TasavvufTüm YazılarYazi Atlasi

ESAD ERBİLİ HAZRETLERİ KİMDİR?

Hicrî 1264 (m. 1847) senesinde Musul vilâyetinin Erbil kasabasında doğmuştur. Babası Erbil’deki Hâlidî tekkesi şeyhi Muhammed Saîd Efendi’dir. Dedesi, Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri’nin halîfesi Hidâyetullah Efendi’dir. Hem baba, hem de anne tarafından Seyyid’dir.

Es‘ad Efendi Hazretleri zâhîrî ilimleri genç yaşta ikmâl etti. Babasının irşad zamanına yetişemediği için zamanın kutb-i irşâdı Tâhâ el-Harîrî Hazretleri’ne intisâb etti. Bir sene sonra tarîkate girmek isteyenlere ders tâlimine mezun oldu. Beş sene sonra da üstâdının emriyle onun makâmında irşâda başladı. Es‘ad Efendi Hazretleri icâzet aldığı 1875 senesinde, hac vazifesini îfâ etmek üzere Hicaz’a gitti. Hacda iken şeyhinin vefâtını öğrenmesi üzerine, İstanbul’a geldi. Hâlinin kemâlini gören kadirşinas insanlar, etrâfına toplanmaya başladılar.

Fâtih Câmi-i Şerîfi’nde verdiği derslerde ilmî kemâli de fark edilince Bâyezid dersiâmlarından Hoca Yektâ Efendi ve benzeri önde gelen bâzı zevât kendisine intisâb etti. Yüksek ilim, irfan ve fazîleti kısa zamanda bütün İstanbul’da duyulan Es‘ad Efendi’yi, Sultan 2. Abdülhamid’in damadı Hâlid Paşa, saraya dâvet etti ve kendisinden bir buçuk sene kadar Arapça ve dînî ilimler tahsil etti.

NAKŞİBENDİYYE’DEN SONRA KADİRÎ İCAZETİ ALDI

Es‘ad Efendi Nakşibendiyye’den icâzetli iken, ayrıca Abdülhamid Birifkànî’den Kâdirî icâzeti aldı. Daha sonra Kelâmî Dergâhı’na tâyin edilerek orada irşad faaliyetlerine devam etti. Fâtih ulemâsından ve diğer kesimlerden çok sayıda kişi kendisine intisâb ederek sohbet ve zikir halkalarına katıldı. Bunlar arasında, daha önceleri tarîkate intisâbı sapıklık sayanlar da bulunmaktaydı. Bunlar, Es‘ad Efendi’nin derslerine devam ettikçe, bu tür taassuplardan vazgeçerek samimî birer mürîd oldular.

OSMANLI SULTANLARI İLE TANIŞMASI

Dergâha gelip gidenler arasında âlimler, reîsü’l-kurrâlar, dersiâmlar, paşalar, yüksek idâreciler, zâbitler ve münevverlerden tutun da, halkın her sınıfından insan vardı. Yüksek rütbeli subaylar, memurlar ve zenginler, eski ve solmuş elbiseler giyen yoksullarla gerçek bir din kardeşliği içinde diz dize otururlardı. Es‘ad Efendi Hazretleri’nin ilmî ve mânevî liyâkatini gören Sultan 2. Abdülhamid Han, onu Meclis-i Meşâyıh 3 âzâlığına tâyin etti. Es‘ad Efendi Hazretleri, Sultan Mehmed Reşadzamanında ise bu meclisin reisliğine tâyin edildi. Sultan Reşad’ın da muhabbetini kazanan Es‘ad Efendi, “Surre Emîni” olarak hacca gönderildi.

GÜLER YÜZLÜ, VAKAR SAHİBİ VE TATLI SÖZLÜYDÜ

Es‘ad Efendi Hazretleri insanların irşâdı ve terbiyesi için çok gayret sarf ederdi. Daha fazla insana hidâyet ulaştırmak ve hizmet edebilmek için İstanbul’un ve diğer şehirlerin en ücrâ köşelerine kadar gider veya halîfelerini gönderirdi. Kelâmî Dergâhı’nın yanında başka dergâhlarda da irşad faaliyetleri olurdu. Bu sebeple Anadolu’nun her tarafında talebeleri olduğu gibi Bosna ve Arnavutluk’a kadar tesiri uzanmıştı.

Es‘ad Efendi Hazretleri, güler yüzlü, tatlı sözlü, vakar sahibi, kadri yüce bir Hak dostu idi. Onun en dikkat çeken yönü, eserlerinde de kendini gösteren tevâzû, mahviyet, şefkat ve nezâketidir. O, kendisinde kesinlikle bir varlık görmezdi. Hiçliğe bürünmüş, zarif gönlü vuslat arzusuyla yanıp kavrulan bir Hak âşığı idi. Muhâtaplarına hep şefkatle hitâb eder, dâimâ nâzik ifâdeler kullanırdı.

