Ahlâk Mü’minin Dinidir – Nureddin Yıldız
“Mümin Ahlâkı” Üzerine Nureddin Yıldız Hoca Efendi ile…
Ahmet Taşgetiren: Hocam, bu sohbette “Mümin ahlâkı” üzerinde duralım istiyorum. Müslümanların hayatına, müminler arası ilişkilere baktığımızda öne çıkan bir konu mümin ahlakı. Şöyle konular üzerinde duralım konuşalım. Ahlâk müminin nesi olur? Ahlâk önemli midir? İnsanlar genelde fıkhı hükümleri önemserler, karşılaştıkları meselelerin fıkhî yönünü sorup öğrenirler. Ahlâk ile fıkıh arasında bir karşılaştırma yapılacak olsa neler söylenebilir? Mümin ahlâkı diye bir kavramlaştırma söz konusu olabilir mi?
Nurettin Yıldız: Ahlâk müminin nesi olur sorusuna, müminin kendisi olur cevabından başka hiç bir şey söylenemez. Çünkü ahlâk mümin için vahiy kaynaklıdır. Yani Allah ve Peygamber aleyhisselamın istediği şekildedir ahlâk. Hâlbuki mümin olmayan insanlardaki ahlâk, toplumun iyi gördüğü şeylerdir. 100 sene önce toplumun ayıp gördüğü şeyi bugün toplum nezaket ve medeniyet olarak görüyorsa bu bugünün ahlâkıdır. Ama Müslüman ve mümin için iki yüz sene önce ahlâk olan şey bugün de ahlâktır. En çarpıcı misali verelim. Mesela bugün herhangi bir çocuğun babasından önce yemeğe başlaması, “anne suyumu verir misin?” demesi ayıp değildir. Ama yüz sene önceki büyükler bunu büyük ayıp kabul ediyorlardı. Neden? 14 asır evvel Allah Resulü anneye böyle bir şey emredilemez demişti. Bundan beş bin yıl sonra, kıyametin kopmasına bir saat kala dahi olsa mümin, annesine “Su getir bana” diyemez. Çünkü ahlâkımızın kaynağı vahiydir. Bu, kıyamete kadar da değişmeyecek. İslam değişmeyeceği için ahlak da değişmeyecek. Dolayısıyla ahlâk farz, vacip diye anılmıyor. Ahlâk şeklinde anılıyor.
Taşgetiren: Oradaki fark nasıl oluşuyor? Resulüllah Efendimiz bir ahlâk peygamberi. O’nun yüce bir ahlâk üzere gönderildiğini Allah Teâla buyuruyor. Peygamberimiz, “ben ahlâkı erdemleri tamamlamak için gönderildim” buyuruyor. Peygamberimiz ile bu kadar bütünleşmiş bir vakıadan bahsediyoruz ahlâk dediğimizde. Farz, vacip, sünnet gibi fıkhı hükümlerle ahlâk arasındaki ilgi farkı ne öyleyse?
Yıldız: Ahlâk neye diyoruz? İnsanın başka insanlarla arasındaki ilişkiye ahlâk diyoruz. Mesela insanın sağ omuzuna yaslanarak yatması bir ahlâk değildir. Müslümanın sağ eliyle ve üç nefeste su içmesi ahlâk değildir. Ahlâk benim size su veriş tarzımdır. Benim sizin yanınızda ayaklarımı uzatıp uzatmamamla alakalı bir durumdur. Ahlâk, bir insan olarak öbür insanların benden etkileneceği alanlarda ortaya çıkar. Bunun fıkıhla ilgili boyutu elbette vardır. Bunun farz olanı var, vacip olanı, sünnet olanı var. Haram olanı, mekruh olanı var. Ahlâk, insanlar yaparsa yapar, yapmazsa yapmaz diye bir şey değildir.
En basit ahlâk misali konuşalım; Bir Müslüman ağzı kokuluyken camiye gelebilir mi? Ağzı kokan birisi toplantılara gidebilir mi? Efendimiz “sarımsak yiyen bizim camimize gelmesin” buyuruyor. “Ağzı kokuyor rahatsız ediyor” diyor. İşte bu bir ahlâk kuralı. Farz namazı eda etmek için camiye gelmeyi vacip düzeyine getiren Peygamber Efendimiz, “sarımsak yedin gelme” diyor. Vacipten güçlü tutuyor. Cemaatten güçlü tutuyor. Mesela ahlâksızlık zulümdür.
