın (sallallâhu aleyhi vesellem) Sünneti’ydi.

Hal böyle olunca Rasûlullah’ın (sallallâhu aleyhi vesellem) Sünneti de ilk nesilden başlayarak büyük bir ihtimam ve gayretle yazıldı, ezberlendi, rivayet edildi, okundu, okutuldu. Özellikle hicrî onuncu asrın başlarına kadar İslam coğrafyasının her tarafında Kur’ân hafızları gibi hadis hafızları[5] yetişti. Daha küçücük yaşlarında hadislerle ünsiyet kuran bu hafızlar, hadislerin de bereketiyle uzun ömürleri boyunca binlerce, aralarından bir kısmı on binlerce hadis ezberledi.

Bunlar içerisinde müstesna zekâya sahip olanlar yüz bin ve üzerinde hadis ezberlediler. Tarihimizde yüz bin ve üzerinde hadisi ezbere bilen, o kadarını ezberinden imla eden, iki yüz veya üç yüz bin hadiste müzakere yapan, sorulan sorulara cevap verebilen hadis hafızlarının sayısı az değildir. Nitekim Hâkim, el-Medhal ilâ ma’rifeti Kitâbi’l-iklîl’de, önceki dönemlerde bir hafızın beş yüz bin hadisi ezbere bildiğini söyler.[6]

Bu, Hadis tarihini, tabakat ve biyografi kitaplarını okuyanların bilmediği bir şey değildir. Ne var ki tarihimizden habersizlik, Sünnet ilimlerine olan bigânelik, dünü bugün yaşadığımız çarpık ortam ile mukayese etmek, muteber kaynaklarda yer alan birçok sahih bilgi veya rivayeti bile şüpheyle karşılamayı mümkün hale getirdi.

Uzun sayılacak bir zamandır yaşadığımız fetret devri sebebiyle aramızda kendi tarihimiz, kendi kitaplarımız hakkında kuşkuya düşenler zuhur etti. Oryantalist okumalardan beslenen zahmetsiz dimağlar işi daha öteye götürdüler: Bütün ilmî mirasımızı, bütün kitaplığımızı, bütün ilmiye sınıfımızı itham ettiler. İşte bu yazıda, bizim tarihimizde, bugün ciltlerle ifade edilebilecek kadar hadisi ezbere bilen, Cenabı Hakk’ın kendilerine müstesna kabiliyetler verdiği birçok hadis hafızının bulunduğunu, bunun şaşılacak, garipsenecek yahut istifhamla karşılanacak bir şey olmadığını anlatmaya çalışacağız.

HADİSLERİN SAYISI NE KADAR?

Burada akla, “Yüz binlerce hadis mi var?” sorusu gelebilir. Konumuza geçmeden önce, bu sorunun cevabının verilmesi gerekmektedir.

Metni aynı olsa da senedi farklı olan her bir rivayet, muhaddislerce müstakil bir hadis olarak değerlendirilmektedir. Mesela bir sahabiden aynı hadisi rivayet eden on tabiî varsa, bu, on hadis olarak sayılmakta, yani bu tabiîlerden her birinin rivayeti ayrı bir hadis olarak kabul edilmektedir. Aynı şekilde, hadisi, bu on tabiîden bir aşağı tabaka olan Etbâu’t-Tabiîn tabakasında onar kişi rivayet etmişse hadis Etbâu’t-Tabiîn tabakasında yüze ulaşmış sayılmaktadır. Dolayısıyla ezberlenen hadislerin sayısıyla ilgili zikredilen rakamlar metin itibariyle değil, bu farklı senedler itibariyledir. Nitekim Yahya b. Ma’în: “Biz, bir hadisi otuz (bir rivayette: elli, başka bir rivayette: yüz) farklı tarikten yazmasaydık onu anlamazdık (bir rivayette: bilmezdik, başka bir rivayette: doğrusunu bulamazdık)”[7] sözüyle bu farklı isnadları kastetmektedir.

Ayrıca muhaddisler, yalnızca Rasûlullah’tan (aleyhissalâtu vesselam) nakledilen rivayetleri değil, Sahabe ve Tabiîn’den nakledilen mevkuf ve maktu rivayetleri de hadis olarak adlandırıyorlardı. Bu arada Buhari ve İbn Râhûyeh örneklerinde görüleceği gibi, bazı muhaddislerin yüz binle ifade edilen mahfûzâtı arasında sahih olmayan, zayıf veya mevzu rivayetlerin bulunduğu da unutulmamalıdır.[8] İşte kaynaklarda geçen, bizim de aşağıda bazı örneklerini zikredeceğimiz, hadislerin sayılarıyla ilgili rakamlar bu bilgiler ışığında değerlendirilmelidir.

HADİS HAFIZLIĞI NE DEMEKTİR?

