Kebapçı tayfa – Serdar TUNCER
Bir yazı yazdık kıyamet koptu. Yıl içinde kebapçıdan çıkmayan tayfanın Kurban Bayramı’yla beraber hayvanlar katlediyor diyerek duyar kasmasındaki hazin çelişkiyi iman perspektifinden ele alan bir yazıydı bizimkisi ama kıyamet başka yerden koptu. Yazı içinde bir tek cümle ile geçen; “Benim inandığım Allah dört eşle evlenmeye müsaade etmez diyenler…” kısmı bazı arkadaşlara daha ilginç gelmiş olmalı ki ana fikri kurban edip oradan yürümeyi tercih ettiler. Hal böyle olunca da iş bu yazıyı meseleyi vuzuha kavuşturma adına yazmak fakire vacip oldu.
Müslüman olmayan, başka şeriata iman eden yahut dinsiz olan kimselerden beklentimiz ibadet edebilme hürriyetimize saygı ve yüzde doksan bilmem kaçı Müslüman olan bu ülkede İslam’ın değerlerine hakaret etmeme hassasiyetini göstermeleridir. Yani, namaz kılmanı gerektiren bir durum yok ama namaza laf etme, oruç tutman beklenmiyor ama oruçluya saygı göster, kurban kes diyen yok ama kesene hakaret etme hepsi bu. Derdimiz onlarla değil zaten, ben Müslümanım dediği halde söylediği bir tek sözle dinden çıkabileceğini bilmeyen bizimkilerle. Bir sözle dinden çıkılır mı? Hem de nasıl!
Bir Müslüman içki içse bir yasağı çiğnemiş olur ve günaha girer. Bu kişi gün gelir tövbe eder ve umulur ki Allah affediverir yahut tövbe etmez gün gelir günahının cezasını çeker. Kimsenin günahı ile uğraşmak haddimiz değil; bizimkisi yük olarak bize yeter de artar bile. Ölçümüz belli: Günaha düşmanız günahkâra değil. Hatta günaha düşmanlığımız sebebiyle günahkâra dostuz diyeyim de durduğumuz yer tam anlaşılsın. Ancak bir Müslüman hiç içki içmemiş olsa bile, “içki haram değildir” derse dinden çıkar, geçmişler olsun. Varlığı naslarla sabit bir hükmü o ya da bu sebepten inkâr etmek insanı dinden çıkarır. Açalım biraz daha… Zina eden Müslüman günah işlemiş olur, ama “zina haram değildir” diyen Müslüman imanından olur. Namaz kılmayan Müslüman -ekser ulemanın içtihadınca- bir emri yerine getirmemesi sebebiyle günahkâr olur. “İbadet imandan bir cüzdür” diyen görüşü burada zikretmeye hacet yok, alakalısı zaten biliyor, bilmeyenin de kafası karışmasın durduk yere. Fakat kişi Müslümanım dediği halde namaz farz değildir derse imanı gider. Şartlarını haiz olduğu halde kurban kesmeyen Müslüman günahkâr olur ama “benim inandığım Allah bunu emretmiş olamaz” diyen Müslüman dinden çıkar. Hiç kimse kusura bakmasın, bunlar benim tez yahut tespitim değil inandığımız dinin ölçüsü bu. Şunu da söyleyelim de tam anlaşılsın: Kur’ân-ı Kerim’in değil bir hükmünü bir tek harfini inkâr dahi Müslümanın imanına kast eder! Buradan bakıldığında bu hükümler tartışmaya asla açık değildir. İman ettim dediğiniz anda hepsini birden kabul etmiş olursunuz ve tartışamazsınız, bu kadar net! Tefekkür edebilirsin, hikmetini araştırabilirsin, nasılına niçinine vâkıf olma adına istediğin kadar kitap karıştırabilirsin, o yahut bu sebepten emir ve yasağın gereğini yerine getiremeyebilirsin ama Müslüman kalmak istiyorsan inkâr edemezsin!
İnsanımız genellikle cehaletten, bazen dini güzel göstermek kastıyla, bazen bir hükmü konjonktüre uydurma gayretiyle, bazen de çağın dayattıklarıyla açmaza düştüğünden bu hatayı yapabiliyor. Dürüst olmak lazım, din bize uyacak bir şey değildir ve Allah bizim istediğimiz gibi olmaktan münezzehtir; şayet “ben Müslümanım” diyorsak biz dine uymaya gayret edeceğiz, biz Allah’ın istediği gibi olma derdine düşeceğiz. Buna takat yetiremiyorsak hiç olmazsa dinin emir ve yasağını inkâr ve tahkir etmeyecek, aklımızın almadığı hükme yok muamelesi yapmayacağız, bunları yapmanın bizi imanımızdan edeceğini bilecek ve ona göre hareket edeceğiz. Bu bedeli ödemeyi göze alanın yolu açık olsun bize ne ama söylediği sözün kendisine böyle bir bedel ödeteceğini bilmeyenlere kardeşliğimiz hatırına işin aslını hatırlatmamız da bize çok görülmesin. Teşekkür beklemiyoruz ama dayak da yemeyelim yahu!