Mesela bir Müslümana sözlü tacizde bulunmak. Gıybet, en büyük haramlardan biri. Gıybet yapmak ahlâksızlıktır. Gıybetin, muhabbet adını aldığı bir çağda yaşadığımız için biz gıybeti ahlâkî konular içine sokmuyoruz. Hâlbuki ahlâk şeriatımızda yüzde yüz insanın her ilişkisine itibar ediyor.
“Edebül Müfret” isimli eseri var İmam Buhari’nin, çok enteresan, anne hakkıyla başlıyor edebe. Selam, oturma, kalkma, esneme bir Müslümanın günlük hayatı belirleyen ölçülerle devam ediyor. Bunu da hadislerle ayetlerle açıklıyor. Hani deniyor ya “Ahlâkı olmayan dini de yoktur” diye. Neden? Çünkü ahlâkın bir kısmı haram işleri yapmamaktır. Bir kısmı farz olan işleri yapmaktır. Mesela; müminin annesine, babasına karşı tâzimi, saygısı. 60 yaşında ise bile annesinin önünde kendisini 6 yaşında bir çocuk gibi görebilmesidir. Bunlar ahlâktır. Kur’an’ımızda Allah Teâla’nın haklarından sonra gelen haklar bunlar. Dolayısıyla evet ahlâk imanın yedinci şartı değil. Müslümanlığın altıncı şartı değil. Ama bunların toplamının çatısıdır o.
Taşgetiren: Yani hem imanı ihtiva ediyor hem İslam’ın şartlarını ihtiva ediyor.
Yıldız: Yani imanın bulunduğu blok, ahlâk blokudur. Ahlâksız mümin düşünülemiyor ki imanın şartlarından biri olsun. Mesela şöyle denebilir mi? Namaz ineklerin borcu mudur? Böyle bir şey konuşulamaz. Niye yok Kur’an’da böyle bir şey? Niye olsun ki İslam insan dini çünkü. Ahlâk imanın şartlarından biri değil. Zaten ahlâksızın Müslümanlığı olmaz ki imanın şartlarından biri de ahlâk olsun. Çünkü Efendimiz ahlâk abidesi. Ahlâkında sıkıntısı olan bir insan, Ahlak abidesi bir Peygamber için nasıl “ben peygamberin ümmetiyim, ben peygamberimin peşinden gidiyorum” diyebilir ki?
Mesela biz ahlâkı aile içi ilişkilerimizde pek önemsemiyoruz. Yeri gelince hepimiz Osmanlı beyefendisi oluyoruz. Efendimiz ümmetinin en hayırlılarını tarif ederken “Ailesine en iyi olanlardır” diyor. Demek ki ahlâk herkesten önce, toplumdan önce ailede hissedilmeli.
Taşgetiren: Ahlâksız mümin olmaz dedik. Diyelim ki bir İslam toplumunda müminlerin hayatına baktığımızda ahlâkla insanlarımız arasına epeyce bir mesafe girmiş. Birim mümini aldığımızda, bir ahlâkî ayrışma yaptığımızda artılar, eksiler hangisi daha fazla diye bir soru çıkıyor önümüze. Nasıl bir şey bu? Yani orada imanın şartlarıyla bir müminin ahlâkı arasında nasıl mesafeler oluşuyor?
Yıldız: Şimdi “ahlâksız mümin olmaz” sözümüz kadar bir başka söz daha söylememiz lazım. “Hatasız mümin de” olmaz. Mümin namazını bile bir gün kazaya bıraktığı olabiliyor. Ahlâkında neden olmasın? Namazın kazası olduğu gibi ahlâkın da özrü olur. Dolayısıyla sıfır hatalı bir mümin tasavvur etmenin gereği yok. Bu melek olurdu. Masum bir peygamber olur. Şöyle denebilir; Hatalıları, iyiliklerinden çok olmamalı bir müminin.
Taşgetiren: Belki buna işaret etmek gerekiyor. Bir mümine ya da İslam toplumuna baktığınızda, diyelim ki namaz kılan bir kişiye baktığınızda hayatında böyle bağıran ahlâkî zaaflar olduğunda insanlar soruyor; nasıl böyle bir mümin olabilir diye.
