Kamu Malı ve Rüşvet
SORU: İslâm’a göre kamu malı nedir? Kamu malını satın alma, kiralama veya “İslâm’a hizmet edeceğim” diye zimmetine geçirmenin hükmü nedir?
CEVAP: İslâm fıkhında kamuya ait mülklerle vakıf ve yetim malları aynı nitelikte görülmüştür. Çünkü her üç çeşit mülkte de gerçek sahipleri tasarruf edemediği ve tasarruf temsilciler tarafından yapıldığı için bunların koruma altına alınması gerekmiştir. Bu konuda ölçü, yetim malı temel alınarak Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle belirlenmiştir: “Yetimin malına, en güzel (ahsen) yönetme dışında, yetim olgunluk çağına ulaşıncaya kadar yaklaşmayın.”1 Burada yönetimin en güzel (ahsen) oluşu; yetim malında ve bu hükümde olan kamu malları ile vakıflarda, akılcı (rasyonel), verimli ve kârlı (rantabl) yönetimi gerekli kılar. Bu da bu çeşit mülklerin yönetiminde rayiç bedellerin gözetilmesini gerektirir. Günümüzde Kamu İktisadî Teşebbüsleri, Belediye, Özel İdare, Emekli Sandığı, Sosyal Sigortalar Kurumu ve Bağkur gibi kamu kuruluşlarının yönetimi de bu ölçüye bağlıdır. Kısaca bu gibi toplum mülklerinin özelleştirme, satma veya kiraya verme durumunda aşırı ölçüde rayiç bedellerin dışına çıkılırsa, satış veya kira akdi batıl sayılır ve bunu yapanlar töhmet altında kalır. Kamu adına mal alma veya kiralamada da hüküm böyledir. Kira bedellerinin güncelliğini koruması ve kiracıların mülk iddiasında bulunamaması için vakıf ve kamu akarlarında kira süresi bir yıl, tarım arazilerinde üç yılla sınırlandırılmıştır.Bu süre sonunda kiracıya öncelik hakkı verilerek rayiç bedeller korunmuştur.
Buna göre; İslâm’a hizmet etme düşüncesiyle bile olsa bir kimse kamuya ait bir mala yukarıdaki ölçüler dışında sahiplenemez, yöneticiler de buna zemin hazırlayamaz. Aksi durumda toplumun hakkı çiğnenmiş olur.
SORU: devlet dairelerinde iş yaptırmak için bahşiş olarak nitelendirilerek verilen paranın hükmü nedir?
Cevap: İslâm’ın ilk dönemlerinde devlet memurlarının göreviyle ilgili olarak aldıkları hediyeler rüşvet sayılmış ve müminler bundan sakındırılmıştır. Nitekim Hz. Peygamber’in görevlendirdiği bir zekât memurunun “Şunlar zekât, bunlar da bana hediye olarak verildi.” demesi üzerine, Allah Elçisinin çok üzüldüğü ve “Sen, evinde otursaydın bu hediyeler sana verilir miydi?” buyurduğu nakledilir.Osman Nuri Topbaş2 Ancak sonraki yüzyıllarda zulüm ve haksızlıkların yaygınlaşması üzerine bir kimsenin haklarını, malını veya canını korumak için ilgiliye vereceği rüşvet yalnız alan için haram sayılmıştır. Buna göre bir kimsenin işini yaptırmak veya çabuklaştırmak için görevlilere vereceği hediye ve bahşişin veren bakımından meşru olması için şu şartların bulunması gerekir: a) Yapılacak iş meşru olmalı ve yasalara da uygun bulunmalıdır. b) İş yalnız o müessesede yapılacak türden olmalıdır. c) İşin yapılması başkasının hakkına saldırıya yol açmamalıdır. d) Verilen hediye bir zulmü, haksızlığı veya mevcut olan bir tehdidi önlemeye yahut işi çabuklaştırmaya yönelik bulunmalıdır. Diğer yandan görevli, mesai içinde yoğun çalışma veya mesai dışında işi yapma ve tamamlama yoluna giderse ek çalışması karşılığında böyle bir hediyeyi alması caiz olabilir. Görevlileri sağlıklı eğitme ve yeterli ölçüde maaş verme yoluyla rüşveti önlemek en kalıcı yoldur. Bu konuda Allah korkusunun ve âhiret inancının önemli bir etken olduğunda şüphe yoktur.
Prof. Dr. Hamdi Döndüren- ALTINOLUK DERGİSİ 2001 – Ocak, Sayı: 179, Sayfa: 014