Her şeyden önce şunu söylememiz gerekir ki, biz bu yazımızda bir kavram olarak hadis hafızlığının ne olduğu üzerinde durmayacağız. Ancak şu kadarını hemen belirtmek isteriz ki hadis hafızlığıyla, müteahhir dönemde meşhur olmuş, ilmî hiçbir kıymeti olmayan, “şu kadar hadis ezberleyen hafız olur” gibi tarifleri kastetmiyoruz. Hadis hıfzında asıl olan, “marifet: bilmek”tir. Özetle söyleyecek olursak hadis hafızlığı, farklı rivayetleriyle hadisi, hadis ricalini, cerh ve ta’dili bilmektir; belli sayıda hadis ezberlemek değildir. Hafızlar içerisinde iki bin hadis ezber bilenler olduğu gibi, yirmi bin hadis yahut yüz bin hadis ezber bilenler de vardır. [9]

MEŞHUR HADİS HAFIZLARI

Bir Kelime Değiştirmedi!

Emevî halifelerinden Mervan b. Abdilmelik’in kâtibi Ebu’z-Zu’ayzi’a’nın anlattığına göre, Mervan b. Abdilmelik Ebu Hureyre’yi (radiyallâhu anh) hadis rivayet etmesi için çağırtmış, Ebu’z-Zu’ayzi’a’yı da gizlice kürsünün arkasına oturtup Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği hadisleri yazdırmıştı. Aradan bir sene geçtikten sonra Mervan Ebu Hureyre’yi tekrar çağırtıp aynı hadisleri rivayet etmesini istedi. Ebu’z-Zu’ayzi’a’yı da bir değişiklik olup olmadığını kontrol etmesi için görevlendirdi. Ebu Hureyre aynı hadisleri ikinci defa rivayet etti ve bir kelimeyi diğeriyle değiştirmedi!

Hâkim’in Müstedrek’te sahih olduğunu söyleyip Zehebi’nin de onayladığı rivayette: “… Ne eksiltti, ne çoğalttı, ne de önce olanı sonra, sonra olanı önce rivayet etti!” denilmektedir.[10]

Benzer bir hâdise, Tabiîn neslinin imamlarından ve hadisi ilk cemedenlerden İbn Şihab ez-Zührî için anlatılmıştır. Emevî halifelerinden Hişam b. Abdilmelik Zührî’den, çocuklarının bazısına hadis imla etmesini istemiş, bir kâtip Zührî’nin imla ettiği dört yüz hadisi yazmıştı. Halife, bir ay kadar sonra hadislerin yazılı olduğu defterin kaybolduğunu söyleyerek Zührî’den o hadisleri tekrar imla etmesini istedi. Zührî o hadisleri tekrar rivayet etti, kâtip de yazdı. Sonra Hişam o nüshayı ilk nüsha ile karşılaştırdı. Bir kelimeyi dahi atlamadığını gördü![11]

İbn Abbas (radiyallâhu anhuma) Ömer b. Ebî Rabîa’nın (yetmiş beyitlik) kasidesini bir defa dinlemekle ezberlemişti.[12]

Kulaklarımı Tıkıyorum!

Zührî anlatıyor: “Bakî’[13]den geçerken nahoş bir söz duyarım (da hafızamda kalır) korkusuyla kulaklarımı kapatıyorum. Çünkü Allah’a yemin ederim ki işitmiş olduğum bir şeyi asla unutmuş değilim!”[14]

Şu söz de Zührî’ye aittir: “Ezberlediğim hiçbir hadisi tekrar etmedim. Biri dışında hiçbir hadiste (doğru ezberleyip ezberlemediğim konusunda) şüpheye düşmedim. O hadisi de arkadaşıma sordum. Onun da ezberlediğim gibi olduğunu gördüm.”[15]

Katâde b. Diâme es-Sedûsî: “Kulaklarım ne duyduysa muhakkak hafızam onu ezbere almıştır” derdi.[16]

Süfyan es-Sevrî: “Kulağıma ulaşıp da ezberlemediğim hiçbir şey olmadı. Hatta şuna uğruyorum –burada bir kelime söyledi–, kulağıma bir şey çalınır da ezberlerim korkusuyla kulaklarımı tıkıyorum” diyordu. Başka bir rivayette şöyle demişti: “Dokumacıya uğruyorum, bakıyorum bir ezgi mırıldanıyor, ezberlememek için kulaklarımı tıkıyorum.”[17]

Abdurrezzak, Sevrî’nin şöyle söylediğini aktarıyordu: “Hafızama aldığım bir şeyin beni yarı yolda bıraktığı hiç olmamıştır!”[18]

Çekip Kaydeden Kamera Gibi

Hakkında Ahmed b. Hanbel’in: “Bu köprüyü Ebu Zür’a’dan daha büyük hafız geçmemiştir. Altı yüz bin hadisi ezbere bilirdi”[19] dediği Ebu Zür’a er-Razî anlatıyor:

“Evimde elli sene önce yazdığım ve yazdığım günden beri dönüp bir daha bakmadığım notlar vardır. And olsun ki onların hangi kitapta, hangi sayfada, sayfanın hangi yüzünde, hangi satırda olduğunu biliyorum. Kulağıma hangi bilgi gelmişse muhakkak hafızam onu kayda geçmiştir. Bağdat çarşısında yürürken odalardan şarkı söyleyen halayıkların seslerini işitir, istemeden söylediklerini ezberlerim diye parmaklarımla kulaklarımı tıkardım.”[20]

Yine, “Ebu Zür’a iki yüz bin hadis ezber bilmiyorsa hanımını boşayacağına dair yemin etmiş bir adamın yemininde hânis olup olmayacağı” Ebu Zür’a’ya sorulmuş, Ebu Zür’a: “Olmaz” demiş ve devamla: “İki yüz bin hadisi bir kimsenin “Kul huvallâhu ahad” sûresini bildiği gibi biliyorum. Bu sayı müzakere meclisinde üç yüz bine ulaşır” demiştir. [21]

Tabiîn neslinin imamlarından ünlü hadis münekkidi Şa’bî şöyle diyordu: “Bu günüme kadar kara mürekkeple beyaz kâğıda bir şey yazmış değilim. Birisi bana bir hadis rivayet ettiğinde onu muhakkak ezberlemişimdir ve asla tekrar etmesini istememişimdir. İlimden unuttuğum kadarını birisi ezberleseydi muhakkak âlim olurdu.”[22]

Şa’bî yine şöyle der: “En az rivayet ettiğim şey şiirdir. Eğer istesem size, tekrara düşmeden, ezberimden bir ay şiir okurum.”[23]

İshak b. Râhûyeh: “Yüz bin hadisin yerini sanki gözlerimin önündeymiş gibi biliyorum. Onlardan sahih olan yetmiş binini de ezber biliyorum. Ayrıca dört bin de müzevver[24] hadis ezberimdedir” demişti. Soruldu: “Müzevveri ezberlemenin manası ne?” İbn Râhûyeh’in cevabı şu oldu: “Onlardan biri sahih hadislerin içine karıştığında onu inceden inceye ayıklayacağım.” [25]

Bir Milyon Hadis Ezber Biliyordu

Ebu Zür’a, “Ahmed b. Hanbel bir milyon hadis ezber bilir” demiş, “Nereden biliyorsun?” diye sorulunca: “Onunla müzakere yaptım, ana konularla ilgili her baptan sorular sordum. Hangi baptan sorsam sel gibi akıyordu” demişti. [26]

Oğlu Abdullah’ın anlattığına göre İmam Ahmed: “Vekî’in Musannef’inden hangi kitabı (bölümü) istersen al; ister bir metin oku sana isnadını söyleyeyim, ister bir isnad getir sana metnini haber vereyim” demişti.[27]

Büyük hadis imamı Yahya b. Ma’în, Ebu Bekr el-Esrem’in hafızasına hayret eder, “Esrem’in anne babasından biri cinnî (olmalı)” derdi. [28]

Bu Nasıl Hafıza Böyle!

Dârakutnî, Kûfe ehlinin hıfzda Abdullah b. Mes’ud’dan sonra Ebu’l-Abbas b. Ukde’den daha ileri kimse görmedikleri konusunda müttefik olduklarını söyler.

İbn Ukde anlatıyor: “(Büyük hadis hafızı) Berdîcî Kûfe’ye geldi. Hıfzda benden üstün olduğunu iddia etti. Dedim ki: Uzatma! Şurada bir sahaf dükkânına girelim. Teraziyi koyalım. Dilediğin kadar kitap tart. Sonra bunlar bize okunsun, akabinde biz de ezbere okuyalım! Bunun üzerine apıştı kaldı, bir şey diyemedi.” [29]

Ebu Bekr el-Ci’âbî anlatıyor: Rakka’ya girdim. Orada iki sandık kitabım vardı. Yanımda hizmet eden çocuğu kitaplarımı emanet bıraktığım adama gönderdim. Çocuk biraz sonra üzüntülü bir şekilde geri geldi ve “Kitaplar kaybolmuş!” dedi. Dedim ki: “Evladım üzülme! O sandıklarda iki yüz bin hadis vardı. Ama onlardan bir tanesinin ne isnadı, ne de metni benim için sıkıntı teşkil eder!” [30]

Ci’âbî yine şöyle demiştir: “Dört yüz bin hadis ezber bilirim, altı yüz bin hadiste müzakere yaparım.” [31]

