DERSİMİZ İMAN
Klasik kelam âlimleri; “İman edilecek hususların bir kısmına iman edip bir kısmına iman etmeyen kimsenin imanı sahih değildir.”[1]Demek suretiyle itikadi esaslardaki bütünlüğü zedeleme sorununa vurgu yapmışlardır. Bu ifadenin bir başka açılımı ise; “Zaruratıdiniyeden birini inkâr, dinî hükümlerin hepsini inkâr sayılır.” kuralıdır. Bunların hepsi gösteriyor ki iman bir bütündür ve kesinlikle parçalanma ve bölünme kabul etmez. Parçalı bir iman, “yok” hükmündedir ve sahibine hiçbir fayda sağlamaz. Her yatsı namazından sonra okunması nebevi bir tavsiye olan Bakara Suresi’nin son iki ayetinin içeriği imanı tecdit etme eyleminin bir ikrarıdır. “Resuller arasında iman noktayınazarında hiçbir ayrım yapmayız.”[2] İfadesi ile de mü’min, iman konusundaki bütünlüğü tasdik ettiğini yineler.
Allah’ın (cc) koyduğu emir ve yasakları kabul etmek suretiyle davranışların vahiy merkezli anlamlandırılması aynı zamanda bir kimlik kabulüdür. Tevhit denilen bu kimlik, hayatın her alanında; “Allah (cc) ne dedi; ne der; ne yapmak lazım ki O’nun rızasını kazanabilelim?” endişe ve isteğiyle yaşamaktır. Bir anlamda “Allah’ın (cc) boyasıyla”[3] boyanmaktır. Yani, Allah Teâlâ’nın yarattığı fıtratı muhafaza edip tüm peygamberleri aracılığıyla göndermiş olduğu mutlak din İslâm’la hayatı anlamlandırmaktır.[4]Öyle bir anlamlandırma ki bu kimliğin bütünlüğünü bozacak herhangi bir söylem ve davranışı İslâm’a tercih etmenin insanı küfre götüreceği bilincini zihinde daima canlı tutmakdır (zikridaim).
İmanın bütünlüğü hususunda bu bilinci sürekli hâle getiremeyen insanlar, hiç beklenmedik bir zamanda, bir kopma veya imanı parçalama gafletinde bulunabilirler. İmanla küfrü tek gönülde bulundurma sapıklığını yaşayabilirler. Hâlbuki Resulullah (sav), bunun imkânsızlığını şu hadisiyle açıklığa kavuşturmuştur: “İman ve küfür (aynı anda) bir kimsenin gönlünde bir araya gelemezler.”[5]Kur’an-ı Kerim, bu duruma “imanla şirki birbirine karıştırma” adını vermektedir.[6] Şirkle imanı aynı kalbe koymak gibi bir sapkınlığı yaşamayanlar Kur’an-ı Kerim’de şöyle övülmüştür: “الَّذِينَ آمَنُواْ وَلَمْ يَلْبِسُواْ إِيمَانَهُم بِظُلْمٍ أُوْلَئِكَ لَهُمُ الأَمْنُ وَهُم مُّهْتَدُونَ” “Onlar iman ettiler ve imanlarına hiçbir şekilde şirk bulaştırmadılar. (Dünya ve ahirette) güven içerisinde olanlar ve (mutlak) doğruyu bulanlar bunlardır.”[7] Bu ayetteki “zulüm” kavramını “şirk” olarak tefsir eden Hz. Peygamber’dir.[8]Bu tefsire göre mü’minler için, şirkten uzak bir iman idealize edilmiş ve övülmüştür. Zira böyle bir imanın sahibi, hayatın her alanında ve önemli olayların çözümünde Allah Teâlâ’dan başkasına müracaat etmez.[9] İmana şirk / zulüm bulaştırmamak; hayatı anlamlandırırken beşeri düşünceleri dinleştirmemek, ideolojik bakıştan kaçınmak, İslâm’a karşı başka bir dünya görüşünü tercih etmemek, hayatı anlamlandırırken dinin genişlik boyutunu gözden kaçırmamak demektir. Kısacası; Allahın emir alanına sınırlama getirmemektir. Saymış olduğumuz bu yanlışlara düşenler imanlarına şirk karıştırmış olurlar ki karşılığı küfürdür.
Medine’ye hicretten sonra bazı Müslümanlar Kur’an-ı Kerim’le beraber başka milletlerin muharref kitaplarını okuyup öğrenmeyi ve onların içeriğini de hayatlarına katmayı arzu etmişlerdir. Muharref Tevrat’la beraber Kur’an öğrenimini eş zamanda yapan Hz. Ömer, öğrendiklerini Hz. Peygamber’e (sav) arzetmek isteyince, Resulullah’ın (sav) rengi değişmiş ve sonra da “Aranızda Musa olsaydı, siz de bana değil de ona tabi olsaydınız, yine de dalalette olurdunuz.[10] Çünkü ümmetlerden siz benim payıma; peygamberlerden de ben sizin payınıza düştüm.”[11]buyurarak böyle bir davranışa onay vermemiştir. Hz. Peygamber (sav), bu uygulamaya onay verecek olsaydı, bu yapılan eylem bir sünnet olacak ve bunun arkasına sığınarak insanlar gerekli alt yapıyı oluşturmadan zihinlerini yanlış fikirlere ve batıl dinlere açacaklardı. Yahudilikten ihtida eden bir grup Müslüman, Resulullah’a (sav) Kur’an’la beraber Tevrat’ı da okuyup ikame etmeyi teklif ettiklerinde Yüce Allah, bu karmaşık uygulama isteğine müdahale etmiş ve “يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ ادْخُلُواْ فِي السِّلْمِ كَآفَّةً” “Ey iman edenler! Her şeyinizle Müslüman olunuz.”[12]Buyurmak suretiyle bölünmüş, tevhidîlikten uzak ve Kur’an-ı Kerim’den onay almayan bir yaşayış şeklini kabul etmemiştir.[13]Verilmek istenen mesaj gayet nettir: Biraz müslümanlık, biraz Yahudilik, biraz ideolojik hayat tarzı diye bir karışım İslâm’ın tevhid ilkesine aykırıdır. Din bir bütündür, kabul etmeyerek tek bir hükmünü bile inkâr edenin müslümanlıkla bir ilgisi kalmaz.
[1] Ebu’l-Müntehâ, Şerh-u Fıkh-ı Ekber, s. 23.
[2] Bakara 2 / 285.
[3] Bak: Bakara 2 / 138.
[4] Taberî, Câmiu’l-Beyân, I / 622-3.
[5] İbni Hanbel, Müsned, (tah: Muhammed Şakir, h. no: 8576), c. XVI, s. 244.
[6] Bak: Yusuf 12 / 106.
[7] En’am 6 / 82.
[8] İbni Kesîr, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, II / 145.
[9] Sülemî, Hakaiku’t-Tefsir, I / 206.
[10] Hz. Peygamber bu hadisiyle esas vurguyu kendisinin son peygamber oluşuna yapmıştır. Konuyu bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
[11] İbni Hemmam, Musannef, X / 314; İbni Hanbel, Müsned, III / 470; İbni Hamza, Esbab-ı Vürud-il Hadis, II / 1402.
[12] Bakara 2 / 208.
[13] Taberî, Câmiu’l-Beyân, II / 337.
MEHMET SÜRMELİ