Ermeni Soykirimi Yoktur Var Diyen Biraz Tarih Okusun
Ermeniler ve onların içimizde yaşayan köksüz yerli işbirlikçileri tarafından uydurulan ve her sene Nisan ayının sonlarında herkesi rahatsız etmeyi bir şey zanneden tarih fukaralarının sözde Ermeni katliamının 100. senesini idrak ediyoruz. Ben de bu meseleye kayıtsız kalamadım ve bu hafta sayfamı bu mevzuya ayırdım. Ancak herkes gibi hadiseyi anlatarak değil biraz farklı bir yönden yani mağdur Ermenilerin yerine bu meseleler bahane edilerek şehit edilen bir vatan kahramanını, Yozgat Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Beyin trajedi dolu akıbetini sizlerle paylaşıyorum. Buyurun lütfen;
Bu sene Ermeni komitacılar tarafından şehit edilen bir vatan evladının şahadete ermesinin 95. senesidir. Yozgat Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey (sonradan Şehit Kemal Bey diye anılacaktır) Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki Mütareke döneminin işgal altındaki İstanbul’unda, işgal güçlerinin, Ermeni azınlığın ve bir kısım bürokrasinin işbirliği ile Birinci Dünya Savaşı sırasındaki Ermeni tehcirleri esnasında yaşananlar için bir sorumlu (veya “günah keçisi”) arayışına girdikleri bir dönemde yargılanarak idam edilmiş bir mülki amirdir.
T.B.M.M.’nin 14 Ekim 1922’de çıkardığı özel bir kanunla ilk ‘Milli Şehit’ ilan edilmiş ve zaman içinde, zor şartlarda görev yapan yerel mülki amirin sembolü ve kahramanı haline gelmiştir. Bugün Yunanistan sınırları içinde bulunan Yenişehir’de doğmuş ve 1. Dünya Savaşı yıllarında Boğazlıyan Kaymakamı ve Yozgat Mutasarrıf Vekili olmuştur. Kemal Bey, Ermeni tehcirinde görevini kötüye kullanarak ölümlere sebep olduğu iddiasıyla, idamla yargılanmıştır. İşgal şartlarında cereyan eden mahkemede, çoğunluğunu Ermeni komitecilerin teşkil ettiği ve İngiliz Yüksek Komiserliği’nin ve Rum-Ermeni Şubesinin temin ettiği birçok yalancı şahit çıkarılarak, akıl ve mantığın kabul etmediği bir sürü suç uydurulmuştur.
Mahkemede sanık sandalyesinde bulunan ve avukatlığını Saadettin Ferit Bey’in yaptığı Kemal Bey’in savunması ise tarihe geçmiştir. Şöyle diyor mahkemeye verdiği savunmasında Kemal Bey;
“Düne kadar hâkimler heyeti halinde olan sizler, şu dakikada bir tarih mahkemesi sıfatını almış bulunuyorsunuz. Ermeniler tarafından öldürülen dindaşlarının ve soydaşlarının matemi Müslümanların yüreklerinin sızlattığı ve her gün gelen kara haberlerin halkı tahrik etmekten geri kalmadığı malumdur. Ermeniler ise, Rus Ordularının kâh önüne geçerek, kah arkasında kalarak, ekseriya memleketin asker kuvvetinden mahrum kalmasına güvenerek facialar meydana getirmekten çekinmiyorlardı. Yozgat vilayeti dâhilinde sevk edilen bazı Ermeni – Muhacir kafilelerine, Ermenilerin Müslümanlara reva gördükleri facialara şahit olmuş, bazı asker kaçaklarının tecavüzü ihtimal dâhilindedir.
Ancak, savaşta yenilişimizin aleyhimizde meydana getirdiği hezeyanı durdurmak maksadıyla iddia makamının da isteği üzerine, kurbanlar verilmesi bir siyaset icabı sayılıyorsa, bu kurban, ben olamam. Siz kurban seçmekte değil, ancak hak ve adaletle hüküm vermek vicdani görevini taşıyan bir yüksek heyetsiniz. Mutlaka kurban aranıyorsa, herhalde bu işlerin tertipçisi ve idarecisi olarak benim gibi küçük bir memur bulunacak değildir.”
