Sufilerin İsari Kur’an Yorumlari
Kur’an-ı Kerim herkesin anlayabileceği şekilde açık ve seçik bir olarak inmiştir.( bk. Yusuf, 12/2, Fusılet,41/3 )
Kur’an Arapçadır ama açık ve seçik bir Arapçadır. (Şuara, 26/195, Nahl, 16/103 )
Kur’an bütün insanlara gönderilen ilahî ve semavî bir kitap olduğundan herkesin kolaylıkla anlayabileceği bir açıklıkla inmesi gerekirdi. Zira bütün insanlar ondaki hükümlerle yükümlü ve sorumludur. Sade, basit, anlaşılır, açık ve kesin ifade ve hükümleriyle bütün insanlığa hitap eden Kur’an aynı zamanda bilginlere, bilge kişilere ve düşünürlere de hitap etmektedir. Bu nitelikteki kişilere hitap eden ayetler, İslamın temel ve genel hükümleri ve ana ilkeleriyle çelişmemek şartıyla farklı yorumlara açıktır. Kur’an da ki âyetler biri muhkem, diğeri müteşabih olmak üzere iki kısımdır. (bkz. Ali İmran, 3/7) Müteşabih âyetlerin herkes tarafından anlaşılan zâhirî manaları yanında bir de sadece ilimde derinleşen ve Râsihûn denilen bilgin ve düşünürler tarafından anlaşılan manaları ve yorumları vardır. Bu yorumlar âlimden âlime göre değişebilir. Farklı yorumlara açık olan bu âyetlerle ilgili değişik tefsirler genellikle farz veya haramlarla ilgili de değildir. Bu sebeple bu tür anlamları ve yorumları bütün müminlerin bilmeleri gerekmez. (bkz. Suyutî, el- İtkân, Kâhire, 1951, 1, 2-13)
Kelâm, fıkıh, hadis, dil ve edebiyât âlimleri kendi uzmanlık alanlarına göre Kur’an’ı yorumlarken sûfiler ve ârifler de bu kutsal metni kendi uzmanlık alanlarına, keşf ve ilhamlarına göre tefsir etmişlerdir. İlk âbid ve zâhidler tarafından yapılan münferid açıklamalar ve yorumlar giderek artmış ve Kur’an’ın farklı bir tefsirini oluşturacak kadar çoğalmıştır. Bu tür açıklamalar ve yorumlar Ebu’l- Abbas b. Atâ el- Edemî (öl. 309-921) ve Sehl b. Abdullah el-Tüsteri (öl. 283-896 ) tarafından toplanmış, bu sûretle tasavvufî tefsirlerin ilk örnekleri ortaya çıkmıştır.
SÛFİLER KUR’AN’IN DERİN BİLGİSİNE İŞARÎ MANA DERLER
Tefsirler üç çeşittir: Rivayet Tefsirleri, Dirâyet Tefsirleri, İşaret Tefsirleri. İşarî tefsirler tasavvufî tefsirlerdir. Sülemî’nin Hakaiku’t-Tefsiri( Beyrut, 2001) Kûşeyrî’nin Letâifu’l-işârat’ı (Kahire,1970) bu tür tefsirlerin en önemlilerindendir. Sûfiler, herkes tarafından anlaşılan ve bilinen Kur’an’ın zâhirî (exoteric) ve Lafzî (Literal) mana ve hükümlerini kabul eder ve bunlara uyarlar. Ancak onlar âyetlerin bu tür mana ve hükümleri yanında bir takım bâtinî (Esoteric) ve bâtinî (Esoteric) mana ve hükümleri bulunduğunu da kabul ederler. Keşf ve ilhamla bilinebilen ikinci tür mana ve hükümler birincilerin ötesinde ve derininde olduğu, herkes tarafından bilinmediği için bunlara gizli, saklı ve kapalı manalar adı verilmiştir. Sûfiler Kur’an’da mevcut olduğuna inandıkları derin manalara ve bilgilere işârî mana ve bilgi derler. Bununla, Kur’an’daki kelime ve ibarelerin, hatta harflerin zâhirî ve Lafzî manaları yanında bir de dolaylı olarak belirtilen ve işaret edilen manaları olduğunu anlatmak isterler. Böylece Zâhir ulemasına, “Sizin temel olarak aldığınız manaları biz de temel manalar olarak kabul ediyoruz ama âyet ve ibarelerin bunlardan başka imâ, telmih ve işâret yoluyla ifade ettiği, bundan dolayı da gizli ve üstü kapalı bir takım manaları bulunduğunu, bunların hiçbir şekilde ilk ve birincil manalara aykırı olmadığını da kabul ediyoruz; bunları herkesin bilmesi lüzumlu da değildir.” derler.
