Bir sûfî gibi hissedip, bir kelamcı gibi fikretmek; ama nasıl?
İmam Gazzali İhya’da ulûm-i mükaşefe ve ulûm-i muamele kavramlarını zikreder ve İhyâ’yı ulûm-i muamele sadedinde yazdığını belirtir.
Bu modern zamanlardaki tasavvuf-i nazari ile tasavvuf-i ameli farkını tedai ettiriyor. Klasik karşılığını ise hikmet-i nazariye ve hikmet-i ameliye sınıflandırmasında bulmak mümkün.
Hikmet, istikmalünnefsi’n-natıka bi kuvveteyha: en-nazariyye vel ameliye diye tarif edilir. Türkçesi, insanın nazarî ve amelî kabiliyetlerini kemale erdirmeye çalışmasıdır. Yani gerek bilgi/düşünce itibarıyla teorik düzlemde, gerek davranış/ahlak itibarıyla pratik düzlemde insanın kendisini ikmal etmesi, geliştirmesidir.
Bu tarif ameli/pratik ve nazari/teorik olmak üzere hikmetin iki ana şubesini de nazara veriyor.
Ameli hikmet, genelde ahlak, siyaset ve iktisat diye başlıca üç alana temerküz eder. Ferd, aile/ev ve cemiyet/Medine/şehir. Günümüzde ferdin amelini istikmale dönük hikmet ahlak, ailenin amelini istikmale dönük hikmet iktisad, cemiyetin amellerini istikmale dönük hikmet de siyaset diye tabir edilmektedir.
İmam Gazzali İhya’da anılan istikmali, ağırlıklı olarak ferde müteallik boyutu üzerinden projelendirir. İktisad ve siyasete zaman zaman girer.
Bir yorum olarak muamele ilimlerinin ameli hikmete, mükaşefe ilimlerinin de nazari hikmete tekabül ettiğini söyleyebiliriz.
Nazari hikmet, ilahiye/teoloji-metafizik, tabiiyye/fizik ve riyaziye/matematik-hendese olmak üzere o da üç ana kısımda toplanır.
İmam Gazzalî ve diğer sufiler mükaşefe alanında tabiiyye ve riyaziyeye yer vermezler. Onların nazarı munhasıran ilahiyata racidir. İhya’da Kavâidül akaid bölümü ilahiyattan bahsedilen bölümdür. Bu bakımdan İhya’da mükaşefe ilimlerine –tabi ki bir kelamcı zaviyesinden- kısmen de olsa yer verilmiştir diyebiliriz.
Nazari tasavvuf ekseriyetle nazariyatını iş bu ilahiyat üzerine bina etmiştir. Yani Yeni-Eflatuncu felsefi sistemden hayli müteessirdir. Muamelatı ilk İslam sûfî ve zahidlerinin örnekliklerine istinad ederse de nazariyatı ağırlıklı olarak felsefidir. Örnek ve menkabelerinin mütekaddim sûfî ve zahidlerden, kavram ve düşünce örgüsünün felsefeden muktebes olması nazarî tasavvufun felsefe-zühd sentezi olduğu yönündeki tespiti güçlendirir.
Bir de kelamcı sûfîler var İmam Kuşeyrî gibi. Bunlar ekseriyetle salikin ahvalinden bahsederler, mahza ilahiyat bahislerine pek girmezler. Yer yer girmek zorunda kaldıklarında da felsefî değil, kelamî mesleği takip ederler.
İbn-i Arabî külliyatı kelamî-tasavvufî çevrede yayılmaya başladığından itibaren sûfî metafiziğinde bir karmaşa yaşandı. Medresede eğitimini aldığı kelamî telakki ile tekkede terbiyesini gördüğü -İbn-i Arabî kavramsalına oturan- tasavvufi söylem arasında zaman zaman gerilim yaşadı bu çevrenin sûfileri.
İmam Rabbânî bu gerilimi Mektubat’ta etraflıca analiz eder, tasavvufu kelam lehine dengelemeye çalışır.
Ancak İbn-i Arabî’nin güçlü soluğu tasavvuf atmosferinde etkisini sürdürmeye devam ettiriyor olacak ki, bir iki husus hariç hala anılan sûfî çevrede a’yân-ı sâbite ve hazarât-ı hams gibi nazariyeler temelinde şekillenen İbn-i Arabî metafiziği hakimdir.
Güçlü bir kelamcı olan İmam Rabbânî’nin tasavvuf-kelam karşılaştırmasını hareket noktası kabul ederek bugün İbn-i Arabî söylemine istinad eden tasavvuf söyleminin kelam zeminindeki irdelemesi devam ettirilmeli, sıkı ve sahici okumalar, tartışmalar yapılmalıdır.
Bunun amacı ne? Amaç, kim neyi neye dayanarak savunuyor, kim neyi neye dayanarak reddediyor bilinsin. Kim kime, ne şartlarda, hangi referanslarla aidiyet duyuyor; kim kime ne şartlarda ve hangi referanslarla karşı çıkıyor, bilinsin, sıhhatli bir iletişim zemini oluşturulabilsin.
[toggle title=”Yazar Hakkında” state=”open” ]Talha Hakan Alp ebulbeka@gmail.com [/toggle]