Cihad ve İhlâs
Eslaf veya seleflerimiz cihâdın gayesini tek kelime ile özetlemişlerdir. İ’lâyı kelimetullah. Allah’ın sözünü ve davasını yüceltmek, cihâdın biricik ve en temel hedefidir. Yöntemini ise yine selef salih şöyle ifade etmiştir: Zaferle değil, seferle mükellefiz. Zira öne seferi değil de zaferi koyacak olursak amellerimiz onun etrafında deveran eder. Beşeri maslahata mebni olur. Amellerimize zafer şekillendirecek olursa; zaferle Allah rızası arasında kaldığımızda ve tercih durumuna düştüğümüzde, zaferi tercih kaçınılmaz olur. İster istemez Allah rızası yerine ne pahasına olursa olsun zaferi tarafını gözler ve benimseriz. Bu da bizi hastalıklı bir yola götürür: Hedefe giden her yol mübahtır. Bu ise Makyavelizm olarak tanımlanan bir tarzdır. Zaferin dışında bir ilke tanımaz. Oyunun kuralı veya ilkeler diye bir şey yoktur. İslâm tarihi ise Makyavelizm tekzipleriyle doludur. Hz. Ali (ra) hasmını altına aldığında vuracağı sırada hasım onun yüzüne tükürünce geri durur. Zira nefsinin payının araya girmesinden çekinir. Hasım meseleyi kavrayınca bu defa Hz. Ali’ye manevi olarak teslim olur ve dinine girer.
Ömer Bin Abdulaziz, Raşit hilafeti temsil ederek; tek başına rüzgâra veya akıntıya karşı kürek çekmiştir. Bu eğilimi nedeniyle hilafeti çok kısa sürse bile onun gölgesi ve tesiri yüzyıllara yayılmıştır. Goldziher gibi oryantalistler bu ihlâsından dolayı Ömer Bin Abdulaziz’i siyaset cahili saymışlardır. Onlara göre Beşşar ise dahi olmalıdır. İhlâsı siyasete engel olarak görmüşlerdir. Bu onların kısır bakışlarıdır. Oysaki, Ömer Bin Abdülaziz, Müslümanları ilkeler üzerinde yeniden buluşturmuş ve kırık gönülleri telif etmiştir. Makyavelizm’in panzehirlerinden birisi Nureddin Zengi ve ihlâs mesleğidir. İhlâsta tefani etmiş ve ihlâsta istiğrak hali yani kendinden geçme hali yaşamıştır. Duâlarında şöyle seslenmiştir: “Yâ Rabbi kulun Nureddin’i mağlup et ama yeter ki dinine nusret et…” Nureddin Zengi kendisi için zafer istememiştir. Bizdeki Makyavelistler ise ‘kendim için bir şey istiyorsam namerdim’ deseler de hep kendileri için istemişler ve halkı yüzüstü bırakmışlardır.
Cihâd ihlâstan geçtiğinde ve koptuğunda mesajına yabancılaşır ve insanların elinde oyuncak haline gelir. Cihâd, Allah yolunda kan vergisi ve bedeli ödemektir. Cihâdın birçok şubeleri olduğu gibi hakka boyun eğmekte cihâdın şubelerinden birisidir. Cihâd zafer değil, bir süreçtir. Bundan dolayı kadının hacca gitmesi cihâddan sayılmıştır. Ebeveyni bakıma muhtaç durumda iken sefere çıkmadan onlarla ilgilenmekte cihâdın şubelerinden sayılmıştır. Elbette seferberlik hali gibi haller müstesnadır. Cihâd kuvvet gösterisi veya kahramanlık değildir. Rızayı bari dışında hiçbir şey cihâdı cihâd yapmaz. ‘Niyetler amellere göredir’ hadisinde bu konuya; ihlâs konusuna işaret edilmektedir.
Ebû Mûsâ radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’ in yanına bir bedevî geldi ve şöyle dedi:
–Yâ Resûlallah! Bir adam ganimet için savaşıyor; bir başkası kendinden bahsedilsin diye savaşıyor; bir diğeri de kahramanlıktaki yerini göstermek için savaşıyor. Bir rivayete göre: Kahramanlık taslamak için ve ırkının üstünlüğünü göstermek için savaşıyor. Bir başka rivayete göre: Gazabından dolayı savaşıyor! Şimdi kim Allah yolundadır? Diye sordu. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
–”Kim Allah’ın dini daha yüce olsun diye savaşırsa, sadece o Allah yolundadır.” buyurdu ( Buhârî, Cihâd 15; Müslim, İmâre 149-151. Ayrıca bk. Buhârî, İlm 45, Humus 10, Tevhîd 28; Ebû Dâvûd, Cihâd 24; Tirmizî, Fezâilü’l-cihâd 16; Nesâî, Cihâd 21; İbni Mâce, Cihâd 13).
