İstanbul Sözleşmesi Sevdalısının Hezeyanları
Ediz Sözüer denilen bir şahıstan aldığım bu e-postayı sizlerle paylaşmak istedim. Kendisinin kitapları varmış inanamadım. Fikirlerinin tutarsızlığı bir yana kullandığı dil son derece sakil. Neden İstanbul Sözleşmesini bu kadar cansiperane savunduğunu anlamadım. Sözleşmeyi savunanlara ödül mü veriyorlar acaba? İtiraz edenlerin haklı mazeretleri var da savunanların gerçek sebeplerini merak ediyorum.
Ediz Sözüer’in hezeyanları…
“İddia ediyoruz, İstanbul Sözleşmesi’nin 30 sayfalık metninde kadına şiddeti önleme tedbirlerinden başkaca hiç bir içeriğe rastlanılmayan ve “aile yapısını sarsan” veya “eşcinselliği normalleştiren” tek bir cümleyi dahi içinde bulunmayan bir metindir! Biz bulamadık. Çünkü yok! Yanlış manaya çekilip kullanılacak nitelikte dahi tek bir cümlenin yer almadığını biz kendi gözümüzle gördük. Sözleşmenin metni, böyle bir şeye müsaade edecek bir içeriğe sahip değil.
Fakat siz! Ve kim olduğu belli olmayan hukukçu zâtın güya eleştirisi! Normalde yapılamayacak bir şeyi yapmışsınız. Ne büyük maharet!
Yaptığınız işin düşüklüğünden, seviyesizliğinden ve çirkinliğinden midemiz bulandı.
(Sema Maraşlı ve güya hukukçu olacak ve sözleşmeyi güya eleştiren bu sözlerin muhatabıdır ancak bunlar yine de hak ve hakikat namına söylenmiş sözler olup kişisel olarak alınganlık göstermemek gerektir. Bu olgunluğu gösterip hoş görüyle bakmanızı temenni ediyoruz.)
Biz gerçekten çok şaşkınız. Uydurma olarak yapılan teviller ve çok hatalı olarak verilen manalarla sözleşmenin hiç ilgisi yok. Bu iftira günahını neden işlediniz? Aşağıda belirttiğimiz gibi çok daha temiz ve dürüst ve doğru mücadele yöntemleri varken hele!
Sinekten yağ çıkarmak… Havadan nem kapmak… Canım sözünü canın çıksın olarak anlamak… Her sakallıyı dedesi zannetmek…
Tabirler çok… İstanbul Sözleşmesi’nden kendi anlamak istediğiniz zorlama manaları uydurma ve asılsız ve mantıksız bir şekilde çıkararak işte tam da bunu yapmışsınız!
Yahu İslam düşmanına hacet yok ki! Birilerinin bu sözleşmenin hükümlerine yanlış mana verip su-i istimal edip kötüye kullanmasına ne gerek var! Sizler bu vazifeyi o kadar parlak yerine getiriyorsunuz ki gözümüz kamaştı…
Ama yaptığınız işin düşüklüğünden, seviyesizliğinden ve çirkinliğinden midemiz bulandı.
Allah sizi nasıl biliyorsa öyle muamele etsin. Din düşmanından daha zararlısınız. Güya dini ve ahlakı müdafa ediyorsunuz. Düşman başına!!!
Allah aşkına gelin siz soyleyin.
Hangisi daha kolay ve hangisi daha akıllıca bir yöntemdir?
Şu sözleşmeye hiç dokunmadan, hatta onun açık metinlerini kendi lehinde kullanarak, birkaç tane çapulcunun o sözleşmeyi kendi maksatlarına alet ettiklerini deşifre etmek mi daha kolay ve etkilidir?
Yoksa 46 ülkenin imzalamış olduğu uluslararası bir sözleşme olan ve Türkiye’nin de imzaladığı bir sözleşme için iptal edilsin propaganda ve sloganlarıyla milletin manevi kuvvetini kırıp onları baş edemeyecekleri bir mücadele ile karşı karşıya getirmek mi daha akıllıcadır ve sonuç verecek bir taktiktir?
Gelin siz söyleyin!
