Faizsiz bankaların finansman kullandırma yöntemleri – Prof. Dr. Hamdi Döndüren
Faizsiz finans kurumları ile tasarruf sahipleri arasındaki ilişki, “Mudarebe (emek-sermaye ortaklığı)” esasına dayanır. Finans kurumu işletmeci (mudarib), bu işletmelerin kâr-zarar katılım fonlarına para yatıranlar ise, sermaye (re’sülmal) sahibi tarafını oluşturur.
İşletme, çeşitli vadelerde yatırılan sermayeleri, vadesine göre, 3 veya 6 ay, 1 yıl, 3 yıl gibi kâr-zarar katılım fonlarında toplar ve bunları vade sonundan önce geri dönecek şekilde finansman olarak müteşebbislere kullandırır. Finans kuruluşlarının para kullandırma yöntemleri genel olarak dört maddede toplanabilir: Mudarebe, Muşareke, Murabaha ve Leasing (finansal kiralama). Bunları kısaca açıklayacağız.
1- Murabaha: Peşin parayla mal alıp vadeli satma yoluyla finansman kullandırma yoludur. Burada faizsiz banka müşteriye verdiği vekâletle daha önce satış şartları üzerinde yapılan anlaşmaya uygun olarak malı satın alma, kendine devir ve temlik etme yoluyla murabaha muamelesi yapmaktadır. Murabahada piyasa şartları faizsiz bankayı vade farkı oranlarını hesaplamada banka faiz oranlarına yakın vade farkı uygulamasına zorlamaktadır. Bunun sonucu olarak da dağıtılan kâr oranları faiz oranlarına yakın gerçekleşmektedir. Bu durum Osmanlı Devleti döneminde gelişen para vakıflarının murabaha uygulamasında da görülmektedir. Nitekim elimizdeki bir murabaha uygulama vakfiyesindeki şu ifadeler bunu gösterir:
“Yukarıda adı geçen vakfedici kadın, miktarı belirtilen 91.000 gümüş dirhemin, ne eksik ne de fazla olmamak üzere, yılda her 10 dirheme, 1,25 dirhem (yıllık %12,5) hesabı üzere, faiz (riba) ve faiz şüphesinden uzak bir şekilde, İslâm’a uygun bir muamele (muamele-i şer’iyye) ve günlük rayiç bedeller (murabaha-i mer’iyye) uygulanarak, kâr (rıbh) getirecek şekilde işletilmesini şart koştu. Bu muamele sağlam rehin veya varlıklı kefil güvencesi ile güçlendirilir.” [1]
Vakıf paralarda kâr getirisi vakfın hayır cihetine harcandığı için anaparanın artması ve vakfın gelişip büyümesi amaçlanmıyordu. Bu yüzden kâr miktarı belli olan ve mala konan ipotekle de alacaklar, zarar riski bulunmayan bir güvenceye bağlanan murabaha günümüz faizsiz bankacılığının ana muamelesi haline gelmiş ve son yıllarda %95’in üzerine çıkmıştır. Bu yöntem faizsiz bankaları konvansiyonel bankacılık sistemine yaklaştırmıştır. Ancak sistemin büyümesi için Ahmad en-Neccar’ın da bir sempozyumda dile getirdiği gibi İslâm bankalarının %40’ın üzerinde emek sermaye (mudarabe) yöntemine yönelmesi gerekir.
2- Mudarebe: İslâmî finans kurumunun havuzdaki paranın önemli bir bölümünü piyasada dürüst iş yapan girişimcilerle emek sermaye ortaklığı yoluyla işletmesi beklenir. Meselâ; ihracat işi yapan bir müteşebbis, bir yıllık fondan 500 bin doları mudarebe yöntemiyle alıp, yıl boyunca üç defa ihracat işi gerçekleştirse ve yılsonunda 150 bin dolar kâr elde etse, anlaşma gereği kârın % 20’si olan 30 bin doları alma hakkı bulunur. Geri kalan anapara ve 120 bin dolar kâr da finans kurumuna iade edilir. Buna göre kurum, döviz bazında % 25 gelir elde etmiş bulunur. Böyle yüksek bir gelir sağlayan mudarebe havuzuna tasarruf sahiplerinin yıllık, iki veya üç yıllık vadelerle kaynak sağlaması mümkün hale gelir. Sermaye sahibinin bu gibi işlemleri izleme, her aşamada kontrol etme ve gerektiğinde riskler için sigorta ettirme hakları bulunduğu için zarar riski en aza indirilebilir.
