Ey Hızır! Vaktidir….
Günün güneşini, Muhabbet demler geceye…
Varlığımızı dokur ruha…
“Muhabbet, şu kâinatın bir sebebi-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır. Hem şu kainatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan, kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kainatı istilâ edecek bir muhabbet o meyvenin çekirdeği olan kalbine dercedilmiştir.” (24. Söz. 5. Dal. 1. Meyve)
Bildik ki muhabbet sabırdır;
Cihattır;
Kendinden feragat, tabiine adanıştır…
Muhabbet menbaından dökülür mana sözleri:” Ne acayip iştir, sevdiğini söylüyorsun; ama isyan ediyorsun. Seven sevdiğine itaat eder.”(Rabiatül Adeviyye)
Bizde diyoruz ki:“ Her sevgi beyanı bir iddiadır; iddialar ise ispat ister”
Bizler evvela “bela: evet” diyerek ahdettik Rabbimizin ithamına…
Tabi olduk bu Hak yola…
Muhabbet şerbetini içmek adına ve bunu İspat adına dedik “bela”.
O ki: ne istersen benden, buyur Ya RABB! “ala ra’si ve’l-ayni/başım gözüm üstüne” demekti…
Niye unuttuk ki? Neden unutturduk?
Kendimize düşünce unuttuk sözümüzü, bıraktık masivaya özümüzü…
Hani su gibiydi ya insan, dünya kabına büründü de hatırdan çıkardı dününü ruhlar…
Neyse Bırakalım bugünün bulanmışlığını isteyene; dünün berraklığına, Mevlamızın yanına dönelim gelin…
Bir tevbe sıcaklığında muhabbet ikramı adına “estağfurullah” diyelim.
Can’a can olma yolunda ve en candan…
Kutlu bir yolculuğumuz var.
Ey Hızır! Vaktidir, Allah’ın izniyle buyur… Hicretimiz seni bekliyor.
Aleyhisselam Musa’ya yoldaş olur gibi…
Doğruyu gösteren yol oluşun gibi…
Sabrımızı tutan imtihan gibi…
Buyur vaktidir!
Kutlu günün arefesindeyiz. Bir dahi lütuflarla açtı kapıyı Mevlam.
Sesimize ses vererek hamd ile buyur… Rasulullaha utançlarımız var sunamadığımız, eksik kalan vefamız var yaşayamadığımız,” canlar feda” deyişimiz var hicretine, Ali(ra) oluşumuz var diyemediğimiz…
Varımızla yoğumuzla adanışımız var başka kapı bilmediğimiz…
Gün hicret günüdür, mübarek olsun…
Malumumuzdur ki Efendimiz(sav)in Mekke’den Medine’ye hicreti hicri yılın ilk ayı olarak kabul edilmiştir. Bu da Muharrem ayının 1. günüdür.
“Muharrem ayının İslam tarihinde belli başlı üç önemli özelliği vardır. Birincisi oruç, ikincisi Hicri takvimin başlangıcı olması, diğeri de Hz. Hüseyin ve evlatlarının Kerbela’da şehit edilmesidir.
Muharrem ayında tutulan oruç tarihi seyri yönüyle de bir özellik taşıyor. Peygamberimiz Medine’ye hicret ettikten sonra Medine’de yaşayan Yahudilerin oruçlu olduğunu öğrendi. O gün Muharrem ayının 10. günü Aşura günüydü. “Bu ne orucudur?” diye sordu. Yahudiler, “Bugün, Allah’ın Musa’yı düşmanlarından kurtardığı, Firavun’u boğdurduğu gündür. Hz. Musa (a.s.), bir şükür olarak bugün oruç tutmuştur” dediler. Peygamberimiz onlara, “Biz, Musa’nın sünnetini yaşatmaya sizden daha çok yakınız ve hak sahibiyiz” diyerek kendisi ve Müslümanlar o gün oruç tuttular. O yıl henüz Ramazan orucu farz olmamıştı. Fakat ertesi sene Ramazan orucu farz kılınınca Müslümanların oruç ayı Ramazan oldu. Aşura günü orucu konusunda ise Peygamberimiz herkesi serbest bıraktı, “İsteyen tutar, isteyen tutmayabilir” dedi. Böylece bu oruç, müstehab bir oruç olarak kaldı. Bilgin sahabelerden İbni Abbas’ın rivayet ettiği bir hadiste de ifade edildiği üzere, bir karışıklığa meydan vermemek ve Yahudilere benzememek için Aşura gününden önceki günle sonraki gün ilave edildi, böylece üç gün oruç tutmak sünnet olarak uygulanır oldu.
