Şeriatı En Eyi Sufiler Bilebilir ?
Tasavvufta Keşf ve İctihad
Tasavvuf ehli doğruluk, kesinlik ve korunmuşluk açısından vahiy ile eşdeğerde gördüğü keşfi bilginin, dini nasları yorumlama ve bunlardan hüküm çıkarma. noktasında önemli fonksiyonlar icra ettiğini belirtmektedirler. O sebeple, şeriatı en iyi sufiler bilebilir demişlerdir.1 Zira onlara göre Kur’an’ın işaretlerini, sadece, sırrını masivadan (ekvan) temizleyenler anlar.2 Nitekim bu yolla suf’ıler Hz. Allah’ın, Resulullah’ın (a.s.) ve velilerin sözlerinin hakikatını levh-i mahfuzdan görüp okumaktadırlar?3′ Hatta Allah onların gönlüne, emirlerini daha iyi anlamaları için hitabından neyi kastettiğini açıp vermektedir.4 Zaten tasavvuf yoluna girip yol almanın gayelerinden birisi, kısa ve kapalı (mücmel) bilgininin geniş ve açık hale gelmesidir.5
Yukarıdaki ifadeler gösteriyorki, suf’ıler keşf yoluyla Kitap ve Sünnet ‘in özellikle muğlak meselelerinde Allah’ın ve Resul’ünün muradını bilme imkanına sahip olmaktadırlar. Bunun anlamı şudur: Keşf ile şeriatta yeni bir şey ortaya koymuyor, ancak açık olmayan hükümler anlaşılır hale getirilebiliyor. Bu durumda keşf ile ictihad, naslarrn anlaşılması konusunda benzer fonksiyonlar icra ediyor demektir. Dolayısıyla fıkıhıta belirlenen, “İctihad müsbit değil muzhirdir” (İctihad dinde yeni bir hüküm getirmez, sadece mevcut olanın daha iyi anlaşılmasını sağlar) prensibi tasavvufta keşf için geçerli görülmektedir. Ancak tasavvuf ehli nazarında belli bir mertebeye ulaşlıktan sonra gelen keşfi bilginin ictihada göre bir üstünlüğü vardır ki, o da ictihadda hata söz konusu iken keşfte böyle bir ihtimalin bulunmamasıdır.
O yüzden İbnü’l-Arabi, fakihlerin ortaya koyduğu bir hükmün yanlış ya da doğru olduğunu Allah dostları keşf yoluyla bilirler 6 demiştir.
Ancak ona göre suf’ıler yanlış olduğunu bildikleri hususlarda fakihlere müdahale etmezler. Kendileri ise doğru bildikleri şekilde amel etmek zorundadırlar. Zira bu durumda onlar, ictihad eden müctehid gibidirler. Müctehid ictihadının hilafına nasıl amel edemezse, sufi de keşfinin hilafına amel edemez. 7
Esasen tasavvuf ehli değişik açılardan vahiy ile eşdeğerde gördüğü keşfi bilginin, burhan ve delilin geçerli olduğu alanda İstidlali olarak elde edilen bilgilerle de çelişmeyeceğini ileri sürmüşlerdir. İmam Gazzali ilhami bilgi ile, çalışarak kazanılan (kesbi) bilginin mahiyeti, yeri ve sebebi bakımından birbirinden farkı olamayacağını, aralarındaki tek farkın, ilhami bilginin aradaki perdenin açılması sonucu elde edilmesi olduğunu belirtmektedir.8″ Bunu şöyle bir misalle anlatmıştır: Bir hükümdarın huzurunda Çinliler ile Romalılar nakış sanatında birbirlerine üstünlük taslarlar. Bunun üzerine hükümdar, “Herkes sanatını göstersin, kimin daha üstün olduğunu anlarız” diyerek sanaticarlardan hünerlerini göstermelerini ister. Tarafların yaptıklarını mukayese etmek kolay olsun diye, bir odanın karşılıklı iki duvarından biri Çinliler’e, diğeri de Romalılar’ a tahsis edilir. Birbirlerinin yaptıklarını görmemeleri için de araya bir perde çekilir. Romalılar