“Siyasi İslam”ın “gardiyan”lığını yapmak! – Yusuf Kaplan
Elitler, toplumun kimliğini, kollektif hafızasını, anlam haritalarını oluşturan dinamiklere, dolayısıyla topluma kuşkuyla bakıyorlar.
Nilüfer Narlı”nın Pazar günkü Radikal”in Yorum sayfasında bir konuşması yayımlandı. Narlı, Marmara Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü”nde doçent. 1992”de ABD”de düzenlenen Henry Ford Vakfı Ortadoğu Araştırmaları Yarışması”nda “Türkiye”de Radikal İslam ve Siyasi Sonuçları” başlıklı araştırmasıyla birincilik ödülü almış. Ardından 1993”te Eisenhower Bursu”nu kazanarak ABD”ye gitmiş ve çalışmalarını bir süre orada yürütmüş. Halen Siyasi İslam, kadın ve demokrasi gibi konularla uğraşıyor.
Sosyal bilimler ne işe yarar?
Konusu ve söylediklerinden ötürü bir hayli medyatik bir kişi Narlı. Hemen her yerde konuşuyor. Her yerde konuşuyor olması, iler tutar yanı olan bir şeyler söylüyor olmasından değil; aksine, iler tutar yanı olmayan, sosyal bilimlerde dünya çapında ses getirebilecek nitelikte bir şeyler söyleyemiyor olmasından kaynaklanıyor. Radikal”de söyledikleri, söylediklerimizi doğruluyor.
“İslamcılar”ı üç gruba ayırıyor: “Evrimci, ılımlı İslamcılar; radikaller ve ülkücü-İslamcılar”. Bunların ortak özelliklerini şöyle özetliyor: “İslamcılar”ın hedefi, kamu düzenini din kurallarına göre düzenlemektir. Din ve devlet arasındaki ayırımı reddeder ve dinin sadece iman, ibadet ve kişisel inançla sınırlı olmasına karşı çıkarlar. Batılı kaynak ve referansları kültür emperyalizminin parçası sayıp reddeder. Batı teknolojisinin amaçları için araç olarak kullanılmasına karşı çıkmazlar.”
“İslamcılar”ın ayrıldıkları noktaları ise şöyle açıklıyor Narlı: “Fark, ”İslam devletini kurmak ve kamu alanını İslamlaştırmak için hangi yöntemleri kullanalım?” sorusunda yatar. Yöntemde farklılaşırlar yani.”
Her şeyden önce, “İslamcı”, “Siyasal İslam”, “Ilımlı İslam” gibi tanımlamalar, çok kolaycı ve ucuzcu tanımlamalar. Bu tanımlamalar, sosyal bilimlerden çok istihbaratçıların veya Amerikan yönetimi ya da istihbarat örgütleriyle dirsek teması halinde olan sözde stratejistlerin yaptıkları tanımlamalar. Bu tür steroripleştirici ve kolaycı tanımlamalarla sosyal bilimlerde birinci sınıf çalışmalar ortaya koyabilmenin kolay kolay mümkün olmayacağını sosyal bilimlerle yakından ilgilenen herkes bilir.
Narlı”nın “İslamcılar”ın hedefi olarak betimlediği şeyler, bizzat İslam”ın kendisinin hedefi. İslam din ve dünya ayırımı yapmıyor. Bura ile öte arasına sınır çekmiyor. Fizikle fizikötesini bütünleştiriyor.
Vaziyet böyle olunca Müslümanlar, Müslümanlıklarından vaz mı geçecekler?
Birinci sınıf bir sosyal bilimci olmak mı!
Narlı, “İslamcılar”ın temelde hedef açısından birbirlerinden farkı yok derken de sosyal bilimlerin dilinden çok, 28 Şubat sürecinin aktörlerinin diliyle konuşuyor. Çünkü Narlı, konuşmasnın ilerleyen bölümlerinde -özetle-“Radikaller, şiddet yanlısıdırlar. Bazıları İran”dan teolojik ve lojistik destek alırlar. Ilımlılar ise, eğitim ve propaganda çalışmalarına yoğunlaşmışlardır. İslamlaştırma projesini zamana yaymışlardır… Gelir dağılımı düzeltildiği zaman bir protesto hareketi olan Siyasi İslam”ın yaşama şansı kalmayacaktır…” derken tam böylesi bir dil kullanıyor.
