“Azlar”dan Olmak – Prof. Dr. İsmail Lütfü Çakan
“Kulluğun özü, iliği duadır”1 hadis-i şerifinden tanımını ve konumunu öğrendiğimiz dua ve yakarış konusunda kimi müslümanların pek mâhir/becerikli olduğu, kimi müslümanların da neyi, nasıl isteyeceklerini bir türlü bilemedikleri ve bundan şikayetçi/mustarip oldukları bilinmektedir.
Esasen dua âyetleri ve hadis-i şeriflerdeki dua örnekleri bu konuda ümmetin işini kolaylaştırmaktadır. Onları öğrenmiş olmak bilgiyi; yerine göre seçip dillendirmek de bilinç ve beceriyi gerektirmektedir.
Pek tabii olarak, kulluğun göstergesi olan duanın kabul görmesi için samimiyet/gönül ürünü olması gerekir.
Duanın özüne ve uygulama şekline yönelik pek çok nitelik-kural ve özellikten söz etmek mümkündür. Biz burada bilinç göstergesi ve pek ilginç (sıra dışı da denilebilir) yaşanmış bir dua örneğini hem ibret hem de hikmet bakımından paylaşmak istiyoruz. Olay şudur:
Hz. Ömer radıyallahu anh’ın yanında bir kişi;
– ‘Ya Rabbi! Beni azlardan eyle,’ diye dua etti. Ömer;
– Bu nasıl dua? diye sordu. O kişi de,
– Duydum ki Allah Teâlâ, “Kullarımdan şükredenler azdır” buyurmuş. Ben, beni işte o “azlar”dan kılmasını istiyorum, diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer,
– Herkes Ömer’den daha bilgili!2 dedi. Dua sahibinin bilincini ve yaklaşımını böylece takdir etti.
Bu ilgi çekici olayda söz konusu olan âyet-i kerime 34. Sebe’ Sûresi’nin 13. âyetidir. Bu âyetin ön kısmında Hz. Davud ve Hz Süleyman’a verilen ilâhi ikram ve imkanlar hatırlatılmakta sonra da “Ey Davud hanedânı! Şükür için/içinde çalışın. Doğrusu, kullarımdan gereği gibi şükredenler pek azdır” buyrulmaktadır.
Müslümanlığın hem dünyada hem de ahirette tadını çıkarmak ve müslümanlara va’dolunmuş bulunan güzelliklere kavuşmak isteyen başta sahâbiler olmak üzere duyarlı müslümanlar zaman zaman pek de alışık olunmayan dilek, davranış ve söylemlerde bulunabilmektedirler. Bu olay da onlardan biridir.
Hemen herkesin uzun uzun yakarıp çok şey istemesinin normal karşılandığı dua ve niyaz halinde “azlardan olmayı” dilemek doğrusu pek de akla gelebilecek bir şey değildir. Koca halife Hz. Ömer’in, böyle bir duayı duyar duymaz, “bu nasıl bir dua?” diye garipsemesi, yapılan duayı, sözünü ettiğimiz genel anlayış ve uygulamanın dışında bir istek olarak görmesinin sonucudur.
Alışılmış olanın her zaman ve herkes için genel bir erdem olarak kabul görmeyeceği, farklı nitelikte olan söylem ve uygulamaların da fevkalâde olumlu nedenlere dayalı ve takdire şayan bir anlayış ve bilincin ifadesi olabileceği esasen garipsenecek bir durum değildir. Nitekim Hz. Ömer, duyduğu tuhafına giden duanın, bir âyet-i kerimeden mülhem ve muktebes olduğunu, o zatın, “duydum ki Allah Teâlâ, “Kullarımdan şükredenler azdır” buyurmuş, beni işte o “az” olan kullarından eylemesini istiyorum” cevabından öğrenince, hemen oracıkta, “herkes Ömer’den daha bilgili” diye durumu değerlendirmiştir. Bu suretle hem o müslümanı takdir etmiş hem de büyük bir tevâzu ile kendisine yönelik özeleştiride bulunmuş, büyüklük göstermiştir.
Öyle anlaşılıyor ki Hz. Ömer’in takdir ve özeleştirisinde, işin özü kadar o duayı yapan kişinin, “Kur’an-ı Kerimde okudum ki,” gibi doğrudan bilgi sahibi olduğunu gösteren bir cümle ile değil de “duydum ki” diye dolaylı yoldan öğrendiği bilgiye samimiyetle uymuş olduğunu söylemiş olmasının da payı büyüktür.