İŞARİ TEFSİR ZAHİRİ BATINDAN AYIRMAZ
Kur’an’ı Kerim’de bir takım mecâz, istiare, kinâye ve temsil (mesel) türü ifadeler vardır.( Suyutî, ll 36-49) Bu ifadeleri zâhir üzerine anlamanın doğru olmadığı genellikle kabul edilir. Bununla beraber sûfilerin îşârî manaları mecaz ve istiarelerden ibaret değildir. Onlara göre mecâz, istiare, kinaye ve meseller de bir tür zahirî manalardır. “Allah müminlerin dostudur, onları karanlıklardan (zulümât) aydınlığa (nura) çıkarır.” (Bakara, 2/257) mealindeki âyette geçen zulmet ve nur kelimelerini Zemahşeri bile küfür ve iman şeklinde açıklamıştır( bk. el-Keşşâf, Beyrut,1947 l, 304) Bu yorumun işarî tefsirle bir ilgisi yoktur, bu türlü yorum bir tür zâhihî mana sayılır. Sûfiler, bir âyetin bâtınî ve sırrî manasının, o âyetin zâhirî manasıyla çelişmemesi ve bu manayı hükümsüz ve geçersiz kılmaması gerektiğini ısrarla vurgularlar. Bu sûretle kendilerini Bâtiniye denilen ta’limiye (seb’iye) mezhebinden ayırd ederler. Bâtınîler bâtınî mananın zâhirî manaya geçersiz kıldığını iddia ederler. Bu konuda sûfilerin ne kadar hassasiyet gösterdiklerini anlatmak için büyü sûfilerin şu ifadelerine bakmak yeter:
Serî Sakatî: “Sûfi, Kur’an ve sünnetin zâhirî hükümlerine muhalif olan bâtınî bir manadan bahsetmez”(Kuşeyrî, Risale, kahire, 1966. S.65)
Cûneyd-i Bağdadî: “ Kur’an ezberlemeyen ve hadis yazmayan bir kimse bu yolda örnek alınmaz. Çünkü bizim bu ilmimiz Kur’an ve sünnetle çevrelenmiştir. (Kuşeyrî, 107) “Bizim bu ilmimiz Allah Resulünün hadisleriyle tahkim edilmiştir.” “Allah Resulünu adım adım izleme yolu hariç, insanlar için Allah’a giden yolların hepsi kapalıdır.” (Kuşeyrî, 107)
Beyazidi Bestami, evliyadan olduğu söylenen bir kişiyi ziyarete gitmiş, adamın kıbleye doğru sümkürdüğünü görünce : “Allah Resulünün âdâbından bir edebe riayet etmeyenin veli olduğuna nasıl güvenilir,” demiş ve adamı ziyaret etmeden geri dönmüştür (Kuşeyri, 81)
Zünnuni Mısrî: Yüce Allah’ı sevenin âlâmeti ahlakı, fiilleri, emirleri ve sünnetleri itibariyle Allah sevgilisini örnek almaktır. (Kuşeyrî, 55)
Selh b. Abdullah Tüsteri: Yedi ilkemiz var. Allah Tealâ’nın kitabına dört elle sarılmak, Allah Resulünü örnek almak, helal lokma, kimseyi incitmeme, günahlarından kaçınma, tövbe etmek, hak sahiplerine haklarını verme. (Sülemi, Tabakatu’s-sufiyye, kahire, 1969. s. 210) “Allah’tan başka yardımcı, Allah Resulünden başka rehber, takvâdan başka azık ve sabırdan başka amel yoktur. (Sülemi, 211)
Ebu Süleyman Dârânî: Nice kere sûfiler özgü nüktelerden kalbime bir nükte (ilham) gelir, beni günlerce meşgul eder, iki âdil şahid olan Kur’an ve sünnet onun doğru olduğuna tanıklık etmedikçe onu kabul etmem.” (sülemi, 78)
Ebu’l-Hüseyn Nurî, Allah Tealâ ile özel bir hali olduğunu iddia eden birini görürseniz eğer bu hali onu şer’î ve ilmî hududun dışına çıkarıyorsa aman ona yaklaşmayınız.( kuşeyrî, 112) Ebu Said el-Harrâz: Zâhire muhalif olan her bâtın bâtıldır. “(Sülemi, 231, Kuşeyrî, 129)
SÛFİLERİN İŞARÎ TEFSİRLERİNE TE’VİLÂT-I SÛFİYYE DENİR
İlk sûfiler şer’î hükümlere ve zâhirî amel ve tatlara bağlılıklarını göstermek, çevresindekileri de buna teşvik etmek için her fırsatta bu tür açıklamalar yapmışlar ve uyarılarda bulunmuşlardır. Daha sonraki sûfiler de onların bu tavsiye ve uyarılarını sağlam ve güvenilir birer delil olarak göstererek tekrar etmişlerdir. Gösterilen dikkat, ihtimam, ihtiyat ve hassasiyete rağmen sûfilerin Kur’an’la ilgili işarî ve bâtınî tefsirlerini eleştirenler, hatta bunları bâtıniye mezhebinin tahrifatıyle aynı hükümde görenler olmuştur. Ahmed b. Hanbel, sûfi Hâris Muhâsibî’yi belanın başı olarak görürdü. Ebu Zur’a (öl. 281/991) şöyle demişti: “Hâris Muhâsibî’nin kitaplarından sakının bunların içi bid’at ve dalaletle dolu, sünnetle sıkıca sarılın, size bu yeter.( bk. Zehebî, siyeru a’lami’nnübela, Xlll, 311, ibnü’l- cevzî, Telbisu iblis, 116-117) ( suyutî, ll, 178, l-ll( Vll-Vll) asırlar Zühd dönemi olarak bilinir. Bu dönemde âbidler ve zâhidler daha ziyade müminlerin ibadet ve taata teşvik eden, dünyaya yönelmenin tehlikesine dikkat çekip onları ahirete yönelmeye heveslendiren âyet ve hadisler üzerinde durmuşlar bu mâhiyetteki âyet ve hadisleri yorumlamışlardır. Bunula ilgili dinî-tasavvufî edebiyat zühdiyât adını almaktadır. Fakat bu dönemin sonuna doğru marifet, irfan, ilham, hikmet, velilik, muhabbet, tecelli, vecd ve cezbe gibi dini-manevî hallerden de bahsedilmeye başlanmıştır. İşârî tefsirlerin ilk örnekleri bu döneme aittir.