Yıldız: Müminliğin kötü reklamı denebilir buna. Kötü tanıtılma nedeni oluyor. Burada bir denge kurabiliriz. Mümin, ahlâkı önemsemeyen birisi olabilir mi? Öyle bir mümin olamaz. Mümin ahlâkî anlamda sıfır hatalı olabilir mi? O da olamaz. En basit misali arkadaşlarının yanında esneyerek onların temposunu düşürebilir. Ağzından eğri bir cümle kaçabilir. İnsanız biz. Dolayısıyla insanın olduğu yerde kemal iddiası olmaz. Peki, ne gerekiyor? Ahlâkımızın hatalardan daha çok olması gerekiyor. Ahlâklı tavırlarımız ahlâksız denebilecek tavırlarımızdan daha çok olması gerekiyor bir. İkincisi bu da önemli değil. Ahlâksızlığı perçinlememek gerekiyor. Yani bir çocuk yaramazlık yapabilir. Hiçbir çocuk yaramazlık yaptı diye evlatlıktan atılmaz. Ama çocuk haftada bir gün yaramazlık yapar. Uyanır uyanmaz yatıncaya kadar yaramazlık yapmaz. Yapıyorsa yaramazlık demiyoruz buna. Orada başka bir problem var demektir.
Taşgetiren: Başta ifade ettiniz, günümüzde ahlâk dediğiniz de toplumda var olan hâkim yaklaşım, normlar kabul ediliyor. Acaba müminlerin de bu toplumsal akışa yönelmesinin sonucu olarak hayatına o tarz normlar girmiş olabilir mi? Mümin ahlâkı diyebileceğimiz bir kavramlaştırma ve buna yönelik bir kişilik eğitimi olmadığı zaman herkesin hayatı bu tür nüfuzlara açık hale gelmiş olabilir mi?
Yıldız: Ben içeriden misal vereyim isterseniz. Peygamber (s.a.) ne buyuruyor? Size dini ve ahlâkı düzgün birisi kızınızı istemeye geldiğinde verin buyuruyor. Efendimizin referansı din ve ahlâk. Nerede bu iki şey şimdilerde diye hepimiz sorabiliriz. Kızı olan kızı için, oğlu olan oğlu için. Aracılık yapan aracılığı için.
Bir dünyevileşmenin eşiğindeyiz. Dünya değerleri bizi aldı sürüklüyor. Bu sürükleme esnasında da ahlâkımıza yeni değerler kazandırıldı. İşte mesela üst baş düzgünlüğü ahlâk değeri oldu. Diplomatik sözler kullanması ahlâkın göstergesi kabul edilir oldu. Mikrofonu kapatınca ağır ve çirkin sözler kullanıyor. Mikrofonu açınca çok nazik oluyor. Biz bunu medeniyet gereği kabul ediyoruz. Yani yaşadığımız çağın, dizi filmlerinden, okul kitaplarından toplantı tutanağından vesairesine kadar her şeyi bizi etki altına bırakmış durumda Calibi dikkattir çok efendi bir insan için “Osmanlı beyefendisi” deniliyor. Sanki toplumumuzda yeri olmayan tarihi, müzelik bir adam gibi bakılıyor nazik insana.
Hatta çok daha enteresan, çok efendi bir gence Allah nazardan saklasın deneceğine, “kız gibi” deniyor. Yani “delikanlılığına yakışmıyor bu nezaket” der gibi. Yani ahlaklılık, nezaket sahibi olmak cinsiyet değiştirmek gibi görülüyor. Bakış tarzı açısından bir yanlışlık var ortada. Biz ahlâkı din olarak görüyoruz. Kız gibi demeye gerek yok. Peygamber ahlâkından örnekli bir insan demek gerekiyor.
Özetleyelim isterseniz?
Taşgetiren: Şu çerçevede özetleyelim; bugün bir mümin ahlâkı kavramlaştırmasının insanlarımızın önüne konması gerekiyor mu? “Ey arkadaşım mümin ahlâkı diye bir şey var bu çerçeveyi önüne bir koy. Onu öğren ve hayatına taşı” gibi.
