İngiliz Sünniliği ve İngiliz Şiiliği arasında sıkışan Anadolu irfanı
Allah’ın adıyla ve Merhabalar diyerek ilk köşe yazımızı sizlere sunmak istiyoruz muhterem okuyucular. Nasip olursa bundan böyle her Pazar “kendi zaviyemizden” bazı gözlemlerimizi ve yorumlarımızı bu köşede sizlerle paylaşacağız. Kendi zaviyemizden dedik zira kuantum fiziğine göre üzerinde gözlem yapılan şey gözlemcinin durduğu yer ve bakış açısına göre anlam kazanır. Yani zaviyenize göre veyahut Frenkçe tabirle perspektifinize göre olayları yorumlar ve böylece onlara anlam giydirirsiniz. Zira içinde bulunduğumuz bu yaratılmış dünyanın bohça katları gibi sarmalanmış çoklu yapısına bağlı olarak anlam katmanlarının veyahut eskilerin tabiriyle ‘mana mertebeleri’nin oluşması tabiidir. Mamafih bu durum felsefede sübjektif-objektif bilgi ayrımı konusunu tartışmaya açar ama şunu da unutmamak lazımdır ki ananevi (tradisyonel) bilgelik sürecinde esas olan ferdin (süje) asaletidir. Maalesef modernite objektivite uğruna çağımızda ferdi bilgiyi ezdi yok etti. Bunun sonucunda meydanı farklı düşünmeye tahammül edemeyen zorbalar kapladı. Hele bu üslup din sahasında hakim tavır olmaya başlayınca ortalık ötekinin cezasını kesmeyi en büyük zevk olarak gören yargıçlara kaldı. Oysa ki anane bize; “Hakka giden yollar mahlukatın nefesleri adedincedir” düsturunu öğretmişti. Veyahut “Vahdet’in kesrette temaşası” demişlerdi erenler. İşte aziz dostlar “bizim zaviyede” bu ananenin ihyası en önemli eylem planı olduğundan dilimiz döndüğünce sizlerle dertleşeceğiz tabir caizse. Belki de bu dert Niyazi’nin dediği gibi dermanımız olur bize.
Bir hatıramı anlatıp oradan bugün için bir hisse çıkarmak istiyorum müsaadenizle. Hatırlayanlarınız olacaktır 1982 yılında Müslümanlığı seçen meşhur Fransız düşünür Roger Garaudy kısa bir müddet sonra da Türkiye’ye gelmişti. Bir cumartesi günü Taksim’de bir otelde konuşma yapacağını öğrenen bir üniversite öğrencisi olarak bendeniz büyük bir merakla kendisini dinlemeye gitmiştim. Üzerinden yaklaşık otuz sene geçmiş bir konferansın tam olarak muhtevasını bugün sizlere nakledemeyebilirim belki ama peşinden bir gazetecinin kendisine sorduğu soru ve aldığı cevap hiçbir zaman aklımdan çıkmadı. Sorsanız biyolojik evrimi belki de saatlerce size savunacak bir gazetecinin entelektüel tekamülü hiçe sayan sorusu şöyle idi: “Biz sizi tanıyoruz Bay Garaudy. Önceleri Marksist-Leninist ve ateist idiniz. Sonra Maoist oldunuz. Daha sonra Sovyet veyahut Çin eksenli devlet Marksizmini tenkid ederek Avrupa Komünizmi (Eurocomunism) yaklaşımını benimsediniz. Bir müddet böyle devam ettiniz. Bu arada Budizm’e ilgi duydunuz ve ben Budist bir Marksistim dediniz. Sonra Katolik kökenlerinizi keşfettiniz ve Hristiyan bir Marksistim dediniz. Latin Amerika’da bir elinde İncil bir elinde Das Kapital tutan bir papazın başlattığı ‘Özgürlükçü İlahiyat’ akımına sempati duydunuz, onları destekleyen yazılar yazdınız. Sonra Marksizm artık bitmiştir dediniz ve Marksizm ideolojisinden ayrıldınız. Bir müddet sonra Vatikan ve Hristiyan ilahiyatı ile de ters düşmeye başladınız ve oradan da koptunuz. Şimdi ise Müslüman oldum diyorsunuz. Size sorum şu: Bundan sonra ne olmak istiyorsunuz?”.