Getirilen şahitlere ise şu şekilde cevap vermiştir:
“Hepsi yalandır, uydurmadır. Reis Paşa, ben ne bunların söyledikleri Keller köyüne gittim ne de oradan geçtim. Burada vuku bulduğunu iddia ettikleri cinayetlerden de haberim yok. Hele parmaktan çıkmayan yüzüğü almak için kol kesmek; rica ederim. Bu vahşeti kim yapar? Bu derece şen’i bir işi yapacak bir insan tasavvur edemiyorum. Esasen, birini ispat edemezler. Çünkü hepsi iftiradan ibarettir. Benim haberim olmadan bir şey olmuşsa bilemem. Fakat bu ana kadar bu mevzuda hiç bir şikâyetçi gelmemiştir. İlk defa burada mahkeme huzurunda bu şikâyetlerle karşılaşıyorum.”
Mahkeme bu şekilde devam ederken, İngilizler ve Ermeniler Kemal Bey’in asılması için mahkeme başkanı Hayret Paşa’ya baskı yaptıklarından, Hayret Paşa istifa etmiş yerine “Nemrut” lakabıyla anılan Mustafa Paşa getirilmiştir. Mahkeme sonradan bu hâkimin adı ile özdeşleşecek ve “Nemrut Mustafa Divanı” veya “Kürt Mustafa Divanı” şeklinde hafızalarda kalacaktır.
Nemrut Mustafa önceden verilmiş bir emri yerine getiren bir memur tavrıyla mahkemeyi sonuçlandırarak 8 Nisan 1919’da Kemal Bey’i idama mahkum eder. Önceden hazırlanmış olan bu idam kararı tasdik edilmek üzere saraya gönderilir. Padişah VI. Mehmet Vahideddin, “Damat Ferit Paşa Millet ile Padişah arasına siyah bir perde çekti” diyerek, bu kararı imzalamaz. “İş intikam şeklini alabilir. Yolun şimdiden önünü kesmek üzere fetva-yı şerife talebine mecbur oldum” der.
Şeyhülislam Mustafa Sabri de;
“Divan-Harb-ı Örfi tarafından idama mahkûm edilen Kemal’in mahkemesi hak ve adle muvafık bir surette icra edilmiş olduğu takdirde, hakkında sadır olan hükm-i idamın derun-i varakada muharrer fetva ve mükul-i şer’iyeye muvafık olduğu veraste-i arzdır”
Şeklinde bir fetva verir. Cezası infaz edilmek üzere İstanbul’a getirilmiş olan Kaymakam Kemal Bey, Bekirağa Bölüğü’nden alınarak cezasının infaz edileceği yer olan Beyazıt Meydanı’na getirilir. Kemal Bey’in asılacağını duyan İstanbullular Beyazıt Meydanı’ndan toplanırlar. Kemal Bey’e idam sehpasının önünde son sözünü ne olduğu sorulduğunda, o halka şöyle der:
“Sevgili vatandaşlarım, Ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Vazifemi yaptığıma vicdanım emindir. Sizlere yemin ederim ki, ben masumum. Son sözüm bugün de budur, yarın da budur. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun adalet”
Kemal Bey’in bu sözlerine katılan halk da aynen cevap vererek, “Kahrolsun böyle adalet” diye bağırmaya başlamışlardır. Kemal Bey, bu son sözlerine devam ederek:
“Benim sevgili kardeşlerim, asil Türk Milletine çocuklarımı emanet ediyorum. Bu kahraman millet, elbette onlara bakacaktır. Allah, vatan ve milletimize zeval vermesin. Amin. Borcum var, servetim yok üç çocuğumu, millet uğruna yetim bırakıyorum. Yaşasın Millet…”
Kemal Bey’in idam hadisesi, İngilizlerin hiç beklemediği şekilde büyük tepki ile karşılanır. Kemal Bey’in cenazesi vasiyeti üzerine, Kadıköy Kuşdili Çayırı’ndaki oğlunun mezarı yanına gömülmesi için, ailesine teslim edilir. Kadıköy’de büyük bir cenaze töreni yapılır. Tabut, Karaköy İtfaiye Karakolu önünden geçerken bir manga asker bayrağı yarıya indirerek selam durur. Alışılmışın dışında, tabut eller üzerinde defnedileceği yere kadar götürülerek, 10 Nisan 1919 Perşembe günü akşamüzeri toprağa verilir. Kemal Bey’in üzerinde çıkan vasiyeti tarihe bir belge olarak kalacaktır.