Yıldız: O zaman şöyle açalım mevzuyu. Ahlâk, ikinci insana yalan söylememektir. En büyük ahlâk kuralıdır bu zaten. Efendimize “Mümin, zina eder mi, kumar oynar mı?” diye sorulduğunda. İnsandır yapar, sonra tövbe eder diyor. “Yalan konuşur mu?” dendiğinde. “Onu yapmaz, onu yapmaz,” buyuruyor. Çünkü açık bir zulüm öbür taraf için. İnsan aldatıyorsun. En büyük ahlâksızlıktır yalan. Şimdi “müminin ahlâk anlayışı nerede?” sorusuna cevap verelim. Oruç İslam’ın en büyük beş ibadetinden biri. İslam’ın temeli. Orucun faziletini anlatmaya gerek var mı? Ne buyuruyor Efendimiz; “Oruçlu olduğu halde Ramazan günü yalan konuşan birinin açlığına Allah’ın ihtiyaç yok” buyuruyor. Yani, yalan konuşan bir adamsan orucun yoktur diyor. Biz, müminin neresinde ahlâk diye sorduğumuzda oruç nerede duruyorsa oradadır dememiz lâzım. Oruç nerede duruyor bir müminin hayatında? Fantezi bir gelenek olarak duruyorsa ahlâk ta fantezidir. Oruç, “ya Müslümansın ya değilsin” düzeyinde duruyorsa ahlâk ta orada duruyor demektir.
Taşgetiren: Amentüyü içleştirdiğinizde, Kur’an’ı içselleştirdiğinizde Resulüllah Efendimizi o anlamda kendi hayatınıza taşıdığınızda sonuçta ortaya bir ahlâk çıkıyor. Mümin ahlâkı çıkıyor.
Yıldız: Biz ayranımızı yıkanmış bir bardağa koyduğumuz gibi İslamda ahlâklı insanların dini zaten. Zaten İslam gidip, zinacı veya kumarbazın üstüne oturmuyor. O kirli kaba dökmüyorsunuz ayranınızı. Onun gibi İslam ahlâksızda yer bulamıyor zaten. İrtidat ediyor. Çıkıp gidiyor İslam’dan.
Taşgetiren: Hocam, bünye dediğinizde acaba yaratılıştan gelen bir ahlâk damarı da var mıdır? Öyle mi anlamamız lazım? İslam’ı giydiğimizde ahlâka da mı ulaşıyoruz?
Yıldız: Fıtraten biz doğal yaratılıyoruz. Bu doğallığımızı çevre yıpratıyor. İslam bu yıpranmışlığı tamir edip orijinaline döndürüyor. Yoksa insan tertemiz yaratılıyor. Bozan küfürdür, şeytandır. Her çocuk fıtrat üzere yaratılır buyurur Efendimiz (s.a.).
En basit misali ile çocuklar yalan söylemeyi beceremiyorlar. Yalan söyleyen babasına inanıyor. Çünkü fıtratında yalan yok çocuğun. Sonraları babasından da uzman olabiliyor tabii.
Taşgetiren: Namaz eğitimi, oruç eğitimini insanlarımız önemser. Bunun yanında ahlâk eğitimi diye bir şeyden söz edilebilir mi? Yoksa insan namazı öğrendiğinde onun sonucu olarak ahlâklı olur mu?
Yıldız: Namaz, ahlâkı öğretmeyebilir. Üstelik şeytan çok iyi namaz kılana cici yalanlar da öğretebilir. Ben şahsi kanaat olarak ahlâkın bir bilim olarak, bir ilmi veri olarak öğretilmesinin yanlış olduğunu düşünüyorum. Ahlâkta bu olmaz. Çünkü ahlâk kitaplaştırıldığı, bilimleştiği zaman karşı tezler üretilir.
Taşgetiren: O zaman nasıl ahlâklı olur insan?
Yıldız: Din ahlâkı olacaksa eğer Riyazus Salihin okuyacağız. Hadis okuyacağız. Direkt Peygamber Efendimizden alacağız. Maddeleştirilmiş ahlâk felsefeye dönüyor.
Mesela bir çocuk olarak bana peygamber ahlâkı mı vermek istiyorsun? Peygamber ahlâkını felsefe olarak verirseniz okuduğum başka kitabın maddeleri arasına sığıştırma izni vermiş olursunuz bana. Bunun için bana direk yüz hadis ezberletilmeli.
Taşgetiren: Peygamberim şöyle yaşıyordu, şöyle bir şahsiyeti vardı şeklinde değil mi?
