BELA VE MUSİBET
Allah’ın kalplerini takvâ için imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükafat vardır.’ müjdesiyle en büyük nimet olan takvaya kişi, imtihanla erişir. Kâzî ve Beyzavî’nin beyanlarına göre tortusu atılıp hâlis hâle getirilen eşya gibi, kişi ilâhî görevlerle imtihan ve meşakkatlerle kalbi pâk olarak takvâya, birr ü ihsâ-na (iyilik ve lutfa) nail olur.
Tozlu, topraklı maden taşlarının fabrikada işlenerek demir, kurşun, bakır, gümüş ve altının çıkarıldığı gibi, üzümlerin teknelerde çiğnenip, ateşte kaynatılarak pekmez olduğu gibi, güllerin dalından koparılıp, ezilip süzülerek en kıymetli esans hâline geldiği gibi mü’minler de, benliklerini ehlullahm potasında eriterek, Allah ve Resulü’nün muhabbetiyle, insanlara faydalı olan en hayırlı insan olurlar.
İmanda kemâli elde etmek için insanın sınandığını, Kur’an-Azîmüşşân’da Rabbi-miz şöyle bildirir:
‘Andolsun ki içinizden cihad edenlerle sabredenleri belirleyinceye ve haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi imtihan edeceğiz.’2 ‘Hanginizin daha güzel davranacağını imtihan için ölümü ve hayatı yaratan O’dur.’3 Kişiye kendini bildirmek için de Mevlâmız, ‘Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma ile deneriz. Sabredenleri (naîm cennetleriyle) müjdele!’4 ‘Allah, şöyle bir ülkeyi örnek verdi: Bu ülke güvenli, huzurlu idi; rızkı her yerden bol bol gelirdi. Sonra onlar, Allah’ın nimetlerine karşı nankörlük ettiler. Allah da onlara, yaptıklarından ötürü açlık ve korku sıkm- tısını tattırdı.’ ‘Andolsun ki, onlara kendilerinden peygamber geldi de onu yalanladılar. Onlar zulmederlerken azap onları yakalayıverdi.’ ‘Artık, Allah’ın size rızık olarak verdiği şeylerden helâl ve temiz olarak yiyin, eğer yalnız Allah’a ibadet ediyorsanız, O’nun nimetine şükredin.’5
Felâket, azap, deneme, kuluna kendisini kendisine bildirme anlamlarına gelen belâların en şiddetlisi Enbiya-i İzama gelmiştir. ‘En şiddetli belâlara düçâr olan peygamberlerdir. Sonra da velîler.’ Efendimiz (s.a.v), ‘Bana yapılan ezâ hiç bir nebiye yapılmadı.’ buyurdular.
Firavn’ın, Nemrut’ların, Peygamber ve tâbilerine yaptıkları eza, ‘büyük belâ’ olarak nitelendirilmiştir Kelâmullah’ta. ‘İşte bunda, size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardır.’6 Musa (a.s) ve İbrahim (a.s)’in kavimlerinin münkirlerden seçilmesine de ‘açık belâ’ denmiştir. ‘Bu, gerçekten, çok açık bir imtihandır.’7 Muzaffe-riyet anlamına gelen ‘güzel belâ’ ‘Onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü; attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı. Ve bunu, mü’minleri güzel bir imtihanla denemek için yaptı. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.’8 ayetiyle bildirilmiştir.
Cenâb-ı Hak Adem (a.s)’ı halk ettikten sonra otuz dokuz yıl keder yağmuru yağdı. Bir yıl da sürür yağmuru yağdı. Bu sebeple ademoğlunun kederi sürurundan çoktur. Ömer b. Abdül-Aziz (r.h.a): Eğer dünya kedersiz olsaydı cennet olurdu ve biz dünyadan göçmeyi arzu etmezdik.
‘Sabrettiğiniz şeylere mukabil selam sizlere’9 âyet-i celîlesi sabredenleri tebşir eder. Rabbimiz (c.c): ‘Yâ Dâvûd! Sıkıntıya sabret ki, Allah’ın yardımı sana gelsin.’ Allah Teâlâ Üzeyir (a.s)’a: ‘Yâ Üzeyr, sana bir belâ geldiğinde şikayet etme. Senin çirkin bir hâline Ben, seni meleklerime şikayet etmiyorsam; sen de Beni kullarıma şikayet etme. Ben sana nasıl muamele ediyorsam sen de öyle muamele et.’
İbn-i Mesud (r.a): ‘Benim semadan yere düşmem, Allah’ın verdiği bir musîbet hakkında ‘keşke bu iş olmasaydı’ dememden hayırlıdır.’
Hz. Ali (r.a) ‘musîbet anında elleri dizlere vurup rıza göstermemek o musîbet mukabilinde alınacak ecrin kaybına sebeb olur.’
Hz. Hasan (r.a) Efendimiz (s.a.v) de, ‘Oğulcuğum, kanaatten ayrılma, insanların en zengini olursun. Farzları eda et, insanların en âbidi olursun. Oğulcuğum, cennette bir ağaç var ki, ismi ‘şeceretü’l-belva’dır. Kıyâmet gününde ehl-i belva (belâlara sabredenler) getirilirler. Onlar için ne divan kurulur, ne mizan dikilir. Mükafat onların üzerine yağmur gibi yağdırılır. Sonra Resûlüllah (s.a.v): ‘Ancak sabredenlerin ecirleri noksansız ve hesapsız olarak verilir.’10 âyet-i celîlesini okudu. İsa (a.s): ‘Sevmediklerinize sabretmedikçe, sevdiklerinize eremezsiniz.’ Büyüklerden bir zât: Zalimin zulmüne rıza sabır değildir, Hakkı göstererek zulmü def etmelidir. Bu uğurda ölenler şehitdir.
Kendi gayretlerimizle erişemediğimiz makama ancak musibetle erişiriz. Ebû Süleyman Dârânî anlatıyor: Yırtıcı hayvanın
karnını deştiği bir adama Mûsâ (a.s) rastlar. Yâ Rab! Bu kişi muti idi, neden böyle ettin? deyince Rabbimiz: O kul benden öyle bir derece istedi ki, o makama ibadetiyle erişemezdi. Bu sebeple onu bu musibete mübtelâ kıldık, buyurdu.
Belâ ve musibetin defi, Huzeyfe-tü’bnü’l-Yeman (r.a)’ın fitne hakkında Hz. Ömer (r.a)’e verdiği cevapla mümkündür. ‘İnsanın ehli, malı, evladı, komşusu yüzünden düçâr olduğu fitneye, namaz, oruç, emr-i bi’l-mâruf, nehy-i ani’l-münker keffâret olur.
[toggle title=”Yazar Hakkında” state=”open” ] İlahiyatçı Yazar Ali Ramazan Dinç Hocaefendi[/toggle]