Niyetlerini bozanların halleri ve kategorileri hadislerde şöyle tafsil edilmektedir:
ÜMMÜ KAYS’A HİCRET
Buhâri, Müslim ve Ebu Davud, Hz. Ömer’den naklediyor:
“Ameller, ancak niyetlere göredir; herkesin niyeti ne ise eline geçecek odur. Kimin hicreti, Allah ve Resûlü (rızası ve hoşnutlukları) için ise, onun hicreti Allah ve Resûlü’ne müteveccih sayılır. Kim de nâil olacağı bir dünya veya nikâhlanacağı bir kadından ötürü hicret etmişse, onun hicreti de hedeflediği şeye göredir.” Mekke’den Medine’ye herkes Allah için hicret ediyordu. Ancak ismini bilemediğimiz bir sahabi, sevdiği Ümmü Kays adındaki bir kadın için hicret etmişti. Şüphesiz bu zat Müslüman’dı ama niyet ve düşüncesi hâlis olmaktan uzaktı. O da bir muhacirdi ama, Ümmü Kays’ın muhaciriydi. Ancak Allah için katlanılabilecek bunca meşakkate o, bir kadın için katlanmıştı. İsim zikredilmeden, bu hâdise, Allah Resûlü’nün yukarıda zikrettiğimiz mübarek sözüne mevzu olmuştur. Hadise hadisi getirmiştir. Sebebin husûsiyeti, hükmün umûmiyetine mâni değildir. Onun için bu hadîsin hükmü, umûmîdir, her işe ve her döneme şâmildir.
HURMALIKLAR VE KUZMAN
Birisi hicrette Allah rızası yerine güzel bir eş ve hanımı koymuştur. Bir diğeri de Allah rızası yerine kahramanlığı ve şehameti ve akraba ve kabile veya soy ve sop üstünlüğünü ikame etmiştir. Birisi de Medine hurmalıklarını cennet hurmalıklarına ve acili ecile tercih etmiştir. Hz. Peygamber (sav), Uhud’da düşmanla çarpışmakta olan yiğitlerini bir grup sahabeyle beraber seyretmektedir. Sahabelerden biri der ki: “Yâ Rasûlallah! Şu askeri görüyor musun ne yiğitçe savaşıyor! O senin halanın oğlu Abdullah’tır.” der. Allah Rasûlü (sav): “İnşallah o cennetliktir.” der. Bir de öbür tarafa bakarlar ve başka bir sahabe de: “Şu da Haris’in oğlu Kuzman’dır. Yedi, sekiz, dokuz kâfiri yere sermiş ve yaralı bir şekilde hâlâ çarpışmaktadır. Bu da ne yiğitçe çarpışmaktadır ey Allah’ın Rasûlü.” der. Ama Rasûlüllah’ın (sav) yüzünün rengi değişir, kaşlarını çatar: “O cehennemliktir” der. Sahabeler birden bu söz üzerine şok olurlar. Bu sözün mânâsını anlamazlar. Sahabelerden biri savaş sonunda yaralı olan Kuzman’ın yanına varır: “Ey Kuzman! Müjdeler olsun sana Allah ve Rasûlü için bu meydanda kılıç salladın, ne mutlu sana eğer ölürsen cennetliksin.” der. Ama Kuzman, o ana kadar içinde sakladığı niyeti açığa vurur: “Ey İbn Katade, beni buraya getiren ne Allah’ın dini ne de Muhammed’in şerefiydi, beni buraya getiren Medine’nin hurmalıklarıydı. Ben buraya Medine’nin hurmalıklarını savunmak için geldim.” der. Sonunda çektiği acılara dayanamaz. Bir ok alıp kalbine saplar ve oracıkta ölür. İbn Katade koşup Rasûlüllah’ın yanına gelerek olayı anlatır. Sahabeler o zaman Peygamberimizin sözünün anlamını idrak ederler. (Buhârî, Cihâd, 77; İbn Hişam, Sire, III, 93, 94).
GANİMET MALLARI VE KERKERE
Rasûlullah’ın (sav) ağırlıklarının başını bekleyen adeta Rasûlullah’ın kilercisi durumunda Kerkere denen bir zat vardı, derken vefat etti. Rasûlullah (sav): “O cehennemdedir!” buyurdu. Bu söz üzerine adamı görmeye gittiler. Üzerinde, ganimetten çalınmış bir aba buldular. Muvatta’nın rivayetinde ise Peygamberimiz cenaze namazı kılınmasına karşı çıkıyor zira ganimetlerden çaldığını ifade ediyor. Araştırdıklarında ise Yahudilere ait boncuk kolyelerden iki dirhem bile etmeyen bir kolyeyi yanında buluyorlar. (Kaynak: Muvatta, Cihâd 23, (2, 458); Ebu Davud, Cihâd 143, (2710); Nesai, Cenaiz 66, (4, 64); İbnu Mace, Cihâd). Demek ki cihâd faaliyetleri hâlis olmadıkça ve Allah rızasını gözetmedikçe merdut olmakta ve Allah ve Resûlü tarafından kabul görmemektedir.
Hz. Muaz b. Cebel (ra) anlatıyor: Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: Size bütün işlerin başını, direğini ve hörgücünün tepesini (sinamu’l emr) bildiriyim mi? Ben de; “Evet, Yâ Rasûlullah” dedim. Buyurdu ki:
Her işin başı İslâm, direği namaz, zirvesi de cihâddır.
Demek ki cihâd amellerin zirvesidir ve bu zirvede ölenler peygamberlikten sonraki en büyük rütbe olan şehitlik mertebesine ermekte ve erişmektedir. Demek ki, hakkının verilmesi ve niyete şaibe ve su katılmaması halinde bu yolda ölenler en büyük mertebeye ulaşmaktadırlar. Allah niyetlerimizi ve amellerimizi halis ve rızasına muvafık kılsın.
Yazar: Mustafa Özcan