İstanbul Sözleşme’sini kötü maksatlarına alet edenlere karşı, sözleşmeyi yanına alarak, gayet açık ve anlaşılır metinlerinin su-i istimalini böylece engellemek yerine,
Sözleşmenin konusu, kapsamı ve tanımlarında yer almayan ve normal şartlarda sağlıklı bir aklın asla metninden çıkar(a)mayacağı manaları uydurma ve yakıştırma bir şekilde çıkarıp sözleşmeyi zorla düşman ilan edip iptal edilmesini dava etmek nasıl bir taktik/yöntem bilmez bir eksik zekanın ürünüdür?
İftira ve yalanla karalama alçaklığını, dini ve ahlakı koruma adına yapanların böyle haysiyetsiz bir müdafalarına, din ve ahlakın hiç ihtiyacı yoktur, gölge etmeyin yeter!
(Uygulamalar ve teori farklıysa bunun yolu yalan ve iftira ve çamur atmak mı? Doğru görülen usül bu mu?)
Not: Biliniz ki, ahlaken ve dinen kabul edilemeyen günah yalandır ve iftira, hem yalan hem gıybet olmakla, iki kat çirkin bir günah ve ahlaksızlıktır. Hem de hadisin hükmüyle, “Görmediği bir şeyi iki gözüyle görmüş gibi göstermek, iftiraların en büyüklerindendir.”(Buharî, K. et-Ta’ber, bab: 45)
İftira ve yalanla karalama alçaklığını ve pervasızlığını normal görme ve bunu da dini ve ahlakı koruma adına yapma acizliğini ve düşüklüğünü göstermeyi asla tasvip etmiyoruz.
Netflix Aşk101 dizisini de, İstanbul Sözleşmesi’ni de hiç araştırmadan ve söylentileri esas alarak karalayanlar, bu iddianın doğru olup olmadığını umursamadıklarını ve nasıl karalanırsa karalansın mantığında olduklarını ortaya koymuşlardır.
Bu pis bir çukurdur. Bu çukurun içine düşüp de haysiyetli bir mücadele verilmez. Gayr-ı meşru bir şeye karşı gayr-ı meşru araçlarla ve menfî bir surette mücadele edilmez. Zaten bu mücadele falan da değildir. Kendi seviyesizliğini ve cehaletini ve muhakemesizliğini ortaya koymaktır.
Ben Allah ve din düşmanı (veya Allah ve din düşmanlığı) da olsa hiç fark etmez, birisi hakkında veya bir konuda yalan konuşmaktan ve iftira atmaktan Allah’a sığınırım. Çünkü böyle bir şeyi önce insanlığım, sonra en büyük insanlık olan İslamiyet beni şiddetle men eder!
Hak nerede ve kimin yanındaysa yanında olmak, haksızlık ve zulüm nerede ve kimin yanındaysa karşı durmak, İslamiyetin en büyük şiarlarındandır! Bunu bilemeyen veya kabul edemeyen acaba makbul bir dindar olabilir mi? Allah’ın kendisinden razı olmasını isteyen bu kaideleri hayatının her alanına rehber etmelidir!
İstanbul Sözleşmesi Hakkında Bir Soru-Bir cevap:
SORU:”
çok değerli Ediz bey; benim itirazım neden bizim böylesi bir anlaşmaya ihtiyaç duyduğumuz üzerinedir. Allahın vahyine tabi olan müslümanlar laiklik gibi femiznizm gibi çıktığı yerde haklı gerekçeler bularak ortaya çıkan oluşumlara neden biz de direk atlıyor, Rahman’ın verdiği güzellikerle kör sağır olup böylesi anlaşmaların arkasına sığınıyoruz. ben burada affınıza sığınırak iyiniyet bulamıyorum. Bir kadın olarak asla kadın ile erkeğin eşit olduğuna inanmıyorum. zira bu kadına yapılan en büyük zulümdür. sizin kaldırdığınız yükü kaldıramam. Sizin şartlarınızda çalışamam. kadın annedir. kadın doğum yapan, adet sancıları çeken, dışarıda aktif olması istendiği gibi evde de dört dörtlük kadın olması istenendir. bir aile danışmanı olarak acıların dramların en çoğunu çalışan kadınlardan duyuyorum. Ben Rabbimin kadını pozitif ayrımcılık yaptığına inanıyorum.”