Elinde Hiç Kitap Görmemişlerdi

Ömer b. Şebbe’nin anlattığına göre, Ebu Davud et-Tayâlisî’den kırk bin hadis yazmışlardı ve elinde kitap yoktu. [32]

Ebu Abdillah el-Huttulî Basra’ya gelmişti. Yanında hiç kitabı yoktu. Kitapları gelene kadar aylarca hafızasından rivayette bulundu. Daha sonra şöyle diyecekti: “Kitaplarım gelene kadar ezberimden elli bin hadis rivayet ettim!”[33]

Muhammed b. Yahya: “Abdurrahman b. Mehdi’nin yanında asla kitap görmedim. Ondan ne dinlediysem hepsini ezberinden dinledim” demişti.[34]

Yine, İbn Mehdi ezberinden yirmi bin hadis imla etmişti.[35]

Ebu Davud’un Oğlu, Bir de Kitap Ha!

Meşhur Sünen sahibi Ebu Davud’un oğlu Ebu Bekr Abdullah b. Ebî Davud Sicistan’a gitmişti. Bunu duyan Ehl-i hadis, etrafına toplanıp Abdullah’tan hadis rivayet etmesini istediler. Abdullah “Yanımda kitap yok” diyerek imtina etti. Oradakiler: “Ebu Davud’un oğlu, bir de kitap ha!” diyerek tepki verdiler.

Abdullah anlatıyor: “Beni galeyana getirdiler. Ben de ezberimden otuz bin hadis rivayet ettim. Aradan bir müddet geçtikten sonra Bağdat’a dönünce (Sicistan’da başımdan geçenleri duyan ve bu durumu kıskanan bazı) Bağdatlılar: “Gitti, orada insanlarla oynadı, geldi” dediler. Bu sözlerin çıkardığı münakaşa üzerine, orada imla ettiğim hadislerden bir nüsha yazdırıp getirmesi için altı dinara bir ulak tutup Sicistan’a gönderdiler. Ulak gitti, bir nüsha yazdırarak Bağdat’a getirdi ve nüsha Bağdat’taki hafızların incelemesine sunuldu.

Abdullah devam ediyor: İmla ettiğim hadisler içinde altı hadiste hataya düştüğümü söylediler. Bunlardan üç tanesi bana o şekilde rivayet edilmişti, dolayısıyla hata bana ait değildi. Diğer üçünde ben hata etmiştim.” [36]

Onun Tekmesi Yolculuğumdan Daha Sevimli!

Şimdi Ahmed b. Mansur’un dilinden büyük hafız Ebu Nuaym el-Fadl b. Dükeyn’in hikâyesini dinleyelim:

“Ahmed b. Hanbel ve Yahya b. Ma’în ile beraber Ebu Nuaym el-Fadl b. Dükeyn’den hadis dinlemek için yola çıktık. İbn Ma’în Ahmed’e: “Ebu Nuaym’ı bir imtihandan geçirmek istiyorum” dedi. Ahmed b. Hanbel: “Yapma, adam güvenilir biri” dedi. İbn Ma’în: “Çaresi yok, yapacağım” dedi. Bir kağıt aldı. Ebu Nuaym’ın hadisinden otuz hadis yazdı. Hadislerin içine her on hadisten sonra Ebu Nuaym’ın rivayet etmediği bir hadis ekledi.

Sonra Ebu Nuaym’ın yanına geldiler. İbn Ma’în on hadis okudu. Ebu Nuaym dinliyordu. Sonra (araya sıkıştırdığı) on birinci hadisi okudu. Ebu Nuaym: “O benim hadisim değil, üzerine çizgi çek!” dedi. Ebu Nuaym dinlemeye İbn Ma’în okumaya devam etti. On hadis daha okuduktan sonra (araya sıkıştırdığı) ikinci hadisi okudu. Ebu Nuaym yine: “O benim hadisimden değil, üzerine bir çarpı at!” dedi. Yine İbn Ma’în okumaya Ebu Nuaym dinlemeye devam etti. Bir on hadis daha okuduktan sonra İbn Ma’în (araya sıkıştırdığı) üçüncü hadisi de okuyunca Ebu Nuaym’ın rengi değişti, gözleri döndü. İbn Ma’în’in üstüne yürüdü. Ahmed İbn Hanbel’in kolunu tutarak: “Bu böyle bir şey yapmayacak kadar takva sahibidir” dedi. Beni kastederek: “Bu da böyle bir şey yapmaya yeltenemez. Bu senin işindir ey mücrim!” dedi ve bir tekmeyle İbn Ma’în’i kürsüden aşağıya yuvarladı. Bunun üzerine İbn Ma’în: (böyle güvenilir, dikkatli biri olduğunu gördükten sonra) Allah’a yemin ederim ki onun tekmesi bana yaptığım şu yolculuktan daha sevimli!” dedi.[37]

Hafızların Sultanı İmtihana Çekiliyor

Yukarıda Ebu Nuaym el-Fadl b. Dükeyn örneğinde de görüldüğü gibi, hadis ezberlemenin revaçta olduğu, hadis hafızlarının toplumda itibarının yüksek olduğu zamanlarda, insanların, kendi beldelerine gelen meşhur hadis hafızlarını imtihan etmek gibi bir alışkanlığı vardı. İşte bu meyanda en sahih hadis kitabı olarak kabul edilen Sahih-i Buhari’nin sahibi “Hafızların Sultanı” İmam Buhari hakkında anlatılanlar insana aşkolsun dedirtecek cinstendir.

