BİZ’DİK, BEN DER OLDUK
Neme lazımcılık, neme gerek veya bir diğer adı ile bana ne! gibi sözlerle anlatılabilen günümüz toplumunda yaşayan insanların maalesef ki artık normal bir şeymiş gibi kabul ettikleri davranış biçimi. Bu davranış biçimi İslam ahlakı ile bağdaşmayan, bizim toplumumuzun, bizim insanımızın batı ile tanışana ve batıya özenti hastalığına tutulmasına kadar çok uzak olan bir yaşam şekli iken,günümüzde sanki akıllıca bir iş yapıyormuş gibi, çocuklara öğretilme gayreti ile onları o yönde eğitmeye çalışan anne-babaların yaşadığı bir toplum haline dönüştürüldük. Arkadaşının derdini dert etmeyen,onun sevincine,acısına ortak olmayı bilemeyen,hangi şartlarda yaşadığını, hangi zorluklarla mücadele ettiğini düşünmeden, bencilce sadece kendi başarısı ve mutluluğu için çalışan çocukların yetiştirildiği geleceği hiçte parlak gözükmeyen bir nesil.Çocuğuna arkadaşın nasıl birisi, temiz ahlaklımı, öğretmenlerine arkadaşlarına karşı davranışları terbiyesi nasıl? çevresine duyarlımı diye sormadan. Arkadaşının dersteki başarısını sınavlarda aldığı notları soran,arkadaş olduğu kişinin ahlakı davranışlarını önemsemek yerine ailesinin statüsüne, yaşadığı semte, kılık kıyafetine göre değerlendirerek çocuğunun arkadaş olacağı kişileri ona göre belirleyen anne-babaların olduğu bencilce evlatların yetiştirildiği bir millet haline dönüştürüldük.
Bu dönüşüm bu hale gelme aşamasının sanki çok normalmiş gibi gözükmesi içinse önce evlerimizin köşe başına televizyon yerleşti. Böylelikle hiç farkına varmadan bencillik yolculuğuna çıktı kocaman bir toplum. Çocuklar çizgi filmlerle, saçma sapan yarışmalar ve şarkılarla öğrendi ben demeyi, sadece benim olacak diyerek paylaşmamayı.Genç kızlar,kadınlar, pembe dizilerle, kadın programları ile öğrendi utanmamayı, moda adı altında pervasızca yaşamayı. Evet kadın kendisine verilen değeri, duyulan saygıyı, kıymetli olduğunu hissettirenin İslam olduğunu, aslında kadın olarak ilk önceliğinin yüce Allah’ın emirlerine uyan, Resulü’nün sünnetlerine riayet eden bir eş, iyi bir anne ve ailenin bütünlüğünü sağlayan kişi olduğunu unutarak biz kelimesinin yerine benim haklarım, benim özgürlüğüm, sözlerini koyar oldu kadınlar ve kızlar. Erkeklerse kendince çok çalışıyorum, sizi rahat ettirmek için para kazanıyorum, çok yoruluyorum,bahaneleri ile terk etti asıl görevleri olan ailesinden sorumlu eş ve baba olduğunu unuttu.Nitekim yüce Allah ayeti kerimede
“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.”(1) buyurmaktadır.
Evet yüce Allah’ın uyarısı bu kadar açıkken inananlar hangi cesaretle bu emri göz ardı edilebilmekteydi. Çocuğu ile zaman geçirmek onun minicik elinden tutup cemaate camiye götürmek, o manevi havaya teneffüs etmesini sağlayarak, çocuğun ruhunu bu sevgiyle yoğurmak yerine, oof zaten bugün çok yoruldum mazeretleri ile oturup çocuğu ile saatlerce maç izleyen sonrasında ise güya ciğer parem diye sevdiği yavrusunu kendi elleri ile ateşe itebilen ailesinden bihaber babaların oluşturduğu bir millete dönüşüverdik. Evet daha düne kadar biz diyen bir milletken Resulullah (s.a.v)’in: ”Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve yekdiğerini korumakta tek bir vücut gibidir. Vücudun herhangi bir uzvu rahatsız olursa öteki organları da bu yüzden rahatsız olur ve uykusuz kalır.”(2) hadisindeki gibi yaşamayı kendimize ahlak edinmişken, şimdilerde sadece ben, ben,ben diyen,anne-baba-çocukların oluşturduğu aile yapısına,garip kim olduğu unutmaya başlamış bir toplum haline geldik.Tarihimizde yaşanan şu güzel kıssa biz demeyi unutup ben, ben demeye başlayan, sonrasında neme gerek “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” gibi sözleri söyleyebilen kişilerin çoğaldığı bir milleti hangi feleketlerin ve yok oluşun beklediğini çok anlamlı şekilde anlatmaktadır.