“Merhum sevgili oğlum Adnan’ın medfun bulunduğu Kadıköy Kuşdili Çayır’ndaki kabristanda yavrumun yanına gömülmemi diliyorum. Teyzem ve kardeşim Kadıköy’ünde sakindirler. Teyzemin adresi Mühürdar Caddesinde 67 numaralı hanedir. Adı İsmet Hanım’dır. Defin masrafı teyzeme tevdi buyurulmalıdır. Kabir taşım, hamiyetli Türk ve Müslüman kardeşim tarafından dikilmeli ve üstüne şöyle yazılmalıdır: Millet ve Memleket uğruna şehit olan Boğazlıyan Kaymakamı Kemal’in ruhuna fatiha. Perişan zevcem Hatice’ye, yavrularım Müzehher ve Müşerref’e muavenet edilmesini, yavrularımın tahsil ve terbiyesine ihtimam buyurulmasını vatandaşlarımdan beklerim. Babam, Karamürsel Aşar Memur-u Sabıkı Arif Bey de acizdir. Kardeşim Münir de kimsesizdir. Bunlara da muavenet olunursa, memnun olurum. Türk Milleti ebediyen yaşayacak, Müslümanlık asla zeval bulmayacaktır. Allah, millet ve memlekete zeval vermesin. Fertler ölür, millet yaşar. İnşallah Türk Milleti ebediyete kadar yaşayacaktır.”
(30 Mart 1335 Boğazlıyan Kaymakam – Sabıkı Kemal)
Her şeyden habersiz, tutuklu olan oğluna yemek getiren babası Arif Bey, Bayazid Meydanındaki kalabalığı görünce merak eder ve kalabalığa karışır. Orada bulunan birine sorar;
“Bu kalabalık nedir, bir şey mi var? Bir adam asıldı, ona bakıyoruz”
Bu cevabı duyan Arif Bey, birdenbire irkildi ve kalabalığı yararak, önüne çıkanları ite kaka sehpaya doğru yaklaştı. Sehpada sallanan, oğlu kemal bey’in cesediydi. Bir feryad kopararak yığıldı. İdamda hazır bulunmak üzere Bayezid’a gelmiş olan Merkez Kumandanı Osman Şakir Paşa, o tarafa doğru koştu. Baba Arif Bey’in perişan halini görünce sordu:
“Kimsiniz?”
Yaşlı adamın ağzından bir inilti çıktı:
“Babasıyım”
Osman Şakir Paşa birden kıpkırmızı kesildi, titremeye başladı:
“Emriniz?”
“Evladımı bana veriniz!”
Bu isteği yerine getirildi ve oğlunun cesedi kendisine teslim edildi. Ertesi gün cenazesi çok kalabalıktı. İstanbul ayaklanmıştı. Özellikle okumuş ve aydın gençler çok üzüntülüydü. Gençler, üzerinde Türklerin büyük şehidi Kemal bey yazılı çelenk bırakmıştı. Cenazenin başucunda konuşanlar genç, milliyetçi öğrencilerdi. Bir tıbbiyeli gencin feryadını, arkadaşları gözyaşları içinde dinlediler:
“Kemal! Sen, şu anda toprağa verdiğimiz bir çiçeksin. Orada büyüyecek dalların o kadar dikenli olacak ki, seni bu akıbete layık görenlerin hepsini paramparça edecektir. İntikamın behemahal alınacaktır.
Kemal Bey’in vasiyeti:
“Fertler ölür, millet yaşar” “kabir taşım, hamiyetli Türk ve Müslüman kardeşlerim tarafından dikilmeli ve üstüne şöyle yazılmalıdır: Millet ve memleket uğrunda şehid olan Boğazlıyan Kaymakamı Kemal’in ruhuna Fatiha!”
Kemal Bey’in hatırası millî vicdanda unutulmadı. Türkiye Büyük Millet Meclisi, 14 Ekim 1922’de çıkardığı özel bir kanunla, kendisini “Milli Şehit” olarak kabul etti. Boğazlıyan’da bir mahalleye yıllar sonra “Kaymakam Kemal Bey Mahallesi” adı verildi. Aynı kasabada 1972’de Kemal Bey’in adını taşıyan bir ilkokul açıldı. Başöğretmenin odasında “Millî Şehit’in resmi asılıdır. Kemal Bey’in kabri mülkiyeliler birliği tarafından yaptırıldı. Adına “Anıt-Mezar” denildi. 15 Aralık 1973 günü mezar sade bir törenle açıldı.
Kemal bey, Anadolu Müslüman Türkünün hafızasında ermeni komitacılığının zulmüne isyan sembolü olarak yaşadı; yaşayacak.
O’nu anlayacak ve gönlünde yaşatacak nesle selam olsun… Muhabbetle…
Yazar: Ahmet Anapalı