CEVAP:
“Şimdi şöyle, kadın-erkek ayrımcılığı veya eşitliği konusu ayrıca değerlendirilmesi gereken siyah ve beyaz değil, gri bir alan. Aslında mesela feministlerin veya toplumsal cinsiyeti iddia edenlerin doğrulukları da var. Yanlışları da var.Yalnız mesela biz Kuran ve şeriat haricinde neden yasalara muhtaç olalım meselesi bir fanatizmi ve gerçekçi olmayan bir yaklaşımı ifade eder. Elbette insanlığın ortak birikiminden yararlanacağız ve ihtiyacımız da vardır, gereklilik de vardır ve şeriat nedir, ne değildir vs. konusunda şu kaynak yazımızı okumanızı hararetle tavsiye ve rica ederiz:
“Meşru Demokrasi” Ruhu Şeriattandır; Hayatı da Ondandır!
Bir de şu kısa ve çok önemli bir hakikati ortaya koyan parça var:
İslam Şeriatı Elbise Gibi Değildir!
Evet, İslamiyet şeriatı temel yaklaşım, esas ve kaideleri belirleyip gerisini,detayını insanlığın ve medeniyetin ve ilmin gelişimine havale eder ve herdöneme uygun özel şekline maharetle girebilen, dinamik (statik, sabit ve donukolmayan, şartlara adapte olabilen) yapıdadır.
Bir de eğer metnini okuyacak olursanız sözleşmenin metni “laiklik gibi femiznizm gibi çıktığı yerde haklı gerekçeler bularak ortaya çıkan oluşumlar” kapsamında değerlendirilmesi uygun olmaya, gerçek bir ihtiyaç üzerine tedbir alma temelli ortaya çıkmış bir metin ve hazırlayanların Türkler olduğu da ifade ediliyor. Esas bizim kanaatimizce, İslam anlayışı açısından mahsuru bulunmayan hatta İslamın destekleyeceği türdeki yaklaşımlara neden hemen itiraz etmek veya karşı çıkmak için atlıyoruz, bu sorgulanmalı. Zaten bir yanlış varsa da fikrî temelli olarak, analitik bir tavırla tahlil ve incelemeye tabi tutulur, bunu da ehil insanlar üzerine alır, slogan veya fanatikliğin bize kazandıracağı bir şey yokama kaybettireceği (ve kaybettirdiği) çok sey var.
Bizim iddiamız, sözleşme metninden, “inancimiz ve orf ve adetlerimizle bağdaşmayan” tek bir cumlesini bulup söylenemeyeceğidir. Biz metnin bahsettiginiz konularla zerre kadar temasi olmayan bir metin olduğunu gorduk. o yuzden iddialiyiz.
Suçluyu baska yerde arayin bence ve şu kaideyi asla unutmayın:
“Bilmediğin şeyin ardına düşme; doğrusu kulak, göz ve kalp, bunların hepsi o şeyden sorumlu olur.”(İsra, 17/36)
“Görmediğibir şeyi iki gözüyle görmüş gibi göstermek, iftiraların enbüyüklerindendir.”(Buharî, K. et-Ta’ber, bab: 45)”
Şu küçük parçayı da lütfen okuyun: “Ahlaksız Sanat” ve “Dinsiz Bilim” Olur mu?
ANKARA BAROSU’NUN GERÇEK DIŞI VE HATALI BİR BEYANI
Not: Sema hanım, bu bölüme iyi dikkat edin. Baroya yazdığımız aynı zamanda size de cevaptır. Yanlış manalar vermekle, metnin kastetmediği hatalı anlamları çıkartmakla onlarla aynı maksada hizmet etmişsiniz ve ediyorsunuz. Lütfen farkına varın ve uyanın! (Siz onlardan daha tehlikelisiniz çünkü içimizdesiniz!)
Önemli bir not daha: Tek tek inceleyip karşıt inceleme yazıp size göndermeye bizim fırsatımız olmadı ve belki de sizin okumaya fırsatınız olmayacaktı ama çok açık olarak gördük ki, metinden çıkarılmayacak bir sürü manayı yakıştırma ve uydurma yaparak ve hatta bu aşağıdaki 3.bendden işinize gelen kısmı alıp, başından ve sonundan keserek servis etmişsiniz. Yapmayın!
Ankara Barosu’nun ikinci skandal açıklamasındaki bir cümlenin hakikatsizliğini beyan etmek zaruret olmuştur.
Demişler ki: “İstanbul Sözleşmesi’nin 3.maddesi, cinsel yönelim ve cinsel kimlik temelli ayrımcılığı yasaklamaktadır.”