Yıldız: Buhari hadisinde; “Müminin müminde altı hakkı vardır” buyuruluyor. Karşılaştığında selam verir. Nasihat istediğinde nasihat eder, şerhleriyle beraber bana bu hadis ezberletildiğinde bu altı esası çiğneyemeyeceğim demektir mümin olarak kaldığım sürece. Bu sebeple ben bol bol hadisi şerif ezberletilmesi gerektiğini düşünüyorum. Mesela Riyazus Salih’den beş yüz hadis ile eğitilen bir çocuk Enes bin Malik gibi yürür.
Taşgetiren: Hocam isterseniz biraz daha müşahhas alanlara yönelim. Mesela aile hayatından başlayalım. Eşler arasında nasıl bir ahlâk? Anne-baba çocuk ilişkilerinde nasıl bir ahlâk? Çocukların anne-babaya yönelik ahlâkî davranışları, ya da daha büyüklere dedelere, ninelere, hısım akrabalara, belki öncelikle eşlerin birbirlerine yönelik ahlâkî davranışları, hassasiyetleri nasıl olmalı?
Yıldız: Ölçümüzü yeniden hatırlayalım; bir kere ahlâk müminin dini dedik. Nerede bulunuyorsa mümin dini ile bulunacak. Dini ile bulununca ahlâkı ile bulunacak. Din ahlâk, ahlâk din olduğuna göre ben nerede bulunuyorsam ahlâkım da orada bulunacak demektir. Bunun doğal sonucu nedir? Ben hayatımın yüzde ne kadarını evde, ne kadarını işte, ne kadarını camide bulunuyorsam ahlâkımın yüzde o kadarı orada görülmeli. Ortalama hayat şartlarında yüzle 55-60’ını evde geçiriyoruz. Dolayısıyla Müslümanın ahlâkı yüzde 55-60 evdeki sonuçlardan alınır. Camide ise yüzde 5’lik bir süre geçirilir. Dolayısıyla camide yapılan bir ankette benim yüzde beşlik maddem doldurulabilir.
Camiide namaz kıldığım saf arkadaşlarıma ahlâkım sorulduğunda bana verdikleri puan yüzde 5’in üzerine çıkamaz. Çünkü ben camide uyumuyorum ki. Camide yemek yemiyorum ki! Velhasıl camide yapılan anketten aldatıcı sonuç alırız. O aldatıcı sonucu Hz. Ömer işaret etmiş zaten.
Taşgetiren: Nasıl?
Yıldız: Milletin öyle camide eğilip kalktığına aldanmayın diyor. Ticaretine bakın diyor. Bir insanın ahlâklı olduğuna dair kararı yüzde 5, yüzde 20 camide aldık diyelim. Yüzde 30 iş yerinde aldık diyelim. Ama yüzde 50’sini muhakkak evden alacağız.
Taşgetiren: Demek ki insanın amel defterinin yüzde 50’si evde yazılıyor.
Yıldız: Evet öyle. Müminin hayatı evinde. Nerede yastığın varsa orada insansın. Öbür türlü hep ayakta duruyorsun. Sabit değilsin. İnsan uyuya bildiği yerde maliktir. Öbürleri iş yeri deniyor mesela. Görev yeri deniyor. Ama ev, asıl pozisyonundur her zaman. Bu sebeple müminin ahlâkı test edildiği zaman yüzde 50’sini en az evinden toplayacak. Bu baraj evde dolacak. Yüzde 2, yüzde 3’ü falan yerden topladığın zaman barajı geçiyorsun demektir. Ama bunu beceremeyen mümin mesela evinde ahlâkı zayıf olan mümin, camide bu puanı kapatamaz. Çünkü cami Allah Teala’ya karşı görevlerimizi yerine getirdiğimiz mekan. Ahlâk ise insanın insana karşı ilişkisidir.
Taşgetiren: O zaman evde ne yapacağız ki bu yüzde 50’ide fire vermeyelim?
