GÜNAH HASTALIĞININ DEVÂSI
Kıymetli Kardeşlerim!
Eğer Allâhımız’ı zikre devâm edersek kalblerimizin mânevî hastalıklardan kurtulması yakındır. Çünkü zikrullah şifâu’l-kulûb’dür, “kalblerin şifâsı”dır. (1) Ali Ramazan ile berâber Sâmi Efendimiz Hazretleri’ne (ks) gitmiştik. Bir saat huzurlarında oturmak nasip oldu. Efendimiz (ks) kalkmamıza izin vermedi. Mübârek Sultânımızın o nârin eli elimin içindeydi. Bizleri de görmek istiyormuş. Ayrılmamıza müsaade buyurmadı. Sultânımıza eziyet olduğunun da farkındaydım. “Efendim müsaade buyurun da gidelim” diyordum, ama izin çıkmıyordu. “Zikir”, diyor, “Çok mühim Hasan Efendi. İhvanlara çokça târif edilsin. Zikir, önemine binâen Bakara Sûresi’nde, Cuma Sûresi’nde, Ahzâb Sûresi’nde ve birçok âyet-i kerîmede vurgulanmıştır.” “Ey îmân edenler, Allâh’ı çokça zikredin.” (Ahzâb, 33/41) Allâh’ı çok zikredelim ki kalb mutmain olsun. Zikir yolu ne güzel bir yol! Allah bizi zikirden-fikirden etmesin.
Efendimiz Hazretleri bir adama rastlar, ona günde ne kadar Lafza-i Celâl çektiğini sorar. Adam:
– Efendim, 3.000 zikrediyorum.
– Kaç senedir?
– 15-20 senedir, Efendim.
– Yazık demiş, Efendimiz.
Yani hiç değilse kalbe 1.000, ruha 2.000, sırra 3.000, hafîye şu kadar olsa iyi olmaz mıydı? Kazâ namazına devâm edilmeli idi. Biz sâlikiz, dervişiz; söz verdik, zikir niye bu kadar az, diyor. Peygamberimiz (sav): “İnsanlar sizi mürâî, mecnun zannedinceye kadar Mevlâ’yı çokça zikredin.” buyuruyor. (2)
* * *
Bâyezid-i Bistâmi (ks) bir gün tımarhânenin yanından geçerken tabibin ilaç yaptığını görür. Doktora:
– Ne yapıyorsun öyle? diye sorar. Doktor:
– Delilere ilaç hazırlıyorum, der. Bayezid (ks):
– Günah illetine tutulmuş olanlara, günah sebebiyle hasta olanlara da bir ilacınız var mı, diye sorar. Doktor şaşırıp kalır.
– Ne zor bir suâl sordun. Bir doktora bu suâl sorulmaz ki, deyince Bayezid-i Bistami’ye o anda hafiften bir büyüklük hissi sirâyet eder.
O anda delinin birisi çıkagelir:
– Efendim, biraz beklerseniz cevâbını ben vereyim, der. Doktor bakar ki sesin sahibi deliliği en fazla olan bir adam. Doktor Bayezid’e:
– Gidin efendim, der. Deli:
– Allah rızâsı için gitmeyin efendim! Ben derdimin devâsını sizde buldum. Sizin sorduğunuz soruya cevâbı da ben haber vereyim, der.
Deli, belinde bir kasnak, ayaklarına zincirler geçirilmiş bir vaziyette Bayezid’in (ks) yanına gelir.
Bayezid’e (ks): “Buyurun efendim, buyurun neyi sormuştunuz?” der. Bayezid (ks):
– Oğlum! Günah sebebiyle insan hasta olur. Hırs var, tamah var; fuhuş, adâvet, riyâ, süm’a, hasetlik, kibir var. Bunlardan kurtulmayınca insan, insan olamaz. Ben, bu derdin devâsını soruyorum.
– Çok güzel bir suâl soruyorsunuz efendim. İnşâallah cevap vermeye gayret edeyim: Efendim, “Tövbe kökünü, istiğfar yaprağı ile karıştırın. Sonra gönül havanında/çanağında tevhid tokmağı ile dövün. İyice un gibi olsun. Belki içeride irisi kalır; insaf eleğinden de geçirin. Bu şekliyle de tabiî yenilmez. Bu karışımı da gözyaşı ile yoğurun. Seherde kalkıp boynunuzu Mevlâ’ya bükün. Gözlerinizden yaşlar dökün. Allâh! Allâh! Estağfirullâh! deyin. Bu hamur da tam olmaz. Mârifet balından katarak kanâat kaşığıyla gece gündüz yemeğe ehemmiyet gösterin.
Bayezid, delinin gözlerinin içine bakar ve şöyle der:
Ehl-i irfânım deyu kimseyi tân etme sen
Defter-i dîvâne sığmaz söz gelir dîvâneden.
Cenâb-ı Rabbi’l-Âlemîn, bizleri mâsivâdan yüz çevirip huzurla kendisini zikreden kullarından eylesin. (Âmin)
Hamd olsun âlemlerin Rabbi olan Allâh’a.
Kaynaklar:
1 – Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, I/505.
2 – Ebû Nuaym, Hilye, III/80-81; Müsned, III/68.
Yazar: Yahyalılı Hacı Hasan Efendi K.s.(Kalemdar)