İslam tarihinde meshur zindiklar
Tarihimizdeki meşhur zındıklar hakkında tarih ve edebiyat kitaplarında dağınık bilgiler, fikirlerinden alıntılar ve eleştiriler bulunsa da başlı başına zındıklar hakkında esaslı ilgi duyanlar oryantalistler olmuştur.
Oryantalist ilginin eseri olarak çeşitli zındıklar hakkında ortaya çıkan makale ve kitapların ardından 20. yüzyılın başlarından itibaren müslüman araştırmacılar da konuya müdahil olmuş, zındıklar üzerine kitaplar kaleme almıştır. Bunlardan biri Mısırlı felsefeci-araştırmacı Abdurrahman Bedevi’dir. Bedevî, Min tarihi’l-ilhadi fi’l-İslam isimli bir çalışmayla gerek islami kaynaklardaki gerek oryantalist kaynaklardaki bilgi ve belgeleri inceleyerek daha etraflı ve daha dakik bir bakış açısı geliştirmiştir.
Esasta müslüman kisvesine bürünen maneviler/maniheistler için kullanılan zındık (ve mülhid) tabiri zamanla dışarıdan müslüman göründüğü halde içeriden İslam dışı fikir ve inançlar taşıyan herkese kullanılır olduğunu Bedevî’nin değerlendirmelerinden anlıyoruz.
Bu kitapta adı geçen, fikir ve eserlerine yer verilen zındıklar arasında İbnü’l-Mukaffa, Ebu İsa el-Verrak, talebesi İbnü’r-Ravendi, Muhammed b. Zekeriyya er-Razî, Cabir b. Hayyan gibi isimler başta gelir.
Bedevî’nin üzerinde en çok durduğu isim hiç şüphesiz kelam ve mezhepler tarihi araştırmalarına en çok konu olan İbnü’r-Ravendî’dir. Evvel emrinde Mutezile içinde yer alan, ardından kısa bir süre Rafizî/Şîî çevreye intisap eden İbnü’r-Ravendi en sonunda İslam’a yönelik eleştirileriyle zındıklar arasındaki yerini almıştır.
Fadıhatü’l-mutezile isimli eseri mutezili imam Cahız’ın Faziletü’l-mutezile isimli eserine tenkit mahiyetindedir. Keza onun kaleminden çıkan Kitabü’z-zümrüd, Peygamber efendimiz, Kuran-ı Kerim ve genel olarak İslam aleyhine bir eleştiri kitabıdır. Yine ed-Dâmiğ isimli eseri de Kur’an-ı Kerim’e yönelik eleştirilerini içerir.
Brahmanlara ait olduğu düşünülen nübüvvetin inkarı yönündeki fikirlere istinaden Efendimiz’in peygamberliğini gereksiz ve asılsız bulan İbnü’r-Ravendî, Kur’an’ın i’cazından İslam’ın vaz ettiği ibadet ve uygulamalara kadar müslümanlık aleyhine eleştiriler ileri sürer.
İbnü’r-Ravendî’nin fikirlerini birçok alim çürütmüş, itirazlarını cevaplamıştır. Bunlar arasında Cübbâî ve Hayyat gibi mutezili isimler bulunduğu gibi, İsmailî dâîler de vardır.
Bir başka zındık siması olarak karşımıza çıkan Abdulmesih el-Kindî, İbnü’r-Ravendî eleştirilerine dönük cevaplara karşı eleştiri kaleme almış, Efendimiz’in mucizelerinden tutun da hac ibadetinin detaylarına kadar İslam aleyhine bir dizi eleştiri serdetmiştir.
Hac ibadeti çerçevesinde icra edilen ritüellerin/nüsük kadim araplarda ve hindularda da örneklerinin olduğunu, İslam’ın bunlar üzerinde pek bir tadilat yapmadan olduğu gibi müslümanlığın yerleşik ibadet biçimine dönüştürdüğünü iddia eden el-Kindi, İslam’ın gerek kadim Arap kültürünün gerek Hind dinî geleneğinin devamı olduğunu, akıl dışı ve lüzumsuz ritüellerle dolu olduğunu ileri sürmüştür.
Ekseriyetle modern zamanlara özgü kabul edilen seküler-profan-pozitivist eleştirilerin tarihteki bu nevi temsilleri günümüzde de referans olarak çeşitli İslam eleştirilerinde kullanılmıştır.
Aslında Kindî’nin eleştirileri, İslam’ın iptaline değil, dünya kültür ve medeniyetlerinin temelindeki nebevî kaynağa delalet etmektedir. Kindî’nin, kadim Arap ve Hind kültürleriyle İslam arasında kurduğu paralellikleri, nübüvvetin dünya tarih ve kültürünün kök unsurları arasında yer aldığının işareti olarak okumasına engel olan neydi?
Şarktan garba cihanın muhtelif köşelerine yayılan dinî ve irfanî geleneklerin şeceresinde tahrif edilmiş, özünden ayrıştırılarak şekle indirgenmiş nübüvvet mirasının yattığını ve bu mirasın Efendimiz’le birlikte tashih, tadil ve ikmal edildiğini fark edebilen birisi için dünya inanç mirasının mütecanis yapısı eleştiri değil, katkı değeri taşır.
Tabi işin başında dini felsefeye, aklı zekaya indirgemez, hakikati resme eşitlemezsek…
Ritüellere yansıyan teslimiyetin sembolik ritmine karşı sağır kesilmezsek. Din dendiğinde, Comte’un türettiği pozitivist insanlık dininde olduğu gibi, Tanrısını kendisinin ürettiği, haliyle dinini de kendi sosyo-politik şartlarına göre belirlediği insan icadı bir “din” algısıyla malül değilsek.
Suret-i hak ve akıldan görünüp nihayet enaniyet ve şehvet çukuruna iten nefsani güdülerin rağmına, kendimizin belirlemediği Rabb’in, yine kendimizin belirlemediği emrine inkıyad ile Kabe’yi tavaf ederek gönüllerimizi lahutî ufka kanatlandırmanın metafizik buudlarını idrak edebilecek kavrayışa sahipsek hac ve ihtiva ettiği menasik ile ubudiyet arasındaki derin hatları keşfetmemiz zor değil.
Son söz, Kindi yaşasaydı, kadını kıble ittihaz eden Comte’un pozitivist diniyle nübüvvet mirasını şekle indirgeyen cahiliyye arabının dişil putları arasındaki paralelliği görebilecek miydi? Arkasına geçip İslam’a saldırdığı rasyonalist din ülküsünün, ayıpladığı cahiliyye arap dininin modern bir tekrarını ürettiğini görüp, dinin sıhhat ve orijinalliğinin rasyonalitede değil, özü ve sureti bütünleyen taabbudi dokusunda olduğunu fark edip müslümanlardan özür dileme erdemini gösterebilecek miydi?
Kadını tüketim fetişizmine alet eden modern küresel-kapitalist sistemin, reklam ayinlerinde büyülediği erkeksi arzulara neyi kıble seçtiğini konuşmaya zaten lüzum yok… Tarih tekerrür, şirk ve cahiliyye teceddüd ediyor…