Bir şey yapmalı – Serdar Tuncer
Bir işi başarmak için dört şey gerekir demişler: Akıl, ilim, gayret, güç. Bu dört hususiyetten iki ya da üçüyle donanmış bir kimse de elbette ki başarılı olabilir. Fakat onların başarısı ekseriyetle nisbî, geçici ve olması gerekene kıyasla eksiktir. Eğer arzu edilen tam bir başarı ise, bu dörtlünün mutlaka bir araya getirilmesi gerekir ve bu çok zordur. Çünkü istisnaları olmakla beraber akıllı kimseler genellikle gayret konusunda ihmâlkâr olurlar; gayretli kimseler de akıl yönünden zayıf. Aynı şekilde ilim sahipleri güçten mahrumdur; güce sahip olanlar ise ilme ihtiyacım yok edasında…
Akıl, az bir çabayla sorunları çözme imkanı sunduğu için akıllıların gayretle arası pek yoktur. Akıllı kişi bu sebepten zamanla gayret konusundaki kabiliyetini yitirmeye başlar. Çünkü gayret etmeden elde edebilmeye alışınca çaba göstermek anlamsızlaşır(!). Meseleye tam aksi yönden baktığınızda ise karşınıza şöyle bir tablo çıkar: Akıldan mahrum oluş açığını gayretle kapatarak işlerini halletmeye alışan bir kimsede gayret kabiliyeti zamanla artar. Gayretsiz başarılamayacağını bildiği için, her işte azami gayret gösterir ve netice elde eder. Akıllının gayretlisi, gayretlinin akıllısı nadir bulunur ve bu sebepten kıymetlidir.
İlim, her şeyinizi kendisine vermediğiniz vakit size hiç bir şeyini vermeyecek nazlı bir sevgili gibidir. Sizin olur ama bir şartla, her şeyiniz onun olacak. Dünyanın sözüm ona güzelliklerine sırtınızı dönmediğiniz müddetçe peçesini size kaldırmaz, bir yüz görümlüğü bile gözlerini göremezsiniz. Buradan bakınca ilim, akıllı taliplisinden ciddi bir gayret istemektedir. Akıl ve gayret bir araya gelip ilmi elde edince ortaya güçlü bir kişi çıkabilir ama güç çıkacak diye bir kâide yoktur!
Aklı, gayreti, yahut her ikisiyle birlikte güce sahip olan kimselere gelince onlar da ilme ihtiyaç duymazlar. Duymazlar çünkü hem en güzel neticeyi(!) zaten elde etmişlerdir, hem de geri dönüp onca yolu en baştan yürümeye ne ihtiyaçları vardır ne de böyle bir niyetleri. Âlimin akıllı ve gayretli olmayanı ne kadar azsa, güçlünün bilgesi de işte bu sebepten o kadar azdır.
Bu girift mesele hakkında bu kadar kesin ifadelerle konuşabildiğime bakmayın siz. Çünkü asıl soru(n) başarının sizdeki karşılığında; ilim, akıl, gayret ve gücü nasıl tarif ettiğinizde saklıdır. Dinini harâb ederek dünyayı mâmur etmek başarı mıdır mesela? Elde edeceği güç için bütün ahlak kurallarını ayaklar altına alan kişiden akıllı diye bahsedebilir miyiz? Büyük bir gayretle yeryüzünün en büyük âlimi olmuş ama bildiği ile amel etmeyen insandan başarılı diye söz etmek mümkün müdür? Her bir şeyi tam ve doğru yaptığı için başarılı olan bir kişinin şayet niyeti eğriyse başardığı şey ona zarar vermekten başka ne işe yarar?
Akıl meselesinde bir ârifin koyduğu ölçüyü hatırlatarak mevzuya devam edelim: “Deli ne dünyaya çalışır ne ukbâya. Yarım akıllı ya dünyaya çalışır ya ukbâya. Akıllı hem dünyaya çalışır hem ukbâya.
Başarmak için işbu dört hususiyeti bir araya getirmek pek zordur, daha acısı ve vahimi yeterli değildir. İlim, akıl, gayret ve gücün yanına işin burasında tecrübe ve istikrarı da ilave etmek mecburiyetindeyiz. Başarının en az hasarla ve kâmilen gerçekleşmesi için tecrübe; sürekli kılınıp artarak devamı için istikrar şarttır. Şöyle de söyleyebiliriz sanırım: Başarmak için istikrarla gayret etmek; başarıyı muhafaza edip artırmak için akıl ve bilgiyi tecrübeyle yoğurmak elzemdir.