Yıldız: Evlerdeki en büyük sorun, eşler arasındaki sorundur. Medine Münevvere’de, Resullüllah Efendimizin Medine’sinde bakıyoruz ev konusu mescitte çok konuşuluyor. Kadınlar geliyor eşlerini şikâyet ediyorlar. Hz. Ömer geliyor kadınları şikâyet ediyor. Efendimiz kalkıyor, “Bakın kadınlar bana şikâyette bulunuyorlar, diyor. Kıyamet günü bana en yakınınız ahlâkı en iyi onlardır” diyor. Ahlâkı en iyi olanlar da eşlerine iyi davrananlardır diyor. Bu söz nerede söyleniyor? Sabah namazı kılınan mescitte söyleniyor. Caminin evi dolduramadığını, ama evin camiyi doldurduğunu belgeliyor bu hadis.
Taşgetiren: O iyi davranmanın içi nasıl dolacak?
Yıldız: Bir, Kur’an’ımız “maruf hayat yaşayın evde” diyor. Maruf kelimesi, normlara uygun, iyi, güzel demek. Kur’anımız maruf diyor ama şu şu maddeleri saymıyor. Neden? Asra göre değişecek çünkü. Fıkıhçıların çok enteresan tarifleri var. Mesela deniyor ki; Zengin bir kızla ya da erkekle evlendin. Onun marufunu onun normunu oluştur diyor. Fakir birisiyle evlendiysen senin işin daha kolay diyor. Beklentisi senden fazla olmaz diyor.
İbni Abbas (r.a.) Kur’an’ın müfessiri, Efendimiz (s.a.)’in amcasının oğlu. Çok enteresan bir olay yaşıyor. Bir gün yanında arkadaşları olduğu halde evine dönüyor. Yerde bir su birikintisi görmüş. Eğilmiş, yüzünü, sakallarını düzeltiyor. Suyu ayna olarak kullanıyor. Yanındakiler taaccüp etmişler, yani koca Kur’an müfessiri, yaşı ilerlemiş, saçı, sakalı ağarmış, taransan ne olur taranmasan ne olur demeye getiren latife yapmışlar kendisine. Ama bir şey söylese de hayatımıza ölçüsü olsun diye de beklenti içerisindeler. Diyor ki İbni Abbas (r.a.); Allah Teâla buyuruyor ki “Ne bekliyorsanız onlara verin” yani üç istiyorsan sen de üç vermeye hazır ol. Güzel görmek istiyorsan güzel ol. Ben eve gidiyorum, onu güzel, bakımlı görmek istiyorum ona o şekilde hazırlanmam gerek. Ahlâk, işte mümin ahlâkı bu. Ama bunu eşin kuaföre gitsin sen de berbere git diye anlıyorsan yazık, İslam’dan bir şey anlamamışın demektir. İbni Abbas’ın kafasındaki erkeklik ölçüsü; hanımımın bağırmasını istemiyorsam eğer ben de bağırmayacağım. Hanımımın saçı taranmış olmasını istiyorsam eğer ben de saçı başı taranmış olacağım demektir. Senin isteme hakkın var, onun senden isteme hakkı yok. Bu ahlâksızlıktır. Ahlâk değil bu. Evlerimizin en büyük sorunu bu zaten. Erkeğin hanımına her türlü istekte bulunma, emretme, yukarıdan buyurma hakkı var diye bir şey yok. Erkek kendisin de hanımı gibi davranması gerektiğini düşünmüyorsa eğer işte İbni Abbas’ı eğiten Kur’an o insanı eğitememiş demektir.
Taşgetiren: Peki bu noktada hanımlar nasıl bir hassasiyet sahibi olmalılar? Yani hanım beyinden ne bekliyorsa ona nasıl bir karşılık vermeli?
Yıldız: Biz bunu İbni Abbas’tan misal verdik ama müminin kadını erkeği yok ki! Herkes Allah’ın kulu.
Taşgetiren: Erkek üzerinden misal verdiğinizde sadece erkeğin görevi ya da tersi olduğunda sadece kadının göreviymiş gibi algılanma riskleri oluşuyor değil mi?
Yıldız: Sağlığımıza dikkat edelim, aman kadınlar ince giyinmesin kışın dendiği zaman erkekler ince giyinebilir anlamı mı çıkıyor? Bu yarası olanın yarasından tarafa gocunmasın gibi durum oluyor. Öbür tarafla ilgilenmiyor. Zaten zafiyet hep böyle başlıyor.
Allah Teala kitabında, Allah Resulü sünnetinde konuşuyorsa bana konuşuyordur. Erkek, kadın diye bir ayırım yok ki. Kur’an-ı Kerim ısrarla, kadın-erkek, kadın-erkek diye başlıyor. Yani bu sebeple mümin olarak ahlâkımız mümin ahlâkıdır diyoruz. Bunu kadına erkeğe göre tasnif edemeyiz.