“Buhari Bağdat’a gelmişti. Bunu işiten ehl-i hadis toplandılar, Buhari’yi imtihan etmek istediler. Yüz hadisi ele aldılar, metin ve isnadlarını birbirine karıştırdılar; bir isnadın metnini başka bir isnada, bir metnin isnadını başka bir metne ekleyerek her birine on hadis düşecek şekilde on adama verdiler. Buhari’den bir gün hadis rivayet etmesi için söz aldılar ve bu on adama Buhari geldiği zaman bu hadisleri ona sormasını emrettiler.

O gün geldiğinde bu kişiler mecliste hazır bulundu. Aralarında Horasan’dan, Bağdat’tan gelenlerin bulunduğu bir grup da oradaydı. İnsanlar gelip toplanınca bu on adamdan birisi kalkıp Buhari’ye (metin ve isnadları birbirine karıştırılmış) hadislerden bir hadis sordu. Buhari: “Böyle bir hadis bilmiyorum” dedi. Adam teker teker diğer hadisleri de sorarak on hadisi bitirdi. Buhari her defasında “Bilmiyorum” diyordu. Mecliste bulunan ilim sahipleri birbirlerine bakıp Buhari için “meseleyi anladı” diyor, durumdan haberi olmayan bazıları ise Buhari’yi hafıza zayıflığı ve acizlikle itham ediyorlardı.

Sonra o on adamdan biri daha kalktı. O da kendisine verilen hadislerden birini sordu. Buhari “Bilmiyorum” dedi. Öbürünü sordu. Buhari yine “Bilmiyorum” dedi. Diğer hadisleri de teker teker okuyup on hadisi bitirdi. Buhari her zamanki gibi “Bilmiyorum” diyordu. Böylece üçüncü, dördüncü, beşinci… onuncu adama kadar her bir adam kalkıp kendisine verilen onar hadisi okudu, bitirdi. Buhari her defasında “Bilmiyorum” sözünden fazlasıyla mukabele etmiyordu.

Bu on kişi kendilerine verilen hadisleri okuyup bitirdikten sonra Buhari ilk okuyana döndü, “Senin ilk okuduğun hadis şöyleydi, doğrusu şudur; ikinci hadisi şöyle okudun, doğrusu budur; üçüncü hadisi, dördüncü hadisi… diyerek on hadisin sırasıyla önce karıştırılmış halini, sonra da doğrusunu söyledi; her bir hadisin metnini ait olduğu isnada, her bir isnadı da ait olduğu metne koydu.

Diğer şahıslara karşı da aynı şeyi yaptı. Bunun üzerine oradakiler Buhari’nin hıfzını itiraf edip üstünlüğünü kabul ettiler.”

Tartışmasız büyük hadis otoritesi İbn Hacer bu rivayeti kendi senediyle naklettikten sonra şu sözleri söylemekten kendisini alamaz: “İşte burada Buhari’nin önünde diz çökülür. Şaşılacak olan, yanlış rivayetleri düzeltmesi değildir; çünkü hafızdı (doğrusunu zaten biliyordu). Asıl şâyân-ı taaccüb olan, bir dinlemekle kendisine okunmuş olan hatalı yüz rivayeti sırasıyla ezberlemiş olmasıdır!”[38]

Yine, Buhari: “Yüz bin sahih, iki yüz bin sahih olmayan hadis ezber biliyorum” demişti.[39]

Bilmediğim Her Bir Hadise Bir Dirhem

Ebu Hâtim er-Razî anlatıyor: “Ebu’l-Velid et-Tayâlisî’nin kapısının önünde durup, orada bekleşen hadisçilere: “Sahih olmak şartıyla kim benim bilmediğim müsned bir hadis söylerse ona bir dirhem vereceğim!” dedim. Oradakilerin içerisinde Ebu Zür’a da vardı. Kastım şuydu: İşitmediğim bir hadis, filanca kimsenin rivayetidir denilip bana bildirilecek, ben de dirhemi verip o hadisi dinlemiş olacaktım. Yani bilmediğim hadisleri onlardan öğrenmek istiyordum. Ama hiçbiri kalkıp bilmediğim bir şey getiremedi.” [40]