Gelin itiraf edelim, suçun büyüğü bizde. “Niçin oruç tutuyorsun” diye sordular, “Allah emrettiği için” diyemedik; fakirin halinden anlamaktan tutun da bir aylık detoksa varana değin pek çok şey geveledik. “Niçin namaz kılıyorsun” dediler, suyun değdiği abdest azalarındaki hücre yenilenmesinden namaz hareketlerinin sağlığa tekabül eden yanlarına kadar zırvaladık. Pek çok konuda Allah’ımızı -haşa- haklı çıkarmak için dinimize haksızlık ettik. Bütün bu niçinlere makul(!) cevaplar almaya alıştırdığımız kitle kendilerince haklı bir şekilde her şeyin niçin’ini sormaya başladı ve biz izaha gücümüz yetmediği yerde çuvallamaya başladık. Gerek yoktu hâlbuki! Net olalım, Müslüman, fakirler et yesin diye kurban kesmez; Allah emrettiği için kestiği kurbandan fakirin hakkı olan üçte biri de verir ve fakir et yer. Fukaranın halinden anlamak için oruç tutmaz; Allah emrettiği için oruç tutar ve nasibi varsa gün içindeki açlığıyla fukaranın halini de tefekkür etmiş olur. Sağlıklı olmak için namaz kılmaz Müslüman; sadece ve yalnız Allah için kılar. İsviçreli bilim adamları namaz hareketlerinin sağlığa zararlı olduğunu ifade etseler namazı değil İsviçreli bilim adamlarının aklına duyduğu güveni terk eder, iman böyle bir şeydir.
Ertuğrul Özkök’ü daha fazla yormadan gelelim dört eş meselesine. Dört eşe kadar müsaade mevzuu ayetle sabit. Emir değil -buraya dikkat- müsaade. Hatta tavsiye şu: “Adaletle hükmetmeye güç yetiremeyecekseniz tek eşle yetinin, bu sizin için daha hayırlıdır.” Bu ayet geldiği zaman insanlar bir eşi varken dört eş almaya kalkmadılar; on-on beş eşleri varken diğerlerini boşayıp dörde düşürdüler. Bu müsaade bazı mezheplerce gerek şartlara bağlandı, ilk eşin rızası gibi. İstismar edilmemesi için nikâhın sıhhat şartları net olarak belirlendi. Mevzu derin ve geniş, fazlasını arzu eden fıkıh kitaplarına bakabilir. Müslüman bir erkek, ‘ben dört eşle evlenmem’ diyebilir, Müslüman bir kadın ‘eşimin başkasıyla evlenmesine rızam yok’ diyebilir, ancak bir insan ben Müslümanım diyorsa; “Allah böyle bir şeye müsaade etmiş olamaz” di-ye-mez! O günün şartlarında öyleydi, bugün şöyle filan diye -tabir-i amiyane ile- kıvırmanın âlemi yoktur. Bir gün gelecek dünya nüfusunun dörtte üçü kadın olacak, o gün bu hüküm anlaşılacak filan diye âyeti akılla izaha çalışmak akılsızlıktır.
Ertuğrul Özkök’ün isimlerini verdiği hanımefendilerle bu konuda bir program yapsak sanırım böyle bir müsaadenin ayetle sabit varlığını onlar da kabul ederler. Tercihen eşlerinin böyle bir şey yapmasına rızaları olmadığını ifade ederler, ben de aslında hiç fena olmazdı ama bizimki beni gebertir diye mukabele ederim. Sonrasında kültür, gelenek görenek, çağ, ihtiyaç, zaruret, yasalar gibi bazı başlıklar altında meseleyi konuşur ve programı bitiririz. Müsaadeye rızamız olmadığı için hiçbirimiz günahkâr da olmayız dinden de çıkmayız. Kolay ve tatsız bir iş olur, hepsi bu.
Yazıyı Ertuğrul Özkök’ün de bana katılacağını sandığım bir soruyla bitireyim: “Abi bizi boş ver de sizin seküler mahallenin evli ve hızlı çapkınlarından birisi, birlikte olduğu bütün kadınlarla bir stüdyoda buluşup tek eşliliğin faziletlerinin konuşulduğu bir program yapsa sence de daha eğlenceli olmaz mı?”