Peygamber Sözünü Özlemek
Din adına gerçekleştirilen öfkeli tartışmalara kulak verip de örselenmeden yara almadan kurtulmak ne mümkün. Adalet, huzur ve hakikate dair sözler değil işitilen, kibir tehdit tekfir ve başkasını aşağılamadan ibaret zehirli cümleler. Dini kendileri gibi yorumlayıp algılamayan herkesi itibarsızlaştıran, mahkum eden dile bakılırsa insan haşa namazları kabul eden ya da etmeyen, insanları cennet ya da cehenneme atma gücünü elinde bulunduran bir varlıkla karşı karşıya olduğunu sanabilir. Sözün kıymeti kelam sahibinin yerini bilmesi, bildiğiyle bizzat amel etmesi ve üslup, nezaket sahibi olmasından bağımsız değil. İmanın neredeyse bütünüyle edepten ve nefsi tezkiyeden ibaret oluşunu görmezden gelince konuşmalardan geriye sadece azap veren gürültü kalıyor.
Jacques Ellul Sözün Düşüşü kitabında kelamın itibar kaybedişini, Batı felsefesinin görülenle yetinmesine ve sadece gerçekliğe dayalı açıklamalarına bağlar. Hakikatle gerçeklik arasındaki geniş açı, sözle imaj arasındaki farkla ilişkili. Söz gerçekliğe atıfta bulunabilir ama anlamın sadece gördüklerimizle sınırlanması sözü düşürür. İnsanlar İslam’ın ilkelerinden söz ederken kendi küçücük deneyim alanlarının sınırlarına bütün insanlığı mahkûm etme despotizmini terk etmek zorunda. Bir tanrı gibi, mesela belli kadın imajları oluşturup bunu tartışılamaz yegâne muteber hakikat olarak sunmak ne derece İslam’ın muradıyla uyumlu. Örnekler namütenahi. Sözün konuşmaya tartışmaya ve özgürlüğe açılan bir yanı olmalı. Ellul’un dediği gibi gözün alanı daha baskıcı ama kulağın alanı hala hakikate daha açık. Günümüzde sözü sınırlı algı alanlarının istilasından kurtarmak hiç kolay değil.
İncil yazarlarından aziz Yuhanna’ya göre İncil’in ilk cümlesi budur: “Başlangıçta söz vardı, söz tanrıyla birlikteydi ve söz tanrıydı.” (in principio erat verbum et verbum erat apud deum et deus erat verbum) Kur’ân da Hıra Dağı’nda Peygamberimize gelen ilk sözle, Alak suresinin ilk ayetiyle açılır: “Yaratan Rabbinin adıyla oku.”(ikra bismi Rabbi kellezi halaq). Peygamberler daima az ve öz konuşup sözle hakikat arasındaki sarsılmaz bağı göstermişlerdir.
Peygamberimiz kendisine ulaşan vahyin tamamını yaşamının içinden de geçirerek sınanmış biçimde dillendirdi hadislerde. Vakti saati gelince Peygamberliğini açıkladı. İlk inanan olarak bildiğimiz eşi Hz. Hatice’nin ardından, daha vefatından önce bütün bir Arabistan’ın peygamberliğini tasdik etmesi, vahyin gücü ve tebliğcinin vakarı ve samimiyetiyle ilgili. Tebliğ tarihinde şaşırtıcı olan sadece insanların radikal bir yaşam dönüşümünü rızayla hayata geçirmesi değil. İngiliz tarihçi ve felsefeci Thomas Walker Arnold’un İslamın Tebliğ Tarihi kitabında anlattığı gibi birbirleriyle kan davalı sürekli çatışan farklı yönetim biçimlerine sahip irili ufaklı sayısız kabile tek millet olmuştu. Din kardeşliği her türlü mensubiyetin özellikle de kabileciliğin önüne geçebilmişti. Kur’ân Peygamberimizin şahit, uyarıcı müjdeci ve âlemlere rahmet olarak gönderildiğini bildirir. Kur’ân insanlar arasında hak ve hukuk hakkında çıkan ihtilafları hükme bağlamak için inmiştir. Diri olan herkesi uyarmak, inkar edenlere delil sunmak üzere. İnsanlar apaçık hidayetten sonra birbirlerine haksızlık etmekten çekinmeyip zalim yollar icat etmişlerse bunun sorumluluğu kendilerine aittir.