Ebu Ali ed-Deylemî kırk bin hadis ezber biliyor, yetmiş bin hadiste müzakere yapıyordu.[41]

Abdân (Abdullah b. Ahmed b. Musa) yüz bin hadis ezber biliyordu.[42]

Ünlü Yemenli muhaddis Ma’mer anlatıyor: “Ben, Şu’be, Sevrî ve İbn Cüreyc bir araya geldik. Bir hoca geldi ve bize ezberinden dört bin hadis imla etti. Daha sonra baktık; iki yerden başkasında hata etmemişti. O iki hata da ondan veya bizden kaynaklanmıyordu. Bilakis üst tabakalardaki ravilere aitti. İşte o adam Talha b. Amr idi.”[43]

Yezid b. Harun’a, müstemlîsi[44] Harun’un, onun hadislerinin içerisine kendisine ait olmayan başka hadisler karıştırmak istediğini söylemişler, bunun üzerine Yezid, müstemlîsi Harun’un yanına girerek kızgınlıkla şöyle demişti: “Ey Harun! Duyduğuma göre hadislerimin içerisine benim rivayetim olmayan hadisleri karıştırmak istiyormuşsun! Elinden geleni ardına koyma! Vazgeçecek olsan da Allah fırsat vermesin! Yirmi üç bin hadisi ezbere biliyorum. Onların hakkını veremeyeceksem Allah beni yaşatmasın!”[45]

ÖNCEKİLERİN İLMİ GÖNÜLLERİNDEYDİ

Yukarıdaki misaller -konumuz hadis hafızlığı olduğu için- meşhur hadis hafızlarından seçilmiştir. Yoksa bilgiyi ezberlemek sadece Ehl-i hadise mahsus bir şey değildi. İlimler tarihini, farklı sahalara mahsus teracim ve tabakat kitaplarını okuyanlar, mesela ünlü Arap şairi Mütenebbi, Ebu Temmam, Esma’î, Gulâmu Sa’leb, Ebu’l-Kâsım et-Tenûhî (Ali b. Muhammed), Ebu Bekr el-Enbârî, Ebu’l-Feth İbnu’l-Amîd, Sa’leb (Ahmed b. Yahya)’nın Arap dili ve şiirde, Kelbî’nin neseb bilgisinde, yine Enbârî ile Ebu Ali el-Fârisî’nin tefsirde mahfûzâtının çokluğunu görüp şaşıracaklardır.

Esma’î, altmış bin urcûze (“Recez” vezninde kaside) ezber biliyordu.[46] Ebu Bekr el-Enbârî, hafızası darb-ı mesel olmuş bir kimseydi. Kırk beş bin varak tutan “Ğarîbu’l-hadis”i, bin varak “Şerhu’l-Kâfî”yi, bin varak “Ezdâd”ı, yedi yüz varak “Câhiliyyât”ı ve diğerlerini ezberinden imla etmişti.[47] Gulamu Sa’leb, hafızasından Arap diliyle ilgili otuz bin varak yazdırmış,[48] Kelbî, Kur’ân-ı Kerim’i üç günde ezberlemişti.[49]

Ünlü Arap dilcisi Ebu Hilal el-Askerî’nin “Lügat hafızları” başlığı altında verdiği bilgiye göre, Esma’î, ezberindeki şiir ve tarihî bilgi dışında Arap lügatinin üçte birini ezberlemişti. Ebu Zeyd el-Ensârî üçte ikisini, Halil b. Ahmed el-Ferâhîdî yarısını, Ebu Malik Amr b. Kirkara hepsini ezberlemişti.[50]

Yine Ebu Hilal şunları kaydetmektedir: “… Esma’î’nin ilmi (kitapları) bir sandıktaydı. Ancak hepsini ezbere biliyordu. Ebu Amr İbnu’l-Alâ’nın bir ev dolusu kitabı vardı, yandı. Ondan sonra ömrünün sonuna kadar kendisinden alınan her türlü bilgiyi ezberinden rivayet etmişti.”[51]

“Ebu Bekr b. Düreyd kadar tarihî malumat ezberinde olan kimse bilmiyoruz. Hocamız Ebu Ahmed el-Hasen b. Ahmed b. Saîd ince yazıyla, onun ezberinden imla ettiği rivayetlerden iki bin varak (dört bin sayfa) yazmıştı. Bununla birlikte, ne kendi zamanında ne de o vakitten sonra günümüze kadar, lügatten, kimsenin bilmediği kadarını ezbere biliyordu. İşte şu Arap diliyle ilgili bütün kitapları: el-Cemhere, el-İştikak ve diğerleri, hepsini ezberinden yazdırmıştı. Hiç kimse onun yanında bir kitap görmemişti!”[52]

