Aile/RehberlikSaliha ERDİMTüm YazılarYazarlarYazi Atlasi

FARKINDA OLMADIGIMIZ EN BÜYÜK İSRAF “DUYGU İSRAFI”

İnsan duygularıyla vardır. Duygular değişince hem insanın kimyası değişir hem de yaptıkları. Aldığımız eğitimlerde bize, “Bir insanın niye öyle davrandığını anlamak istiyorsanız, onu öyle davrandıran duygularına bakınız” diye sıkça tavsiye edilirdi. Duygular, bakışa, duruşa, nefes alış verişe ve o andaki davranış ya da tepkiye damgasını vurur. Olumlu duygu içinde olanlar daha doğru davranma, olumsuz duygu içinde olanlar ise daha tepkisel ve yanlış davranma eğilimi içine girerler. Helede olumsuz bir duygu içinde olupta kendini kontrol etmeyi öğrenememiş ve üstelik ailesinden aldığı, aklına geleni anında söyleme gibi bir görsel kaydı da varsa, o zaman duygu değişikliğinin faturası daha ağır olur.

İnsan aşağılanıp küçük görüldüğünde, yaptığı iş beğenilmediğinde, kişiliğine yönelik eleştiri yapıldığında kendisini kötü hisseder. Çünkü yaptıkları değil yapamadıkları farkedilmiş ve usulsüz bir şekilde davranılmıştır. İnsan kendisini değersiz ve yetersiz hissettiren her mesajla kendisini beğenmemeye başlar. Kendisini yetersiz ve değersiz gören şahıs bir şeye başlaması gerektiğinde, yapacaklarının da yeterli olamayacağı endişesi ile başlayamaz. Bu tabloya çoğunlukla başkalarıyla mukayese etmek te eşlik eder. O zaman da başkalarının yaptıklarını daha çok beğenir ve kendisi ne kadar güzel yaparsa yapsın onu göremez. Gözü hep başkalarının yaptıklarının güzelliğini görmekle meşguldür.

İnsanın nasıl davranırsak daha üretken ve daha iyi durumda olacağını bilmeden davranmak, iyiye gidebilecek bir durumu kötüye sevk etmek ve o şahsın psikolojisini bozmak anlamına gelir. Öncelikle, insanın hayata daha sıkı tutunması, daha iyisini yapma azmi ve kararlılığı, kendisiyle ve çevresindekilerle barışık yaşaması, iyi bir duygu durumunda olmasıyla mümkündür. Yani;

Ben daha iyisinide yapabilirim. Düşsem bile kalkabilirim.
Elimden geleni yapabilmem, giderek daha iyisini yapabileceğimi de gösterir.
Ben sevilen ve değer verilen bir bireyim.
Annem babam beni çok severler. Şu zamanda şöyle bir olay olmuştu da bana kızabilecekken kızmadılar ve çok iyi davrandılar.
Ben şu şu işleri iyi yapabiliyorum.
Arkadaşlarım var ve onlarla çoğunlukla iyi geçiniyorum.
Elimden şu şu işler gelir.
Mecbur kalırsam elimdeki şu şu belgelerle çalışıp kimseye muhtaç olmadan geçinebilirim.
Ben kendimi seviyorum ve iyi şeyler yapabileceğime inanıyorum.

Gibi inaçlarıyla insan ayakta durabilir. Bunlar olmadığında ise insan, işe yaramadığını, hiç birşeyi iyi yapamayacağını, başkalarının gözünde değeri olmadığını düşünür.

İnsan çevresindekilerle vardır ve kendilik algısı önce anne babasının kendisini nasıl gördüğüyle, sonra da çevresindekilerin iletişim biçimi ve geri bildirimleriyle oluşur. Başta anne ve baba, çocuk daha doğmadan önceki algılarından başlayarak, çocuğun gözlerindeki imajını yanlış oluşturarak onu karşılarlarsa, bu çorap söküğü gibi gerisi de gelecek demektir. Her yaptığında kusur aranan ve bulunan, başkalarının yanında mahcup edilen, sözlü ve fiili şiddet uygulanan ve senden memnun değiliz mesajı verilen çocuk, dik durmayı ve kendisine güvenmeyi unutarak büyür.