ES’AD ERBİLÎ HAZRETLERİ’NİN EDEBİ YÖNÜ

Es‘ad Efendi Hazretleri, maddî ve mânevî yönden engin bir kültüre sahipti. Bütün İslâmî ilimlere vâkıftı. Rûhunu büyük ahlâkî meziyetlerle tezyîn etmişti. Edebî yönü de kuvvetliydi. Bilhassa şiirlerindeki ilâhî aşk terennümleri, zirve teşkil edecek derinlikteydi. Onun dört dilde pek çok şiir ihtivâ eden Dîvân’ından bir şiiri teberrüken burada zikretmek istiyoruz:

Tecellâ-yı cemâlinden habîbim nev-bahâr âteş! 
Gül âteş, bülbül âteş, sümbül âteş, hâk ü hâr âteş!

“Habîbim, Sen’in güzelliğinin tecellî ederek ortaya çıkmasından dolayı, Sana âşık olan ilkbahar dahî ateş kesilmiş! Gül ateş, bülbül ateş, sümbül ateş, toprak ve diken bile aşk ateşi içinde!..”

Şuâ-ı âfitâbındır yakan bilcümle uşşâkı; 
Dil âteş, sîne âteş, hem dü çeşm-i eşk-bâr âteş! 

“Bütün âşıkları yakan, o mübârek yüzünün Güneş gibi parlak nûrudur… Bu sebeple gönül ateş, kalp ateş, aşkınla ağlayan şu iki göz dahî ateş!..”

Hayâl-i şem‘-i rûyinle acep mi yansa cân u dil? 
Nigârım gel de gör kalbimde âteş, âh u zâr âteş! 

“Güzel yüzünün hayal ve hasretiyle can ve gönül yanıp kavrulsa, bunda şaşılacak ne var?! Habîbim gel de kalbimdeki, feryâdımdaki ateşi gör!”

Ne mümkün bunca âteşle şehîd-i ışkı gasletmek?!
Cesed âteş, kefen âteş, hem âb-ı hoş-güvâr âteş! 

“Bu kadar ateş içinde aşk şehîdini gasletmek ne mümkün?! Zira ceset ateş, kefen ateş, tatlı su bile ateş kesilmiş!”

Ben el çektim safâ-yı hâtır u ârâm-ı cânımdan,
Safâ âteş, cefâ âteş, firâr âteş, karâr âteş! 

“Ben gönlümün safâ bulup rahata kavuşması arzusundan vazgeçtim. Zira safâ ateş, cefâ ateş, kaçmak ateş, kalmak ateş!”

Ne yapsam bu dil-i mahzûnu mesrûr eylemem şâhım,
Gam âteş, gam-güsâr âteş, temennâ-yı mesâr âteş!

“Sultânım! Ne yapsam bu mahzun gönlümü sevindiremem! Zira dert ateş, dert ortağı ateş, hattâ sevinme arzusu bile ateş!”

Ümîd-i âfiyet besler mi Es‘ad yârdan hâşâ!
Saçar oldukça gözden ol nigâr-ı gül-izâr âteş. 

“O gül yüzlü güzel Sevgili, gözlerinden aşk ateşi saçıp dururken -hâşâ- Es‘ad hiç Yâr’inden kendisine rahatlık ve huzur vermesini ümid edebilir mi?!”

Bu misalden de anlaşılacağı üzere Es‘ad Efendi Hazretleri’nin şiirleri ve mektupları, hep bir gönül yangınını ifâde eder. Onun dertli gönlünden yükselen yanık feryatlar, sanki Mevlânâ Hazretleri’nin “Hamdım, piştim, yandım!” sözünün müşahhas bir misâli ve bir aks-i sadâsıdır.

ZEHİRLENEREK ŞEHÎD EDİLDİ

Osmanlı Cihan Devleti’nin sona erip Cumhuriyet’in kurulduğu yıllarda tekkelerin kapatılması üzerine sokağa çıkmamaya karar veren Es‘ad Efendi Hazretleri, Erenköy’deki hânesinde inzivâya çekildi. Ömrünü Allah yolunda hizmet ve irşadla geçiren Es‘ad Efendi Hazretleri, maalesef mâruz bırakıldığı ağır bir zulmün neticesinde zehirlenerek 84 yaşında şehîden vefât etti. (3-4 Mart 1931 gecesi)

VEFÂTINI BEYTİNDE HABER VERMİŞTİ

Es‘ad Efendi Hazretleri sanki kendi istikbâlini, yani şehîden vefât edeceğini şu beytinde kerâmeten haber vermekteydi:

Ne mümkün bunca âteşle şehîd-i ışkı gasletmek?!
Cesed âteş, kefen âteş, hem âb-ı hoş-güvâr âteş!

Cenâb-ı Hak cümlemizi şefâatine nâil eylesin! Âmîn!

Ancak Hak dostları, fânî hayatlarından sonra da irşadlarına devam ederler. Onlar eserleriyle, mektuplarıyla, şiirleriyle ve en mühimi de  yetiştirdikleri kâmil insanlarla mânevî hayatlarını mü’minlerin gönüllerinde sürdürürler.

Es‘ad Efendi Hazretleri’nden bize kalan en mühim mîraslardan biri, onun mektuplarındaki kıymetli îkazlar, irşadlar ve hikmet dolu ifâdelerdir.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları.

admin

Soru ve görüşleiriniz için İrtibat: fikiratlasi1@gmail.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.