Hem dua sahibinin hem de Hz. Ömer’in takdir edilecek ve örnek alınacak bu sözlerinin ötesinde olayın ortaya koyduğu bir başka gerçek daha vardır. O da ilk Müslümanların şükrü, söz değil fiil olarak anlamış olduklarıdır. Bir başka ifade ile “nimete şükür nimetin cinsinden olur” anlayışına sahip bulunmalarıdır.
Zaman içinde böylesi dinamik bir şükür anlayışı sözlü olarak “elhamdülillah” diye hamdetmekle yetinmek şeklinde uygulanmaya başlanmıştır. Nimete hamdetmek güzeldir ama daha güzel olanı şükretmektir. Şükür ise yukarıda işaret edildiği gibi nimetin cinsinden olur. Herhalde âyet-i kerimede az oldukları bildirilen “şükreden kullar” da bu anlamda yani şükrü fiilen/ eylem olarak yerine getirenler olsa gerektir.
Kültürümüzdeki “ağniyâ-i şâkirîn” terkibi, sahip oldukları nimetin cinsinden veren ve çevresindekileri faydalandıran ve sonra da hamd eden zenginler için kullanılır.
Konuyu biraz güncele getirirsek, fakir komşusuna bir kap yemek göndermeden akşam üç kap yemeğini yedikten sonra koltuğuna yaslanıp hanımın getirdiği kahveyi yudumlarken “elhamdülillah bugün de doyduk, sana şükürler olsun ya Rabbi” demekle nimete gerçekten şükredilmiş olmaz. Aynı şekilde dünyanın değişik yörelerinde yeterince beslenemeyen, aç yatıp kalkan hatta açlıktan ölen kimseler varken onları görmezden gelip her öğünden sonra yüksek sesle elhamdülillah demekle gerçek anlamda şükredilmiş olunamaz. Hele hele “gerçekten az olan şükreden Allah kulları”ndan olmak herhalde hiç mümkün olmaz.
“Şükreden kulların az olduğunu” bildiren âyet-i kerimenin hemen öncesinde İ’melû âle Davude şükran = Ey Davud âilesi şükür işleyin, şükür için çalışın!” buyurulmuş olması, sözlü olarak elhamdülillah demenin çok ötesinde şükür kavramındaki fiilî özü ve çerçeveyi açıkça ortaya koymaktadır.
Nimete fiilen şükretme erdemini yerine getirebilmek için hiç kuşkusuz kişinin bilgi, bilinç ve afiyet üzre olması önde gelir. Nitekim Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Allah, kendisinden âfiyet dilenmesinden pek hoşnud olur.”3 Bir başka hadis-i şeriflerinde de şu tavsiyede bulunmuştur: “Allah’tan dünya ve ahirette âfiyet isteyin!”4
Kısa, özlü ve anlamlı dua etmek isteyenler için, dünya ve ahiretin mutluluğunu dilemek yani âfiyet istemek, Hz. Peygamber’in tavsiyesine uygun akıllıca bir dilekte bulunmaktır. Çoğu zaman hoca efendilerden duyduğumuz, Allahümme innî esêlüke temâme’n-nimeh ve devâme’l âfiyeh ve hüsne’l hâtimeh’den oluşan üçlü dua bunun güzel bir örneğini oluşturmaktadır.
O halde âfiyet içinde azlardan olmak da bizim duamız olsun.
Dipnotlar: 1) Tirmizi, Daavât 1. Yorumu için bk. Çakan, Hadislerle Gerçekler, s. 170-174 2) İbn Ebi Şeybe, Musannef, X, 322; Ayrıca bk. Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, VI/3953; Bursevî, Ruhü’l-Beyan, X/4; Kurtubî, el-Cami, XIV/277 3) Tirmizi, Deavât 101 4) Buhari, Cihad 112, 156, Temenni 8; Müslim, Cihad 20; Ebu Davud, Cihad 89;Tirmizi, Deavât 84, 101, 128; İbn Mâce, Dua 5; Dârimî, Siyer 6; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I,4, 14, IV, 252. Hemen her namaz içinde okuduğumuz âyet-i kerimede de “Rabbimiz bize hem dünyada hem de ahirette iyilik ver!” duası tavsiye edilmektedir.