Sûfilerin işarî tefsirlerinden genellikle Te’vilât-ı Sûfiyye şeklinde bahsedilir. (bk. Suyutî, ll,178) Aslında ilk dönemde te’vil kelimesi tefsir anlamında kullanılırdı. Mesela Taberî’nin tefsirinde te’vil bu anlamda kullanılmıştır. Daha sonra kelamcıların ve mutasavvıfların yorumlarına te’vil denilmiştir. Mesela kelamcıların “Allah’ın yüzü” ifadesini “Allah’ın zatı”, “Allah’ın eli” ifadesini “Allah’ın kudreti veya ihsanı” şeklinde yorumları böyledir. Buna göre Kur’an veya hadiste geçen bir ifade zâhiri mana ile alakası bulunan başka bir manaya naklediliyor. Yüzün zat, elin kudret veya ihsan olarak yorumlanması gibi, Sûfilerin de az çok bunu andıran yorumları vardır, bunlara “Te’vilât-ı Sûfiyye” denir.
BU İLMİN KAPISI HZ. ALİ’DİR
Sûfiler Kur’an’da bâtınî ve sırrî manaların bulunduğunu ispatlamak için bazı deliller ileri sürerler. “Her âyetin zâhiri, bir bâtını; her harfin bir haddı, bir ittılâ mahallı var.” Zahrdan maksat âyetin lafzı, batından maksat tevilidir. Veya Zahrdan maksat Kur’an’da ki peygamber kıssaları, batından maksat daha sonraki nesillerin bu kıssaları dersler, veya âyetin zahrı zâhir ehlinin anladıkları mana, batını ise gönül ehlinin çıkardıkları manadır. Her harfin bir haddi var, ifadesi her harfin ( cümlenin) ifade ettiği mananın bir sınırı ve sona erdiği bir nokta var; her harfin bir ittilâ mahalli var, ifadesi üstü kapalı ve anlaşılması zor her hükmün ve mananın bir bilinmesi usulu ve noktası vardır, anlamına gelir. (Süyuti, ll, 184) Bazılarına göre âyetin zâhirî tilavet, bâtını ise anlaşılmasıdır, hadd helal-haram, ittilâ mahalli ise vaad ve tehdidleri gözünde bulundurmaktır. Nitekim İbn Abbas Kur’an ağacının filizleri, dalları, dışı, içi var. Özgün yönlerinin sonu yoktur, bunun sonuna varılamaz, demiştir. Hz. Ali, ‘İstesem Fatiha sûresine öyle tefsir yapardım ki bu tefsir kitaplarını ancak yetmiş beygir taşıyabilirdi’ dediği rivayet edilir. Hz. Ali’nin başkalarına kapalı olan bazı âyetlerin derin manalarını keşfetme yeteneğine sahip olduğu kabul edilir. Başkalarının Kur’an’dan çıkaramadığı derin ve ince manaları çıkarma gücüne ve yeteneğine sahip olduğundan İbn Abbas’a Tercümanü’l- Kur’an denilmiştir.( bk. Suyuti, ll, 186-187, 184) Sufiler Hz. Ali ve İbn Abbas’ta bulunan söz konusu yeteneğin bazı mutasavvıflarda da bulunduğunu kabul eder, bu yetenekle Kur’an’dan çıkarılan manalara işarî tefsir, derler.
[toggle title=”Yazar Hakkında” state=”open” ]Prof. Dr. Süleyman ULUDAĞ / Kaynak: Yenidünya Dergisi Kasım 2010 [/toggle]