Kütüb-i Seb’a’yı Ezberlemiş Hanımlar

Buraya kadar zikredilen misallerde mübalağa olduğunu düşünenler varsa, onlara, bu anlatılanların asla mübalağa olmadığının isbatı sayılabilecek bir haberimiz var. Uzakta değil yanı başımızda, sınır komşumuz Suriye’nin başkenti Şâm-ı şerif’te “Kütüb-i seb’a”yı yani “Kütüb-i sitte” ile birlikte İmam Malik’in Muvatta’ını ezberleyen otuz hanım talebe var. Ayrıca Buhari ve Muvatta’ı ezberlemiş, kalan beş kitabı ezberleme yolunda yüzden fazla hanım talebe… Kubeysîler (el-Kubeysiyyât) olarak bilinen kadın hareketine mensup bu hanımlar son zamanlarda benzeri görülmemiş bir gayretle, selefin epey zamandır unutulmuş bu sünnetini ihya ederek, Kur’an-ı Kerim’i ve Riyâzu’s-sâlihîn’i ezberledikten sonra İslam’ın en kıymetli hadis mecmualarını ezberlediler. İlk nesilde on yıla varan bir zaman diliminde, ikinci nesilde dört buçuk senede, bu yedi kitabı metinleri ve senedleriyle birlikte ezberleyerek ve hocalarına dinleterek icazet aldılar.

Yalnızca Buhari ve Müslim’de mükerrerlerle birlikte on dört bin civarında hadis olduğu bilinmektedir. Bu rakama Nesâî, Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace ve Muvatta’daki hadisleri de ekleyecek olursak yaklaşık olarak otuz beş bin hadisten söz ettiğimiz anlaşılacaktır.

8 Haziran Pazar günü Darulhikme’nin İstanbul’daki genel merkezini ziyaret eden Kubeysî hanımlardan hadis ezberleme kısmından sorumlu Semer el-Aşşâ hanımın ağzından bizzat dinlediğimiz bu bilgilerin fazlası var. Bu hanımın anlattığına göre, bu talebeler aynı zamanda eğitim müddetleri süresince, sarf, nahiv, akîde, fıkıh, usul-i hadis, usul-i fıkıh gibi diğer ilimleri de okuyorlar ve ezberledikleri kitaplarda mezkûr ravilerin hocaları ve talebeleri hakkında da kanaat sahibiler. Bu bilgileri tahkik etmek isteyen için Suriye uzak bir yer olmadığı gibi, bu hareketin ilmî danışmanlığını yapan, Türkiye’deki ilim çevrelerinin yakından tanıdığı Nureddin Itr Hoca da bir telefon kadar yakındır. [53]

Bütün bu anlatılanların nasıl mümkün olduğu düşünülebilir. Elbette ki bunları mümkün kılan birçok sâikten söz edilebilir. Her biri hakkında belki sayfalarca yazı yazılabilecek bu sâikleri, inşallah müstakil bir makalede hadis açısından ele alarak “Hadis hıfzını mümkün kılan sebepler” başlığı altında inceleyeceğiz.

Not: Bu yazı Rıhle Dergisinin Temmuz-Eylül 2008 tarihli 2. sayısında yayınlanmıştır.



[1] Burada, Kur’ân lafzı ile, kendilerine gönderilen ilahî kitabı, ümmetler içerisinde yalnızca bizim ümmetimizin ezberlediği ifade edilmek istenmektedir.

[2] İbnu’l-Cevzi, el-Hassü alâ hıfzi’l-ilm ve zikru kibâri’l-huffaz, 35–36.

[3] Mesela bkz: Ahmed b. Hanbel, Müsned, XXXVIII, 466, (Hadis no: 23482).

[4] Bu hususta özetle de olsa bir fikir edinmek için şu nefis makaleye bkz: Muhammed Zahid el-Kevserî, Makâlâtu’l-Kevserî, “Mesâhifu’l-emsâr ve izamu inâyeti hâzihi’l-ümme bi’l-Kur’âni’l-Kerîmi fî cemî’i edvârihâ ” başlıklı makale, 101–114.

[5] Bizde olduğunun aksine, Arapçada “hafız” denildiği zaman yalnızca hadis hafızı akla gelmektedir. Kur’ân hafızına bir sıfat isim gibi “Hâmilu’l-Kur’ân” denilmektedir. Hatib, mutlak olarak hafız denildiğinde bu sözden yalnızca Ehl-i hadisin anlaşılacağını ve onlardan başkasına bu vasfın ıtlak olunamayacağını söyler. Bu, Ehl-i hadise ait en yüksek rütbedir. Bkz: Hatib el-Bağdadi, el-Câmi’ liahlâkı’r-râvî ve âdâbi’s-sâmi’, II, 248.