Bu noktada yapıla gelen yanlış algıyı, hesabımızı düzeltelim. Nedir o? Bu düzeltmeyi yaparsak zannediyorum, yeni evlenen veya toparlanmak isteyen tüm ailelere çok güzel bir destek olmuş olacağız. Şimdi Aişe hanımı evlendirdik. Ahmet efendi diye bir eşi var. Nikah akdi kıyıldı. Allah’ın emri Peygamberin sünneti ile siz karı-kocasınız dedik. Allah’ın adı Peygamberimizin sünneti ile kıyınmış bu nikahtan sonra bunların adı aile oldu. Şimdi diyoruz ki kadının kocasına göre sorumlulukları var diyoruz. Erkeğin hanımına karış sorumlulukları var diyoruz. İşte sıkıntı burada başlıyor.
Taşgetiren: Nasıl?
Yıldız: Şöyle Allah’ın adıyla kurulmuş bir yuvada hanımın erkeğe karşı neden sorumluluğu olsun ki? Yuvanın sahibi Allah. Sen erkekliğini o hanımlığını yaparken Allah’tan sevabını bekleyeceksin, Allah’ın azabından korkacaksın. Eşler çevrenin baskısından, işte eşin hakkı bu. Eşin hakkı ama o hakkı ona veren Allah Teala hesabı soruyor. Yuvalarımızı bu düzeye getirmiş olsak. Yani mesela bir kadın eşine benim sana itaat edip etmemi kendinden bilme ben Allah’tan haya ettiğim için ses çıkarmıyorum desin. Hem eşini beş puan geride bırakır, hem Allah’ı destekçisi olarak yanında bulur. Hakkını kendisi söke söke almaya çalışıyor, erkek te vermiyor. Erkek hakkını almaya çalışıyor, kadın da kanuna sığınıyor, annesine, topluma sığınıyor, cedelleşiyor, kavganın sonunda da bir sonuç alamıyor. Ama bu yuva kurulurken Allah’ın adıyla kurulmuştu değil mi?
Mesela bir hanım eşinin gömleğini ütülüyor. O anda da içeri girdiniz. Ne yapıyorsunuz hanımefendi diye sorduğunuzda eşimin gömleğini ütülüyorum diyor. Ütüleme dediğinizde, olmaz eşim çok titizdir diyor. Yanlış. Eşim gömlek giyecek ama Rabbim bundan bana sevap verecek demeli. Hadisi şerifi hatırlıyorsunuzdur. Resulullah (s.a.) erkeğin hanımının ağzına lokma koymasını sadaka sayıyor. Kaldı ki bir poşet mutfak erzakı getiriyorsun sen.
Biz sadece Afrika’ya erzak götürmeyi sadaka sayıyoruz. Oysa Efendimiz eşlerin birbirlerine hizmetinin de sadaka olduğunu bildiriyor. Bu çok mühim bir şey. Dolayısıyla bizim ahlâkımız her şeyden önce ev ahlâkımız Allah için yaptığımız şeyler olmalı. Hanımıma nazik davranıyorum; Allah’ın emaneti çünkü. Kocama hürmet ediyorum; Rabbim böyle istiyor, Efendimiz böyle emretti çünkü. Bu düzeye geldik mi şeytan oturacak koltuk bulamaz aramızda. Çünkü biz çok yüksek standarttan bakıyoruz. Dolayısıyla ayağına bastın, bir gün gömleğin ütülenmedi, öbür gün kaynanan bağırdı bunları duymaz kulak, göz görmez o zaman. Ama küçük bakan biri çok görüyor. Meseleyi evlendik, gömlek ütületiyoruz diye kabadayıca değerlendiren birisi, gömleği ütülenmeyince doğru mahkemeye gidecek, çünkü gömlek ütülenmedi. Veya kadın tarafından bakıldığında; “iki kere tembih ettim anneme götürmedi, o zaman kendim giderim bir daha gelmem”e dönüyor iş.
Yani düşük düzeyli bir anlayışla, arşı alaya uzanan büyük anlayış arasındaki büyük fark bu. Ahlâkı göklerden gelmiş kabul etmek gerekiyor.