İslâm’daki “emek-sermaye ortaklığı (mudarebe)” yöntemi doğu ve batının ileri ekonomilerinde “risk sermayesi (venture capital)” adıyla modernize olmuştur. Bu yöntem özellikle ABD, İngiltere, Japonya, Kanada ve Almanya gibi ülkelerde ileri teknolojiyi geliştiren itici bir güç olmuştur. Çünkü bilim adamı ve girişimci şirketin bilanço kârından % 20 dolaylarında pay alması, her gün yüzlerce yeni projelerin, keşif ve icatların etkeni olmuştur.
ABD’de emek-sermaye ortaklığının öncüsü sayılan Harvard Üniversitesi hocalarından General Doriot’un şu sözleri dikkat çekicidir: “Yaratıcı ve uzak görüşlü genç insanları arayınız. Bu insanların proje ve fikirlerine sermaye ile, hatta sermayeden de önemli olarak, onların teknoloji üretme vasıflarına duyacağınız saygı ile hayat veriniz. Amacımız yeni keşif ve icat yapabilen insanlar ve bu insanların şirketlerini yoktan var etmek olmalıdır. Kâr, amacımız değil mükâfatımızdır…” Doriot’un yönettiği risk sermayesi şirketi (ARDC), 1957’de Digital Equipment Co. (D.E.C) isimli girişimci şirketi desteklemeye karar verir. Desteklenecek şirket, başlangıçta yalnız fikir ve proje üreten yoksul, fakat yetenekli iki mühendisten ibarettir. Doriot’un şirketi, girişimci şirketin (D.E.C) % 78 hissesini 70 bin dolar karşılığında almış, 15 yıl sonra yani 1972’de kâr payı olarak 350 milyon dolar kazanmıştır. Bu, anaparanın dolar hesabıyla beş bin katına yükseldiği anlamına gelir.[2]
3- Muşareke (sermaye) ortaklığı: Finans kuruluşu bazı projeler için kendi öz sermayesi ile vadesi uygun olan katılım fonundan da sermaye koyarak, yatırım yapabilir. Elde edilen kâr, ana sözleşmedeki ölçülere göre paylaşılır. Ancak faizsiz bankanın bu iş için kendi bünyesinde ticaret yapan birimler oluşturması ve piyasaya açılması gerekir.
Günümüzde faizsiz bankacılığın ziraat ortakçılığı (muzâraa), bağ-bahçe ortakçılığı (musâkât) ve ağaç dikimi ortakçılığı (mugârase) yöntemleriyle tarım alanına da girme zamanı gelmiştir. Nitekim Hz. Peygamber Hayber toprakları üzerinde ziraat ortakçılığı esasını uygulamıştır.[3] Ebû Cafer Muhammed İbn Ali’den şöyle dediği nakledilmiştir: “Ehl-i beytten Medine’ye hicret eden hiçbir kimse yoktur ki, çıkacak ürünün, üçte biri veya dörtte biri ile ziraat ortakçılığı yapmış olmasın.”[4]
Buna göre faizsiz bankalar bünyelerinde istihdam edecekleri ziraat teknisyeni, mühendisi ve benzeri girişimciler eliyle emek ve sermaye katkısı sağlayarak, çıkacak ürünü paylaşma esasına dayalı ortaklıklar tesis edebilirler. Faizsiz banka bünyesinde oluşturulacak özel fonlarla bu sektörlere girildiğinde, tasarruf sahiplerine faizin çok üstünde kâr dağıtma imkânı olunca, sistemin hızla geliştiği görülecektir.
5- İstisna’ (eser) sözleşmesi: Toplum hayatında kimi mal, eşya ve ekipman sipariş verilerek özel olarak imal ettirilir. Günümüzde inşaat ve sanayi sektöründe pekçok imâlâtlar ölçü ve nitelikleri belirlenerek üretilmektedir. Yine tren, gemi, uçak, tır, fabrika bina ve donanımı gibi araç ve tesisler proje ve şartnamesi hazırlanarak müteahhit kişi veya firmalara yaptırılmaktadır. Burada, selem sözleşmesinde olduğu gibi sipariş bedelinin peşin verilmesi şart değildir. Ancak, sipariş bedelinin bir bölümünün işin başında peşin verilmesi, bundan sonra hakedişlere göre ödeme yapılması mümkündür.