Bunca şeyi bir araya getirdikten sonra herkes her şeyi zaten başarır diyebilirsiniz. Yahut bir şeyi başarabilmek için bütün bunların birlikteliği gerekiyorsa hiç kimse hiç bir şeyi başaramaz da diyebilirsiniz. Hatta böyle demekte tamamen haklı da olabilirsiniz. Fakat ben işinizi biraz daha zorlaştırmakta kararlıyım.
İlim, akıl, gayret, güç, tecrübe ve istikrarın bir araya gelmesi de başarmak için yetmez. Bir şey daha mutlaka lazımdır. İnananlar bunun adına ‘nasip’ diyorlar; sekülerler ‘talih’. Kişinin talihi yâver gitmedikçe ne aklı bir işe yarar, ne gayreti; nasibi yoksa eğer, ilmi, tecrübesi, istikrarı onu asla güç sahibi yapmaz. Rivayet o ki, Napolyon mühim bir kademeye adam atayacağı zaman, kendince ehliyet ve liyakat ölçülerini sorguladıktan sonra her şey tamam olsa bile son bir soru sorarmış: “Bahtı nasıl?” Cevap şayet müspet değilse o kişiye o vazifeyi asla vermezmiş. İlginç değil mi?
Waterloo’ya gittiğimde Wellington’un adım başı destanlaştırıldığı devâsa alanda, Napolyon heykeline bir otoparkın reva görüldüğünü görünce içerlemiştim. Kendi ölçüleri içinde, büyük kahraman, akıllı, gayretli ve bahtlı adamdır Napolyon. Elbe adasından firar ettiği vakit yanındaki iki kişiden birisi olan Kont Dö Montelon der ki: “Kaçıyorduk, Fransız devleti üzerimize otuz bin kişilik bir ordu göndermişti. Onların üzerine doğru gidiyorduk, bir yerde karşılaşacaktık, karşılaşınca ne yapacağımızı bilmiyorduk ama önümüzde Napolyon vardı, hiçbir şey düşünmüyor, ardı sıra gidiyorduk.”
İki ordu karşılaşır. Üç kişi ile otuz bin kişi bir alanda karşı karşıya gelir. Napolyon yüksekçe bir kayanın üzerine çıkar ve eski askerlerine seslenir: “Fransız Ordusu! Başındaki serpuşundan ayağındaki çarığına, yüzündeki yara izinden daha bilmem nerene kadar benim eserimsin.” Üstad’ın tarihçi Mişle’den naklederken söylediği hâl ile sözün tam burasında, gömleğini tıpkı bir aktör gibi yırtar ve haykırır: “Şimdi, eski komutanına kurşun sıkmak isteyen varsa buyursun.”
Bir insan bu kadar pervasız ve gözü kara olursa karşılaşacağı iki muamele vardır der Üstad: “Ya yüzlerce kurşunla yere serilir, yahut ‘Hurra imparator!’ nidalarıyla ordunun başına geçip Paris’e yürür.” Nitekim ikincisi olmuştur. Bahtlı adamdır Napolyon.
Söz, niçin başarmaktan Napolyon’a geldi diye düşünüyorum şimdi. Belki şundan: İnsanlar ve devletler bu başarı meselesinde birbirlerine çok benziyorlar. Fark şu ki bir insan kaybettiğinde en fazla bir kaç insan kaybediyor; bir devlet kaybettiğinde topyekun bir millet kaybediyor. Devletleri yönetenlerin insanlar olduğunu da akıldan çıkarmamak lazım bu arada.
Başarmak için gerekli olan bu yedi özelliğin bir kısmından mahrum olabilirsiniz. Fakat bu sizin başarılı olmanıza mani değildir. Yeter ki neyinizin olmadığını yahut ne kadar olduğunu bilin. Çünkü nelerden mahrum olduğunuzu bilirseniz onu ne ile ve nasıl telafi edebileceğinizi de bilirsiniz.
Baba Bush’tan bu yana İngiltere’nin Ortadoğu’su felakete sürükleniyor. Sözde baharlar, piyon örgütler, saçma müdahaleler, daha bilmem nelerle birbiriyle kavgalı, kaosun kucağında bir ateş denizi oluşturdular yanı başımızda. İşin şimdilik son halkası Kürt devleti. Sonrasını tahmin etmek zor değil.
Türkiye’nin, bu işleri evvelden kestirecek aklı, nereye gideceğini öngörecek bilgisi, nasıl hareket etmesi gerektiğini fark ettirecek tecrübesi, böyle olmaması için ortaya koyacak gayret ve istikrarı, meseleyi kökten çözebilecek gücü var mıdır ve varsa ne kadardır ben bilemem.
Bildiğim o ki bu işler bu raddeye geldikten sonra yalnızca bahtımıza güvenerek çözülmez ve çözülmeyecek!
Bedeli ne olursa olsun bir an evvel bir şey yapmalı!