Peygambere seslenen ayetlerde insanın ve Yaratıcının konumu son derece berrak. “Rabbin dileseydi yeryüzünde herkes mümin olurdu, öyleyse sen insanları iman etmeye mecbur mu tutacaksın.” (10- 99)
“Onlar yüz çevirirlerse ey Nebi biz seni onlara bekçi olarak göndermedik, sana düşen görev sadece tebliğ etmektir.” (42- 48)
Böyle net ve açıktır kulun ve elçinin yerleri. Bir mücadele var ama bunun özü kalplerin kazanılmasından geçiyor. Cebirle zorbalıkla kin ve düşmanlıkla insana nüfuz etmek mümkün değil.
Peygamberimiz insanlara konuştu, sayısız hadis günümüze selametle belli silsileler ve senetlerle ulaştı. Zaten sahih olanların Kur’ânla nasıl büyük bir ahenk içinde olduğu görülecektir. Peygamberimizin vahyin murat etmediği yasaklar vaaz etmesi, sonsuz anlamları ve geniş manaları daraltması, insanları olur olmaz yorumlarla cehenneme atması düşünülemez. Oysa bunları yapan öyle çok kanaat önderi var ki Müslüman dünyada.
Veda Hutbesi insanlığın hala erişmeye çalıştığı ilkelerin, kişi hak ve özgürlüklerinin şahikası, Peygamberimizin vasiyeti sayabileceğimiz bir konuşma. İnsanları ikna etmek, hak ve adalet kulpuna tutunmakta buluşturmak kolay olmadı. İlk vahyin gelişinden üç yıl sonra insanlara elçiliğini aleni açıklaması emredilmişti. Sözünü söylemeye inandıkları putları kendi çıkarları doğrultusunda kullanan, belli bir güç nizamı tesis etmiş olan yakınlarından başlaması gerekiyordu. Henüz gençliğe yeni adım atmakta olan bir çocuk olan amcaoğlu Hz. Ali ile birlikte hazırladığı yemeğin ikramı iyi bir başlangıç olacaktı.
Konuşmasını yapmadan evvel nasıl bir yol izlemesi gerektiği hakkında evine kapanıp uzunca düşünmüştü. Yemeğin büyük bir kalabalığı doyuracak şekilde bereketlenmesini büyü olarak addeden kalabalık söylenecekleri hiç kale almadan dağılıp gidince ikinci bir davet verdi.
“Herhalde otlak aramaya gönderilen bir kimse, gelip ailesine yalan söylemez. Vallahi ben bütün insanlara yalan söylemiş olsam(!)yine size yalan söylemem. Bütün insanları kandırmış olsam yine sizi aldatmam.”
“Vallahi siz uykuya daldığınız gibi öleceksiniz, uykudan uyandığınız gibi de diriltilecek ve bütün yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz. İyiliklerinizin karşılığında iyilik, kötülüklerinizin karşılığında da ceza göreceksiniz.”
Medine toplumunu ve ahlakını oluşturmak da sözün gücüyle oldu. Din alanında hakikatin tek temsilcisi gibi konuşan ve insanları tahkir, tehdit ve tekfirle yola getireceğini sanan hatiplere güzel bir örnek de Peygamberimizin Medine’deki ilk konuşmalarından birindeki incelik.
“Kim kendisini yarım hurma ile de olsa cehennemden kurtarabilirse kurtarsın. Onu da bulamazsa tatlı dilli olsun. Aranızda adaleti ve merhameti gerçekleştirmek suretiyle birbirinizi sevin.”
İlk Cuma hutbesi de manidar:
Allah’a isyan etmenin yanlışlığından, takva ölçüsünden af ve mükafattan merhametten söz ettikten sonra O’nun işlerine karışmanın adapsızlığını vurgular.