çeşitli boyalada çalışarak süslü işlemeler meydana getirirken Çinliler sürekli cila ile duvarı parlatmaya çalışırlar. Nihayet Romalılar biz işimizi bitirdik deyince, Çinliler biz de bitirdik deyip kenara çekilir. Hükümdarın Çinliler’e “Nasıl olur, siz bir şey yapmadınız ki” şeklindeki mukabelesine onlar, aradaki perdeyi kaldırın o zaman görürsünüz, diye cevap verirler. Perde kaldırıldıktan sonra hükümdar, önce Romalılar’ın ince sanatını hayranlıkla seyreder ve şaşkınlık içinde kalır. Ardından diğer duvara dönünce şaşkınlığı daha da artar. Zira Romalılar’ın bütün yaptıkları, cila ile ayna haline gelen Çinliler’in duvarına aksetmiştir. Üstelik burada daha güzel görünmektedir.9
İmam Sühreverdi de “ilmi verase” diye tabir ettiği mutasavvıfların bilgisinin, ulemanın çalışarak elde ettiği bilgilerle (ilm-i dirase) mukayesesini, Gazzali’ye benzer bir şekilde yapmakta ve bunun için “süt istiaresi”ni kullanmaktadu. Ona göre ilm-i dirase süt ise, ilm-i-verase sütten elde edilmiş tereyağı gibidir.10 Şah-ı Nakşibend’in, “Delille elde edilen bilgi, tasavvuf yolunda ilerleyen kimse tarafından bizzat görülür hale gelir”11 şeklindeki sözü de aynı şeyin ifadesidir.
İmam-ı Rabbani ise bu husustaki görüşünü şu şekilde dile getirmiştir: Seyru süluk mertebeleri bitip, vilayet derecelerinin en sonunda vusul elde edilince sufilerin iman ve itikadlarıyla, alimlerin itikadları arasında hiçbir fark kalmaz. Şu farkla ki, bu itikad sufiler için keşf ve ilham yoluyla meydana gelirken, alimler için nakil ve İstidlali yoluyla meydana gelmektedir.12
Tabii burada sözü edilen istidlali bilgi, sarih akıl ve sahih nakil ile elde edilen doğru bilgi ve buna bağlı olarak meydana gelen sağlam itikadlardır. Yoksa yanlış ictihad ve yanlış itikadın keşfle te’yid edilmesi gibi bir şey söz konusu değildir. İbn.Arabi, kanaatimce bu hususa işaret etmek için, keşfin verileriyle şeriatın verilerinin aynı olacağını kabul ettiği halde,13 keşfi bilginin burhan ve delille ortaya konulan bazı bilgilerden farklı olabileceğini, fukahanın ictihadla elde ettiği bir kısım hatalı bilgilerin keşfle ortaya çıkacağını belirtmektedir.14
[divider]
KAYNAK
- Ibn Arabi, Fütahat, I, 151.
- Ebu Abbas b. Ata, Tefsfr, (Nususu sufiyye gayru menşure li Şakik ei-Belhi, İbn Ata el-Edmi, el-Nifferi=Troi Oeuvres inedıtes de Mystiques Musulmans, Ed. Paul Nwiya), Beyrut 1986, s. 155.
- Akşemseddin Muhammed b. Hamza, Maktimat-ı Evliya (haz. Ali İhsan Yurd-Mustafa Kaçalin, Akşemseddin Hayatı ve Eserleri isimli eserin içinde), İstanbul 1994, s. 340.
- Ebu Nasr Serrac, el*Luma’ (nşr. Abdülhalim Mahmud-Taha Abdülbaki Sürur), Mısır 1960, s. 37.
- Şah-ı Nakşibend’in bu sözü için bk. Rabbfuı1, I, Mektup 84.
- Ibn Arabi, Fütuhat, l, 151.
- İbn Arabi, Fütflhat, I, 151.
- Gazzali, İhya, 3, 25.
- 34 Gazzali, ihya ,III, 28-29.
- Sühreverdi, Avarif, s. 81.
- Bk, Rabbani, I, Mektup 84.
- Rabbani, I, Mektup 286.
- İbn Arabi, Fütuhat, IV, 19.
- İbn Arabi, Futuhat, I, 151.
- Doç. Dr. Reşat ÖNGÖREN’İN ”BİR BİLGİ KAYNAGI OLARAK TASAVVUFTA KEŞFİN DEĞERi” İSİMLİ MAKALESİNDEN ALINTIDIR