Kendisinin beğenilmeyen biri olduğuna sıkça vurgu yapılan insan, kendisi ile ilgili olumlu inancını kaybeder ve içten bir savaş başlatır. Kendisini kendiside beğenmemeye başladığı için kan kaybetmeye başlar. En basit rolleri bile yaparken zorlanır ve giderek insanlardan ve kendisinin küçük te olsa bir iş görmesi muhtemel ortamlardan uzak durur. Böylece sosyal ilişki zayıflar, yaptıkları azalır ve bu da, insanlardan giderek uzaklaştığı için dar bir çerçevede hareket etmesi anlamına gelir. Bu beceri eksikliği ve rollerden kaçmak olduğu için, kendini insanlardan soyutlayarak sadece kendini dinlemeye, sürekli eksiklerini ve hatalarını düşünmeye ve kendi içinde diyalog yaşamaya başlar. Artık kendi söyler, kendisi dinler ve hep yargılar çünkü, olumsuzluklar gündemdedir. Herkesi kendisinden çok daha iyi görür. Çevresindekiler de kendisinin duygularını düzeltmek yerine sadece “Şunu yap, şunu yapma, dışarı çık, işten kaçma” gibi sözlerle, zaten içinde var olan kendisi ile savaşını artırırlar ve “ben yetersizim inancını pekiştirirler.

Bu tabloya artık depresyon demek gerekecek çünkü hayattan zevk almamak, uyku ve yeme bozuklukları, çevresindekilerle ve geleceği ile ilgili düşüncelerinde bozulmalar başlamıştır. Şahıs ibadetlerini yapamaz ve hatta dua bile edemeyecek hale gelmiştır. Şimdi soruyorum, buna değecek en önemli şey ne olabilir? Hangi vijdan sahibi böyle bir tabloya içi burkulmadan bakabilir? Hangi anne baba bu tabloda kendini savunmaya devam eder? Hayata bağlı kıpır kıpır iken, “Şunu döktün, şunu beceremedin, falanca zaman şunu söyledin, sen beceriksizsin” gibi yıkıcı mesajları vermenin haklı bir gerekçesi olabilir mi?

Pek çok ailede yaşanan bu durum, insanların hayata tutunduğu dalları elinden almak demektir ve bana göre insanlık suçudur. Duygu israf edilmiş, çok iyi yerlere gelebilecek bir insan, hayata küsmüş, atıl kalmış ve Allah’a bile kulluğunu yapamaz hale gelmiştir. Coşkusu ve yaşama isteği körelmiş, Allah’ın verdiği bir çok özelliğini ve yeteneklerini ortaya çıkaracak inancını ve enerjisini yitirmiştir. Bu insan hayattan kopmuştur. Bizler elbirliği ile dengesi yerinde bir insandan Allah’ın kendisine sunduğu nimetleri göremeyen ve kendisiyle savaşan bir insan üretmiş olduk. Bu, duyguların hoyratça harcanmasından, insana duyulan saygıyı göstermemekten, Allahın verdiği değeri görememekten ve gösterememekten kaynaklanan bir tablodur. Bu tablonun düzelmesi, insanın yıllarına malolur ve harcanan enerji, zaman kaybı, ilişki yoksunluğu ve üretim kaybı da cabası.

İnsan dünyaya bir kere geliyor. Her insan, diğerinin en üretken, en mutlu, en coşkulu, ve en başarılı olmasından ulaşabildiği ve yapabildiği kadar sorumludur. Çünkü, bir arada yaşıyoruz ve birbirimizden etkileniyoruz. Ve daha da ötesi, Allah bizi kardeş yaptı. “Zarara zararla karşılık vermek yoktur.”, “Kardeşin zalimde olsa ona yardım et.” hadisi şerifleri ve bu konudaki diğer ayeti kerime ve hadisi şerifler kılavuzumuz olmalı ve bu duygu kıyımına bir son vermeliyiz. Söylemesekte olabilecek şeyleri söylemeyiverelim, kimi şeyleri görmeyiverelim ve hep kendi haklılığımıza vurgu yapıp kalpleri kırmayıverelim ne olur.

Öfkenin rehberliğinde hareket ettiğimizde ciddi bir kul hakkı yükleneceğimizi farkedelim. Ayrıca, duyguları israf eden müflis olur, bunu bilelim.

[divider]

[toggle title=”Yazar” state=”open” ]Saliha Erdim / salihaerdim@gmail.com[/toggle]

admin

Soru ve görüşleiriniz için İrtibat: fikiratlasi1@gmail.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.