Dolayısıyla ne Peygamberimiz, ne Sahabiler, ne mezhep imamları ve müctehidler, ne de daha sonraki İslam âlimleri Muharrem ayının ilk on günü oruç tutulması konusunda bir beyanda bulunmamışlardır. Bunun dışındaki bir uygulamanın İslam ibadet tarihinde bir yerinin ve kaynağının olmadığını söylemek gerekir. Muharrem ayının İslam tarihinde bir takvim başlangıcı olması, Hz. Ömer’in halifeliği döneminde tespit edilmiş, o tarihten bu yana pek çok İslam ülkesince kullanılagelmiştir.
1 Muharrem’in Hicrî yılbaşı olması, Noel kutlaması gibi bir geleneği olmamakla beraber, yılın ilk günü olması açısından bir önemi de bulunmaktadır.
Kur’andan ise Muharrem’in ayının farklı bir özelliğinden söz edilir. Tevbe Sûresinde (âyet:36), “Allah katında ayların sayısı, gökleri ve yeri yarattığı gün Allah’ın yazdığı şekilde, on ikidir. Bunlardan dördü haram aylarıdır, dosdoğru hesap işte budur” şeklinde bildirildiği gibi, bu dört aydan biri de Muharrem ayıdır. Haram ayları, değerli, önemli ve bu yönüyle de farklı özelliği olan aylardır ve o aylara karşı saygılı olunması bildirilmiştir. Peygamberimizin ifadesiyle
“Şehrullahi’l-Muharrem- Allah’ın ayı Muharrem” olarak bilinen Muharrem ayı, İlahi bereket ve feyzin, bollaştığı bir aydır.
Allah’ın ayı, günü, yılı olmaz, ama Allah’ın rahmetine ermenin önemli bir fırsatı olduğu için Peygamberimiz tarafından bu şekilde bildirilmiştir. Muharrem ayının peygamberler tarihinde de ayrı bir yeri vardır. Başta Hz. Adem olmak üzere, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. Davud, Hz. Yakub, Hz. Yusuf, Hz. Eyyub, Hz Yunus ve Hz. İsa gibi peygamberler Aşura günü, özel olarak bazı nimetlere ermişler, bazı sıkıntılardan kurtulmuşlardır. Bu yönüyle bir yıl dönümü kabul edilmektedir. Hz. Hüseyin (r.a) ve evlatlarının hunharca şehit edilmesi meselesine gelince, esas itibariyle şehitler mükâfatını almış, en yüce mertebelere ulaşmıştır, Yüce Allah’ın da zalimlere hak ettikleri cezayı en âdil bir şekilde vereceğinden şüphemiz yoktur. Kaderî hükme boyun eğen her mü’min bu olaya üzülür, ancak itidalini ve soğukkanlılığını kaybetmez. Duyguları onu birtakım taşkınlıklara götürmez. Çünkü meydana gelen bütün olaylar ezelî takdirin bir hükmüdür. Bu açıdan bunu bir “yas merasimi” haline dönüştürmek sünnetin ruhuna uygun düşmemektedir. “(Mehmet. Paksu. Mübarek Aylar, Günler ve Geceler; Peygamberimizin Ramazan’ı ve Oruçları)
Gel ey Muharrem, Hasanların, Hüseyinlerin, nicelerin seni bekliyor…
Geçip gitmeden, tükenip keşke demeden varın bu ayı ayakta karşılayalım.
Teheccüdümüzü bu geceler de ona adayalım.
Merve DİKİCİ