[6] Bkz: Hâkim en-Neysâbûrî, el-Medhal ilâ ma’rifeti Kitabi’l-İklîl, 83.

[7] İbn Ma’în’in sözünün farklı rivayetleri için bkz: Ebu Saîd İbnu’l-A’râbî, Mu’cemu İbni’l-A’râbî, Hâkim, a.g.e., 70; Ebu Ya’lâ el-Halîlî, el-İrşad fî ma’rifeti ulemâi’l-hadis, II, 595.

[8] Bu hususta geniş bilgi için bkz. Muhammed Mustafa el-A’zamî, Dirâsât fi’l-hadîsi’n-nebevî ve târîhi tedvînihi, ikinci ek, II, 595–601.

[9] Bu hususta daha geniş malumat için bkz: Sehavi, el-Cevâhiru ve’d-dürer fi tercemeti şeyhi’l-İslam İbn Hacer, I, 79–97; Suyuti, Tedrîbu’r-râvî fî şerhi Takrîbi’n-Nevâvî, I, 34-40; Abdülfettah Ebu Gudde, Risale fî umerâi’l-mü’minîne fi’l-hadîs, (kitabın sonundaki tetimme) s. 126–132. (Cevâbu’l-hâfız el-Münzirî ve Kelimât isimli kitaplarla beraber).

[10] Bkz: Abdurrahman b. Yahya el-Muallimî, el-Envâru’l-kâşife limâ fî kitabi “Advâ ala’s-sünne” mine’z-zeleli ve’t-tadlîli ve’l-mücâzefe, 227–228.

[11] Râmehurmuzî, el-Muhaddisu’l-fâsıl beyne’r-râvî ve’l-vâî, 397.

[12] İbn Abdilberr, Câmiu beyâni’l-ilmi ve fadlih vemâ yenbağî fî rivâyetihi ve hamlih, I, 296.

[13] Medine’ye yakın bir yer.

[14] İbn Abdilberr, a.g.e., I, 296.

[15] İbnu’l-Cevzi, el-Hassü alâ hıfzi’l-ilm, 107.

[16] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 105.

[17] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 81.

[18] İbn Ebi Hatim, el-Cerhu ve’t-ta’dîl, I, 63.

[19] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 89. Ayrıca bkz: Hâkim, a.g.e., 84.

[20] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., a.y.

[21] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., a.y.

[22] Zehebi, Tezkiratu’l-huffaz, I, 84. Benzer bir rivayet için bkz: Râmehurmuzî, a.g.e., 380; Ebu Hayseme Züheyr b. Harb en-Nesâî, Kitabu’l-ilm, 12; Sünenu’d-Dârimî, (Mukaddime), I, 428.

[23] Zehebi, a.g.e., I, 84.

[24] Üzerinde oynanmış, değiştirilmiş.

[25] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 65. Yakın bir rivayet için bkz: Hakim, a.g.e., 84.

[26] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 56.

[27] İbnu’l-Cevzi, Menakıbu’l-imam Ahmed, 76.

[28] İbnu’l-Cevzi, el-Hassü ala hıfzi’l-ilm, s. 58.

[29] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., s. 60.

[30] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 117.

[31] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 118.

[32] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 79.

[33] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 90.

[34] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 90.

[35] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 91.

[36] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 87-88.

[37] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 103-104.

[38] İbn Hacer, Hedyu’s-sârî mukaddimetu Fethi’l-Bârî, I, 510–511.

[39] İbn Hacer, a.g.e., 512.

[40] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 110.

[41] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 64.

[42] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 87.

[43] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 85.

[44] Müstemlî: Hadis meclisinde söze ilk başlayan, hadis rivayet eden hocaya ilgili hadisleri soran, daha sonra hocanın söylediklerini yüksek sesle söyleyerek hadis talebelerine duyuran kimseye denirdi. Önceden hadis imla eden muhaddislerin belli müstemlîleri olurdu.

[45] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 129.

[46] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 92.

[47] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 114.

[48] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 115.

[49] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 126.

[50] Ebu Hilal el-Askerî, el-Hassü alâ talebi’l-ilm ve’l-ictihadi fî cem’ihi, 93.

[51] Ebu Hilal el-Askerî, a.g.e., 75.

[52] Ebu Hilal el-Askerî, a.g.e., 94-95.

[53] Bu talebelerin hadis ezberleme programları ve eğitim süreleriyle ilgili bilgi almak isteyenler Nureddin Itr’ın “Fadlu’l-hadîsi’n-nebeviyyi’ş-şerîf ve cuhûdu’l-ümme fî hıfzihî” isimli kitapçığına bakabilir: 36-46.

[toggle title=”Yazar” state=”open” ]Mehmet Fatih Kaya mfatihkaya@hotmail.com[/toggle]

admin

Soru ve görüşleiriniz için İrtibat: fikiratlasi1@gmail.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.