Bir gün cihan pâdişâhı Kânûnî Sultan Süleyman Han,Yahya Efendi hazretlerine bir hatt-ı şerîf gönderdi ve; ”Ağabey! Sen ilâhî sırlara vâkıfsın, bilirsin. Kerem eyle de bize Osman oğulları’nın akıbetinin ne olacağını haber ver. Nesli kesilip yok mu olacak. Yok olacaksa, bu hangi sebeptendir.”dedi. Hatt-ı şerifi okuyan Yahya Efendi eline kalem kâğıt alıp ”Kardeşim! Neme gerek.”diye büyük harflerle yazıp Kânûnî’ye gönderdi. Kânûnî,Yahya Efendiden gelen mektubu okuduğunda hayretler içinde kaldı. Fakat bir şey anlamamıştı. Derhal bir kayık hazırlanmasını emretti ve bu bilmece sözün mânâsını anlamak için Yahya Efendinin dergâhına geldi. Yahya Efendiyi görür görmez ”Ağabey! Ne olur gizlemeyip, suâlime cevap veriniz. Biz de ona göre hareket edelim.”dedi. Yahya Efendi bunun üzerine tebessüm edip Biz cevap verdik dedi.” Bu sözümüzü anlayamamana şaşarız.”dedi.Kânûnî ”Nasıl?” deyince, Yahya Efendi ”Zulüm, haksızlık yayılsa, işitenler de; “Neme gerek.” dese ve onu önlemeye çalışmasalar, sonra koyunu kurt değil de çoban yese, bilenler de bunu söylemeyip gizlese, fakirler, muhtaçlar, gariplerin feryadı göklere çıkıp bunları taşlardan başkası işitmese, işte o zaman felâkettir. Neslinin o zaman yok olmasından korkulur. Hazînelerin boşalır. Askerin itaat etmez olur ve senin yolundan gitmezler. Yok olmak mukadderdir.” buyurdu. Kânûnî bunları işitince, göz yaşlarını tutamadı ve Rabbim bizi bu duruma düşmekten duyarsız,bencil bir millet olmaktan muhafaza buyursun diye dua etti.
Evet muhakkak ki her milletin içinde sözü dinlenen, doğru yolu gösteren, iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir topluluk oluşturulmasının ne denli önemli ve gerekli olduğudur.Böyle bir topluluğun oluşturulması, imandan sonra Müslümanların önde gelen görevlerinden biridir.Bu görevi yerine getiren Müslümanlar hakkında yüce Allah; ayeti kerimede. “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip, kötülükten men eden bir topluluk bulunsun, işte kurtuluşa erenler onlardır.” Buyurmaktadır.(3)Rabbimizin ayetleri bu kadar açık ve netken maalesef ki bizler bu görevimizi tam manası ile yerine getirmemekteyiz.
Resûlullah (s.a.v) “Sizden biri bir kötülük gördüğünde, gücü yetiyorsa eliyle düzeltsin. Yetmezse diliyle düzeltsin. Onu da yapamazsa, hiç olmazsa kalbiyle buğz etsin. Fakat bu, imanın en zayıf mertebesidir.”(4) buyurmaktadır.Maalesef ki günümüzde bizler Resûlullah (s.a.v)’in hadisinde imanın en zayıf mertebesi olarak tarif ettiği en zayıf en aciz ve çaresiz halimiz olan sadece kalbimizle buğz edebiliyoruz.
Ayrıca bir Hak dostu olan Ebu’l-Hasan Harakânî Hazretleri, bu husustaki hissiyâtını şöyle ifâde buyurmuştur. “Türkistan’dan Şam’a kadar olan sahada bir din kardeşimin parmağına batan diken, benim parmağıma batmıştır; onun ayağına çarpan taş, benim ayağıma çarpmıştır. Onun acısını ben duyarım. Bir kalpte hüzün varsa, o kalp benim kalbimdir.” İşte gerçek bir İslâm kardeşliğinde sahip olunması gereken gönül ufku bu olsa gerek.
Rabbim bizleri mümin kardeşinin dertleri ile dertlenebilen kullarından eylesin.Gördüğü kötülükleri edepsizlikleri düzeltme gayreti olan haksızlıklara, zulümlere boyun eğmeden doğruyu söyleyebilen ben değil biz kavramını gönlüne ailesine evlatlarına yerleştirebilen din kardeşine duyduğu sevgiyi,muhabbeti yüreğinde hissedebilen kullarından eylesin inşeAllah.
1(Tahrim,6)
2(Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66)
3(Ali İmrân, 3/104)
4(Tirmizi, Fiten, 11)
[toggle title=”Yazar hakkında” state=”open” ] Nuriye EYCAN[/toggle]