“Allahu Teâla’yla ilişkilerinde ölçülü olanları, Allah da diğer insanlarla arasındaki ilişkilerde korur. Haddi aşmasını engeller. Bu Allahın insanlar hakkında dilediği hükmü verebilmesi ve insanların ise Allahın hükmüne bir müdahalede bulunamamaları sebebiyledir. Allah insanlar üzerinde dilediği gibi hükümrandır. İnsanlar Allah’ın işine karışamazlar.”
Mekke’nin fethedildiği gün kulağı kesik devesi üzerinde çok kısa bir konuşma yapmış, daha önce azap etmiş olup kendini bilenler büyük bir kıyım ve intikam beklerken, kimsenin kılına dokunmadan bir kez daha doğru yola çağırmıştır.
“Ey insanlar! Allah Teâla cahiliye devrinden kalma bütün kötü adetlerinizi ve babalarınızla övünmenizi kaldırmıştır.”
Çok kısa Fetih konuşmasını bir ayetle noktalamıştı ki, ayet, vahye dayalı yaşamın özü ve çekirdeği, 21. Yüzyılda bile süregiden nice cinsiyetçi, etnik, kibirli ayrımcılıkların şifası mesabesindedir.
“Ey insanlar! Biz sizi bir kadınla bir erkekten yarattık. Tanışmanız için milletlere ve kabilelere ayırdık. Sizin Allah katında en şerefliniz takvaca en üstün olanınızdır. Muhakkak ki Allah Teâla her şeyi bilir ve her şeyden haberdardır.” (Hucurat 13)
Bazen minbere çıkıp bir cümle söyleyip indiği oluyordu. “İyiliği emredip kötülükten sakındırın.” Karıncanın ayak sesinden bile daha gizli yaklaşan şirke karşı uyarıyor, başka bir gün sadece “kötülüğe alışmayın” diyordu. “Sakın zulmetmeyin, zulüm sizi kıyamet günü karanlıkta bırakır” deyip inmesine şahitti hurma kütüğü. “En kutlu hicret Rabbimizin hoş görmediği şeylerden uzaklaşmak” demesi günlerce yetiyordu insanlara. Bir Cuma hutbesi mesela: “Cennete girmek isteyen kimseye Allaha ve ahiret gününe imanını kaybetmeden ölüm nasip olsun. Kendisine yapılmasını istediği şeyleri başkalarına yapsın.”
Sadece bir seferinde halka hitap ederken Ebu Zeyd el Ensari’nin bildirdiğine göre sabah namazını kıldırıp konuşmaya başlamış, akşam namazına kadar namaz aralarından sonra da devam etmişti. Ashabına sabahtan akşama kadar olacak ve gelmekte olan her şeyi anlatmıştı. Tabii ki hafızası kuvvetli olanlarda kalmıştır bilgiler. Bu konuşmayı baştan sona bilebilseydik keşke.
Ölümü bize öğretmen kılmıştı Peygamberimiz, “Sizden hiç kimse bir gece bile ölümü unutarak uyumasın” buyurmuştu. Biz kendilerini göremedik, seslerini duyamadık, yüz yıllarca öteden sevdik. O’nun belagatine, adaletine, inceliğine, konuştuğu ve sustuğu anların derinliğine özlemimiz ve hasretimiz bitecek gibi değil.
———————————————————————————————————————-
Hadislerle Hz. Peygamber ve Ashabının Yaşadığı Müslümanlık, Hayatüs Sahabe, M. Yusuf Kandehlevi, Kalem yayınları, üçüncü baskı, cilt 5, 1979, İstanbul
Mütercimler: Ahmet M. Büyükçınar, A.Ömer Tekin, Mustafa yalçın
Sözün Düşüşü, Jacques Ellul, Paradigma yayınları, 1998, ist. Mütercim: Hüsamettin Arslan
İslamın tebliğ Tarihi, Thomas Walker Arnold, Inkılap yay, 2007, ist.
yazar:Yıldız Ramazanoğlu
Kaynak:sonpeygamber.info