Günümüzde faizsiz bankaların “eser sözleşmesi” çerçevesinde istisna akdi alanına girerek bu sektörde de yerini alması gerekir.
Bir sukuk bono ihraç edebilmek için borçlunun önce bir varlık sahibi olması gerekir. Bu varlığa istinaden ihraç gerçekleşir. Örneğin, ilk uygulamanın hayata geçtiği Malezya’da, Federal Malezya Arsa Ofisi’nin elindeki arsalar, kurulan bir kamu varlık şirketine satılmış,
Standart olan üretimlerde bunun paranın tamamı peşin mal veresiye olmak üzere “selem akdi” ölçüleri içinde değerlendirilmesi de mümkündür.
6- Sukuk uygulaması: Günümüzde Mudarebe, Muşareke, İcâre hatta İstisna’ sözleşmelerine dayalı olarak ihraç edilen bu menkul değerlere “kâr veya gelir ortaklığı senedi” diyebiliriz. Sukuk veya faizsiz menkul kıymet kullanımı son yıllarda oldukça yaygınlaşmıştır.
Sukuk bonolar yani varlığa dayalı faizsiz tahviller, Malezya’nın buluşudur. 2002 yılında Malezya hükümeti tarafından ihraç edilen sukuk bonolara yönelik ilgi Pakistan, Bahreyn, Brunei Sultanlığı, Katar gibi birçok bölge ülkesinin de konuyla ilgili harekete geçmesini, gelişmiş ülke sermaye piyasalarının da bu yeni yatırım enstrümanına uygun ortamlar yaratmasını sağlamıştır.
Bir sukuk bono ihraç edebilmek için borçlunun önce bir varlık sahibi olması gerekir. Bu varlığa istinaden ihraç gerçekleşir. Örneğin, ilk uygulamanın hayata geçtiği Malezya’da, Federal Malezya Arsa Ofisi’nin elindeki arsalar, kurulan bir kamu varlık şirketine satılmış, arsalar daha sonra Malezya hazinesine kiralanarak kira geliri kontratları yaratılmıştır. Bu kira gelirlerine dayalı olarak ihraç edilen sukuk bonolarla da menkul kıymetleştirme yapılmıştır.
Sukukta yer alan hak-iddia sadece nakit akışı hakkı değil aynı zamanda mülkiyet hakkıdır. Bu, sukuku geleneksel bonolardan ayırır. Geleneksel bonolar faiz taşıyan menkul kıymetlerden oluşurken, sukuklar temel olarak varlık sepetinde sahiplik hakkından oluşan yatırım sertifikalarıdır.
Şunu da belirtelim ki sukuk uygulaması gerçek ortaklık, istina’ akdi, alım satım gibi İslâm hukukunun esaslarını belirlediği uygulamalara dayalı olarak yapılmalıdır. Örneğin ülkemizde yapımı öngörülen 3 ncü köprü, baraj, Kanal İstanbul, tüneller, otoyolları, hızlı tren projeleri, havaalanı, hastane ve kamu binaları yapımı, kentsel dönüşümler ve üniversite inşaatları ve benzerleri için sukuk ihracı yoluyla kaynak sağlanabilir. Bu gibi projeler halkın tasarrufları ile daha kısa sürede hayata geçirilebilir. Bankalar da bu gibi para hareketlerini hizmet bedeli karşılığında toplama, dağıtma ve işlemleri izleme faaliyetlerine katkıda bulunabilir.
Sonuç olarak İslâm’da nakit para kaynaklarının, faizsiz yöntemlerle doğrudan reel ekonomide kullanımını sağlayacak alternatif finansman enstrümanları vardır. Bunların güncellenerek geliştirilmesi gerekmektedir. Bu çalışmalar, aynı zamanda para gücünün doğrudan reel ekonomide kullanımını sağlayacaktır.
[1] Orijinal metin için bk. Bursa Şer’iyye Sicilleri, A 21/27, 33a.
[2] Bk. Tansu Çiller-Murat Çizakça, Türk Finans Kesiminde Sorunlar ve Reform Önerileri, Neşr. İSO. İstanbul 1989, s. 152; Hamdi Döndüren, “İslâm Bankacılığı ve Reform Önerileri”, İslâmî Araş. Dergisi, c. VI, sy. 1, yıl, 1992; Çiller-Çizakça, age, s. 128, 129.
[3] Buhârî, Hars, 14; İcâre, 3.
[4] Buhârî, Hars, 8.