Yeni Müslüman olmuş ve de ülkemizi ziyarete gelmiş bir misafire böyle terbiyesizce bir soru sorduğu için biraz da gençliğin verdiği heyecanla çok kızmıştım o gazeteciye. Ama aldığı cevap karşısında o tatmin oldu mu bilmiyorum ama ben çok keyiflenmiştim. Bir müddet süren o tefekküri sessizlikten sonra Garaudy; “Evet arkadaşım bu saydıklarınızın hepsi doğru. Ama şunu bilmenizi isterim ki defineciler aradıkları hazineyi buluncaya kadar önce yatay olarak yüzeyde dolaşırlar. Oraya kadarki ellerindeki cihaz üstünde durdukları yerin altında kıymetli bir maden olduğu sinyalini kendilerine verinceye kadar. Ondan sonra satıhta dolaşmayı bırakırlar ve kazmaya başlarlar. O ana kadar yatay devam eden arayışları artık dikey hale gelir. Benim hikayem de böyle. Her nereye gittimse samimi olarak ontolojik yerimi arıyordum. Ama nereyi kazdımsa altından o çıkmadı. Şimdi ise bir yere geldim, çok canlı hissediyorum ayağımın altı kaynıyor. O noktanın adı İslam. Ama arayışım bitmeyecek. Şimdi de onun dikey katlarında kendimi aramayı sürdüreceğim, merak etme…”.
Bu müthiş cevap karşısında salon alkıştan yıkılmıştı. Ve aynen dediği gibi de yaptı rahmetli. Vefatına kadar sonraki otuz yıllık hayatını İslam maneviyatı platformunda dikey olarak kendini aramakla geçirdi. O arayışın yapısı gereği olan münzeviliğini zaman zaman insanlık ahvali üzerine yaptığı yorumlarla bozdu. Aydın sorumluluğuna sahip birisi olarak halvetini encümende yaptı. Görüşlerini yazdığı pek çok kitapta dile getirdi. Ama bir tanesi var ki bugün için çok mühim ikazlar ihtiva ediyor. Adeta bir çığlık var, bir haykırma var o kitapta. Fransızcası Entegrizm olan ve Türkçesi mütercim tarafından daha güncel bir kelime tercih edilerek tercüme edilen bu kısa eserde (Garaudy, Yobazlıklar, trc. Cemal Aydın, İstanbul 2016) modern insanın nasıl tek düze ve dayatmacı bir anlayışa geldiğinin analizi yapılmakta. Hususen ananeden kopan Müslüman’ın nasıl seviyesizleştiğinin anlatıldığı 3. bölüm hakikaten üzerinde uzun uzun durmayı gerektiren cesur tespitler içeriyor. Tespitin özeti muazzez İslam dininin nasıl bir ceza hukuku alt dalı haline indirgendiğinin içsel dinamiklerini anlamanın lüzumu diyebiliriz.
Günümüzde bir taraftan İngiliz Sünniliğinin diğer taraftan İngiliz Şiiliğinin nasıl Ariflerin İslamını öldürdüğünü anlamak istiyorsanız bu kitabı tavsiye ederim. O ariflerin “Göçtü kervan kaldık dağlar başında” sözlerindeki ikazı ve “dağ başı”nın neresi olduğunu anlamak istiyorsanız tavsiye ederim. Anadolu irfanı nasıl yetim kaldı, yerine tekfirci yaklaşım nasıl geçti anlamak istiyorsanız bir kere daha tavsiye ederim. Maateessüf! Batı tıp fakültelerinde hala kaynak kitaplardan birisi olan Tıp Kanunları kitabının, Ariflerin Makamları‘na dair meselelerin, Namazın Sırları‘na dair risalenin yazarı büyük bilge İbn-i Sina’nın, Erdemli bir Medeniyet nasıl inşa edilir derdinde olan bir Uzluk oğlu Farabi’nin yedi asırdır bu topraklarda yaşayan alimler tarafından ancak eserleri üzerine şerhler, haşiyeler yazılırken yedi asır sonra gelen yeni yetme molla özentileri tarafından tüyler ürpertici bir mantıkla nasıl kafir ilan edildiğini merak ederseniz hararetle tavsiye ederim. Okuyun, sonra hal-i pür melâlimizin sebepleri üzerinde sizlerle dertleşmeye nefes verilirse bu köşede devam edelim.
Mahmud Erol Kılıç – Yenişafak