Öncelikle o bahsettikleri 3.maddenin içeriği öyle değil. Böyle bir şeyi bir hukuk barosunun yapmasına bir yönüyle şaşırdık ama artık herkesten herşeyi bekleyecek bir ortamdayız. E tabi İslamî kesim olarak (büyük çoğunluk olarak), okuyup araştırıp tepki geliştiremeyecek çapsızlıkta olduğumuzun ve ancak slogan atmaktan ve fanatiklikten anladığımızın gayet iyi farkındalar demek ki!
Halbuki maddeyi bile yanlış yazmışlar. Bir kere 3.madde “tanımlar” üzerine. Onların bahsettikleri ise 4.maddenin 3.bendi ki, (aşağıdan inceleyin lütfen) bahsettikleriyle en ufak bile alakası bile yok! Konu belli maksad belli. Şiddetten korumak ve bu maksadla alınan tedbirlerin ayrımcılık olarak değerlendirilmemesi isteniyor.
Ve en sonuncu olan 4.bend bunu tam açığa çıkarıyor. Sözleşme metni, akla gelebilecek her türden statünün bu sözleşme hükümlerini uygulamakta (yani şiddete karşı tedbir almakta) ayrımcılığa yani çifte standarda sebep olmamasını teminat altına almış. Baronun servis ettiği şekille hiç ilgisi yok!
Ama bize müstehak tabi, başta bizim İslamî kesim bu sözleşmenin içeriğine bakmadan veya bildiği halde güya karalamak için iftira ve yalanla sözleşmeyi suçlarsa, ortada “Ne haltediyorsunuz siz, bir de hukuk barosu olacaksınız! Kimi kandırıyor ve aptal yerine koyuyorsunuz? Sözleşmede öyle demiyor?!” diyecek bir adam da kalmaz! Adam olsak bu sözleşmeyi onlara böyle alçakça kullandırmaz, hakikatini beyan ederdik ama iftira ve yalan ve karalama yolunu tercih ettiğimiz için bunu yapamıyoruz tabi!
Bölüm I – Maksatlar, tanımlar, eşitlik ve ayrımcılık yapılmaması, genel yükümlülükler
Madde 1 – Sözleşmenin Maksatları
1 Bu sözleşmenin maksatları şunlardır:
a kadınları her türlü şiddete karşı korumak ve kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak;
b kadına karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınları güçlendirmek de dahil olmak üzere, kadınlarla erkekler arasında önemli ölçüde eşitliği yaygınlaştırmak;
Madde 4 – Temel haklar, eşitlik ve ayrımcılık yapılmaması
1 Taraflar herkesin, özellikle de kadınların, gerek kamu gerekse özel alanda şiddete maruz kalmaksızın yaşama hakkını yaygınlaştırmak ve korumak için gerekli olan yasal ve diğer
tedbirleri alacaklardır.
2 Taraflar, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığı kınayacak ve ayrımcılığı önlemek üzere, özellikle aşağıdakiler dahil olmak üzere, gerekli yasal ve diğer tedbirleri alacaklardır:
– ulusal anayasalarında veya ilgili diğer mevzuata kadın erkek eşitliği ilkesini dahil
edecek ve bu ilkenin uygulamada gerçekleştirilmesini temin edeceklerdir;
– yerine göre, yaptırımların uygulanması yolu da dahil olmak üzere, kadınlara karşı
ayrımcılığı yasaklayacaklardır;
– kadınlara karşı ayrımcılık yapan yasa ve uygulamaları yürürlükten kaldıracaklardır.
(İŞTE ÇOK YANLIŞ OLARAK SERVİS EDİLEN “3.MADDE”)
3 Taraflar bu Sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin deceklerdir.
4 Kadınların toplumsal cinsiyete dayalı şiddete karşı korunması için gerekli olan özel tedbirler, bu Sözleşme hükümlerince ayrımcılık olarak sayılmayacaktır.
Aklımıza ne geldi şimdi, hani biz mesela cemaatlerin içindeki yanlış uygulamalardan ya da kötüye kullanılmış şekillerinden dolayı tüm cemaatlere ya da cemaat kavramına karşı çıkılmasını tasvip etmiyoruz ya. Teorik anlamda doğru ve güzel olan cemaati manasının kabul görmesini istiyoruz ya. Bence önce kendimiz dürüst ve ahlaklı olalım.
Kaynak/Alıntı: www.cocukaile.net