“İslamcılar”ın Batılı kaynak ve referansları kültür emperyalizminin parçası sayıp reddettikleri iddiası, Narlı”nın en azından Türkiye”deki İslamcı aydınları iyi tanımadığını (dolayısıyla asıl işini iyi yapmadığını veya yapamadığını) gösteriyor.
Nilüfer Narlı, bir sosyal bilimci; ama “üçüncü sınıf” bir sosyal bilimci. Birinci sınıf bir sosyal bilimci olsa, Türkiye”de bir “iş”e yaramaz; ama üçüncü sınıf bir sosyal bilimci olduğu için bir hayli “iş”e yarıyor.
Bu satırları, Narlı”nın bir iç veya dış istihbarat örgütüne çalıştığını söylemek için yazmıyorum. Narlı”nın ille de bir yerlere çalışması gerekmiyor. Ortaya koyduğu “iş”ler, birileri tarafından kullanılmaya müsait ve o yüzden de hem entelektüel açıdan birinci sınıf olmadığı için, hem de kendisi, kendisinin sosyal bilimlere veya sosyal teoriye dünya çapında katkıda bulunabilecek nitelikte çalışmalar yapamayacağının galiba ayırdında olduğu için, çıkardığı işler, ancak birileri tarafından kullanılabilecek düzeysizlikte işler olmanın ötesine geçemiyor. Anlaşılan o ki, kendisinin de, bir Nilüfer Göle, bir Şerif Mardin veya bir Edward Said, bir Anthony Giddens, bir Pierre Bourdieu, bir Bryan Turner olmak gibi bir kaygısı yok.
Anormallik ve gardiyanlık
Narlı gibi “sosyal bilimci”lerin Türkiye”de yaşanan travmayı anlama ve anlamlandırma kaygısı gütmeleri çok zor. Narlı”nın bilmesi gereken şey şu: Türkiye”deki sistem meşruiyet, otorite ve hegemonya kaynaklarını yüzyılların deneyimi ve mücadelesi ile oluşan bizim toplumsal ve kültürel dinamiklerimizden almadığı, aksine bizim anlam haritalarımızı ve dinamiklerimizi olumsuzladığı için elitlerin öncelikleri, duyarlıkları ve kimliği ile toplumun öncelikleri, duyarlıkları ve kimliği arasında bir çatışma yaşanıyor. Elitler, toplumun kimliğini, kollektif hafızasını, anlam haritalarını oluşturan dinamiklere, dolayısıyla topluma kuşkuyla bakıyorlar. O yüzden toplumdan gelen demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi talepleri gözardı etmeyi tercih ediyorlar.
Türkiye”deki sorun, Müslümanlığın siyasi, ekonomik ve kültürel bir dinamik olarak kendi paradigmalarını ve pratiklerini yeni şekillerde yeniden icat etmesine, dolayısıyla “çevre”nin “merkez”e “yürümesi”ne kuşkuyla bakılması ve böylesi bir şeyin vuku bulmasının önlenmeye çalışılmasıdır. Bu da iktidar aygıtlarıyla toplum arasındaki ilişkilerin sürgit anormalleşmesine yol açıyor. Yapılması gereken şey, Müslümanlık eksenli yenileşme çabalarının önünü açmaktır. Ancak asıl ürkülen şeyin bu olduğunu herkes biliyor ama Narlı bilmiyor olabilir mi?
Anlaşılan o ki, Türkiye”deki cari anormalliğin hüküm sürebilmesi ve birilerinin iktidarlarını sürdürebilmeleri için “Siyasi İslam” gibi nevzuhur “hilkat garibeleri”nin yaratılması ve yaşatılması; birilerinin de bunun “gardiyan”lığını yapmaları gerekiyor!