Taşgetiren: Aile hayatında olduğu gibi iş hayatında, sosyal ilişkilerde de bu anlamda bir takım sıkıntılar yaşanıyor. Mümin ahlâkı dediğimiz şey bu alanda neleri ihtiva eder biraz da o alana ilişkin konuşsak.
Yıldız: Ailede geçerlik olmakla beraber aile dışında mümin ahlâkını iki kırmızı çizgide oturtacağız. Birincisi hak ihlali olmayacak. Bu kırmızı çizgi çok önemli. Yani maddi manevi hak ihlali yapılmayacak. Parasını almak, borcunu geç ödemek, ayağına basmak, gıybetini yapmak vs. Alan çok geniş yani..
Demek ki birinci kırmızı çizgimiz; Bir insan olarak kimsenin bizden kıyamet günü alacaklı duruma geçeceği herhangi bir şeyi yapmamalıyız. Mesela, trafik kuralında 50 km hızla giderken önündeki araca 25 metreden fazla yaklaşmayacaksın, diyor. Sen 10 metre yaklaştın. Öndeki acemi ona vuracağını düşünerek eli ayağı birbirine karıştı, paniklettirdin. Adama çarpmadın ama yüreğini çarptırdın. İşte hak ihlali.
Diğer kırmızı çizgimiz ise nezaket göstermendir. Muhabbet etmendir, tebessüm etmendir. Müminin mümine tebessümü sadakadır buyuruyor Efendimiz. Sadaka verir kapasitede olmak lazım. Bu iki çizginin arasında git gidebildiğin kadarıyla o zaman ahlâklı müminsin demektir. Bunlar evde de geçerli ama evde bunlara ilaveten üçüncü, beşinci çizgileri var. Evin kapasitesi daha büyük.
İş hayatı denilince biz genelde patron ya da işçi ilişkisini düşünüyoruz. Ama işçilerin birbirine karşı olan hakkını hiç konuşmuyoruz. İşçinin de birbirine hakkı var. Mesela birinin yaptığı hatalı bir işe diğeri de ceza ötüyor. Tembellik yapıyor, işini yavaşlatıyor, konfeksiyon atölyesinde bantı yavaşlatıyor mesela, günde 20 gömlek çıkartılacağına 18 gömlek çıkıyor. Patron da iki gömleğin ücretini keserim sizden diyor. İşte bu kul hakkı. Biz zannediyoruz ki oradan gömlek çalan kul hakkına girmiş oluyor.
Taşgetiren: Bir ahlâk seferberliği yapmaktan söz edilebilir mi? Yani bir Müslüman toplumuz ama ahlâkî zaaflar konusunda da problemlerimiz olduğun biliyoruz. Nasıl bir yeni toplum inşası söz konusu olabilir?
Yıldız: Bir yalan. İki gıybet. Üç dedikodu. Dört maddi haklar. Bu dört şey kalktığında, kar kalktığında her yerin çiçek açtığı bahar yeri gibi olacak toplumumuz da. Yalan büyük bir engel. Yalan varken ahlâk ortaya çıkmıyor.
Taşgetiren: Söylediklerinizin büyük bir bölümü dil ile yapılan şeyler.
Yıldız: Evet öyle. Birbirimize ne yapıyorsak dil ile yapıyoruz zaten. Kimseye yumruk atamıyoruz. Polis bekliyor yan köşede çünkü. Yalana polis karışamıyor ama. Mahkeme gıybete karışamıyor. En büyük mahkemeye intikal ediyor gıybet, sorun orada zaten. Bir dördüncü olarak maddi haklara riayet ettiğimiz zaman, başka düzeltilmesi gereken ahlâki zafiyetler daha var ama her hâlükârda bunlar düzelince, birbirimizi güvenli hale getirdiğimizde, birbirimize itimadımızı sağladığımızda otomatik olarak emri bil maruf yapmış olacağız, otomatik olarak hayrı teşvik etmiş olacağız, otomatik olarak birbirimize iyi örnek olacağız. Yalan kalkmadıkça, gıybet kalkmadıkça, onun parasının bende olması veya benim arabamın gürültüsünden rahatsız olması benim için bir sıkıntı olmadığı sürece ahlâk yok demektir.
Taşgetiren: Çok teşekkür ederiz sayın hocam…
kaynak:dergi.altinoluk.com